Hüseyin Erdem sadece Sümeyra Çakır’ın Kürtçe müzik yolculuğunda yer almış bir isim değil. Uzun yıllar boyunca Kürtçe müzik ile ilgili çalışmalar ve derlemeler yapmış, Kürt müziğine önemli katkılar sunmuş.
Sümeyra Çakır ve Hüseyin Erdem. Fotograf: Hüseyin Erdem arşivi
Müzisyen Sümeyra Çakır’ın Kürtçe kaset çalışmasının hikayesini öğrenmek isterken Hüseyin Erdem’le kesişti yolum. Çakır’ın Kürtçe ile tanışması, Kürtçe şarkılar söylemesi, sonrasında bir kaset çıkarması Erdem’in sayesinde ve yardımlarıyla olmuş.
Ancak Erdem sadece Sümeyra Çakır’ın Kürtçe müzik yolculuğunda yer almış bir isim değil. Uzun yıllar boyunca Kürtçe müzik ile ilgili çalışmalar ve derlemeler yapmış, Kürt müziğine önemli katkılar sunmuş. Zamanında Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Nedim Otyam, Melih Cevdet Anday, Musa Anter, Mehmed Uzun, Mahmut Baksi, Ruhi Su gibi isimlerle birlikte aynı ortamlarda bulunmuş, kimisinden ders almış, kimisiyle beraber çalışmış. 1970 yılında gerçekleşen askeri darbeden dolayı yurtdışına, Almanyaya gitmek zorunda kalan Erdem, Türkiye’de yürüttüğü derleme çalışmalarını da o tarihten itibaren Almanya’da sürdürüyor. Bunu da şöyle açıklıyor:
“Şimdi cep telefonu üzerinden bana kayıt ulaştıranlar bile var, 'sen saklarsın, kaybolmaz bunlar, değiştirmezsin' diyorlar”.
Nilüfer Akbal ve başka sanatçıların da okuduğu “Arix” ve “Mîro” şarkıları, Erdem’in derlediği iki eser. Birader, Hasret Gültekin, Emekçi, Yılmaz Çelik, Beser Şahin, Aynur Doğan, Şêxo ve başka sanatçılar da derlemelerini seslendirmiş. Ancak bu ve daha pek çok derlemede ismi geçmemesini “Teşekkür etmekle sanatçı ancak yükselir” diye karşılık veriyor.
Hüseyin Erdem hayatını, müzikle tanışmasını, Kürt müziğine katkılarını ve daha fazlasını bianet’e anlattı.
Hüseyin Erdem’i tanıyabilir miyiz? Kimdir Hüseyin Erdem?
Ben, Bingöl’ün o zamanlar Kiğı ilçesine bağlı Xolxol (Holhol, Yayladere) köyünde 1949’da doğmuşum. Ailem hem İstanbul’da hem de köyümüzde yerleşikti. Yaşamım İstanbul’da geçti, orada ilkokuldan İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirinceye dek eğitim aldım. Hukuk öğrenimimden önce bir yıl okuduğum Türkoloji’yi – özellikle Osmanlıca için- dört yıl boyunca koşut izledim... Yanı sıra üniversite dışında da konuk öğrenci olarak İstanbul Belediye Konservatuarı’nda ilgi duyduğum Halk Müziği ve Tiyatro dallarında özellikle büyüklerim ve dostlarım Nedim Otyam’ın, Vedat Günyol’un ve Melih Cevdet Anday’ın destekleriyle derslere katıldım.
1969’da “Yeni Ufuklar Dergisi“nde yazmaya başladım. Çok küçük yaşlarda daha ilkokula başlamadan dillerle tanıştım. Evde Kurmanci konuşurduk. İlk sokak dilim Tatarca, sonra Rumca, ardından da Türkçe… Kurtuluş İlkokulu’nda 9 yaşımdayken İstanbul Radyosu Çocuk Saati programı ve orada tanıdığım sanatçılar, Münir Ceyhan, özellikle Yıldırım Önal örnek almak bakımından ilk yıllarda etkili oldular üzerimde. O zamanlar her yerde bilinmeyen ses alma aygıtlarını tanıma olanağı buldum. Bir ses alma aygıtı edinmemiz ve onu kullanabilme bana hiç bilmeden derlemeci olmanın kapılarını açtı. Dedemin, ninemin, annemin, babamın, amcamın akrabalarımızın seslerini, -bugünün çocukları bilgisayarla nasıl uğraşıyorsa-, kaydetmek, bana bugün büyük bir derleme kaynağı sağladı.
"Küçük yaşımdan itibaren pek çok yazar ve sanatçı ile tanıştım"
Şişli Ortaıkulu Türkçe öğretmenimiz Münire Hanım beni Yeni Ufuklar Dergisi’ne abone etti.
Genç yaşta Ruhi Su, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol, Halikarnas Balıkçısı, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Pertev Naili Boratav, Mina Urgan, Halet Çambel, Avni Arbaş gibi adları buraya sığmayacak kadar çok insanları tanıdım, onlarla dost oldum. Her hafta Sabahattin Eyüboğlu’nun evinde yapılan Pazartesi Akşamları’na katılmam yepyeni bir dünyanın kapılarını aralıyordu bana. Halk kültürlerine ve dillere olan ilgim nedeniyle Pertev Naili Boratav özel olarak ilgilendi benimle. Bunlarla ilgili şu kaynaklara bakılabilir. Azra Erhat yazısı/ S. Eyüboğlu Sözcükler Dergisi ve V. Günyol yazısı, Gösteri, Adam Sanat, Güney...
Pertev Bey, zaten içinde olduğum Kürt sözlü geleneği ile ilgili olarak "Bir gün bunlar paha biçilmez değerler olacak" diyerek dikkatimi özellikle o konuya çekti ve derleme yapabilmenin özünü paylaştı benimle. Bu aydınların her biri, işin bir başka yanıyla ilgili sorularla destekliyorlardı beni. Mitoloji Sözlüğü başta olmak üzere birçok çalışmaya imza atan Azra Erhat’ın Grekçe ve Latince öğretmesini, etimoloji yönlendirmelerini unutamam.
Sonra, Türkiye’nin o dönemler en büyük kültür etkinliklerine program yazıp sunma ile daha geniş bir ilişkiler ağı içinde buldum kendimi. Bu ortam, insanlara ulaşma olanağını genişletiyordu. Aziz Nesin’in Bak Sözcükler Dergisi’ndeki yazısı bu ortamı anlatıyor.
"71 Cuntasından sonra yurtdışına çıkmak zorunda kaldım"
Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nda çalışmak, her biri önemli değer olan arkadaşlarımla emek birliği içinde olmak, büyük bir kültürel zenginlikti benim için. Musa Anter, Dev-Doğu’ya gelir giderdi. Orada Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’na benzer bir çalışma örgütledim. Ama baskılar, gelen 1971 Cuntasıyla işler yarıda kaldı.
Yurtdışına çıkmak yeni diller ve kültürlerle, yazar ve sanatçılarla tanışmak, üniversitelerde yeni bölümler bitirmek, ufuklar açıyordu bana. Alman Dili ve Edebiyatı (Germanistik), Slav Dilleri ve Edebiyatları (Slavistik), Devletler Hukuku, Genel Dilbilimi gibi bölümleri Magister derecesiyle Almanya’da bitirdim. Moskova’da Maksim Gorki Enstitüsü’nde dil ve edebiyat sertifikası aldım.
"Kürt halk şarkıları ve destanlar anlatılırdı evimizde"
Müzik ve özel olarak Kürt müziğine olan ilginizden bahsedebilir misiniz?
Müzik içinde doğdum diyebilirim. Baba tarafından dedem Kürt bir Alevi öncüsüydü. Kürtçe Alevi deyişleri ile yoğrulmuştur ruhum. Dedem, anne ve baba tarafından iki büyük annem, amcam, babam, annem, yengelerim, akrabalarımız her olanakta, her konuda Kürt halk şarkıları söylerlerdi. Masallar, destanlar anlatılırdı evimizde. Hem köyümüz Xolxol’daki hem de İstanbul’daki evimizde. Kürtçe biliyorsam bunu bu eserlere borçluyum. 50'li yıllarda Latin alfabesiyle Kürtçe yazılı eser bulmak çok zordu. Sözlü gelenek baskı altındaydı, ancak derleme yoluyla ulaşılarak çeşitli yaratılar bir kaynak haline dönüştürülebilirdi...
O dönemlerde Türkiye dışından yapılan çeşitli Kürtçe radyo yayınları biricik kaynaklardı. Bağdat, Erivan, Tebriz, sonraları Kahire radyoları çok iyi dinlenebiliyordu İstanbul’dan. O yayınları o zamanlarda az bulunan ses alma aygıtlarıyla kaydediyordum küçük yaşlarda. Bugünkü çocukların bilgisayara, cep telefonlarına olan ilgileri, benim için o zamanlarda radyo, pikap, gramafon ve magnetofon (ses alma aygıtı) uğraşım ile karşılaştırılabilinir. 9 yaşımda yaptığım bazı kayıtlar hala elimde... Kürt dili ve kültürü üzerinde baskı, dayatılan yokluk, insanı derlemeci de yapabiliyormuş. Bu sayede binlerce derleme oluştu. Destanlar, halk şarkıları, tekerlemeler, bilmeceler, atasözleri, dualar, beddualar, masallar, efsaneler, dağlarla, çeşmelerle, ırmaklarla, ağaçlarla, hayvanlarla, ....... ilgili söylence ve çeşitli anlatılar besliyordu ruhumu, bilincimi, dilimi, kültürümü.
Ama aynı biçimde Türk halk yaratmalarını, sonradan öğrendiğim Tatarca, Rumca sayesinde o dillerin yaratmalarını ve çözmeye çalıştığım Ermenice ve İbranice yaratmaları da aynı sevgiyle izlediğimi söyleyebilirim. Daha sonraları bölge ve ağız özelliklerini de arar oldum.
Evimize gelip giden halk aşıkları, dönemin taş plakları de etkiledi beni.
Ruhi Su’yu, Vedat Günyol’u, Azra Erhat’ı, Sabahattin Eyüboğlu’nu, Pertev Naili Boratav’ı ... tanımak bana büyük katkılar sağladı. Onlar da çalışmalara çok değer verdiler... Yeni Ufuklar dergisinde 1969 yılında Kürt Atasözleri ile ilgili yazılan yazıda bunlar anlatılıyor.
"Derlemeleri bozarlar diye korktum"
Derleme çalışmalarınız ile ilgili bizlere neler söyleyebilirsiniz? Ne tür çalışmalar derliyorsunuz/derlediniz? Şimdiye kadar hangileri yayınlandı, elinizde yayınlanmamış çalışmalar var mı?
Çok sayıda derlemelerim var. Yayınlamaktan hep bozarlar diye korktum. Ruhi Su ve Sümeyra her zaman derlemeleri büyük bir ciddiyetle ele aldılar. Onlarda adım geçse de geçmese de önemsemedim, önemli olan üzerinde temiz çalışıldılar verdiklerimin.
Ciddi müzik eğitimi almış birkaç kişi ile çalışıyorum. Ama hala yayınlamakta ikircikliyim. Bu büyük derleme arşivini koruyacak resmi bir Alman kuruluşuna devretmek belki en iyisi....
Kürt müziğinin Türkiye’de resmi bir şekilde yasaklı olduğu yıllarda bu çalışmaları yapmanın zorlukları daha fazla olsa gerekti? Ancak bir yandan da o dönem derleme yapılacak daha fazla kaynak olduğu gerçekliği var. Şimdi kilamları derleyebileceğiniz insanların sayısının az olması bir etken olarak görülüyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt Müziği yasaklıydı. Evimizde, köyümüzde 'derleme yaptığını bilmeden' kayıt yapmak çok kolaydı. Akrabalar, bildiğimiz insanlar güveniyorlardı bize, bana. Ama zamanla komşu köylere giderek ses kaydetmeye çalışmakla zorlukları tanıdım. Pertev Naili Boratav’ın ve Ruhi Su’nun öğütlerine göre derleme yapmak çok zordu. Yöremizden uzaklaştıkça iş daha da zorlaşıyordu. İnsanlar korkuyorlardı. Zamanla tanıdıklar aracılığıyla biraz kolaylaştı işler. Derleme yapacağımız insanlar olsa bile derlenemiyordu pek. Çünkü insanlar güvenemiyor derleyenlere. Alınanlar değiştiriliyor. Yörede söylenen bir kilam bir bakıyorlar ki bambaşka ve yeni sözlerle çıkıyor karşılarına. Çok rastladım, insanlara kaynak verenlerin yakınmalarına, 'benden alıp değiştiriyorlar, tamamen başka bir şarkı çıkıyor ortaya, öyleyse benimle ölsün gitsin' diyenler de vardı.
Ben bu konuda şanslı olduğumu söyleyebilirim. Şimdi cep telefonu üzerinden bana kayıt ulaştıranlar bile var, 'sen saklarsın, kaybolmaz bunlar, değiştirmezsin' diyorlar. Hala kaset ve bant gönderenler var. Hatta aile filmleri ulaştıranlar bile söz konusu... Ortak bilincin ürünü olarak bugüne ulaşmış bir halk yaratması büyük bir tarihi kanıt, bir söz, edebiyat ve müzik kaynağı olarak saygıyla ele almalı. Eski bir halı ya da kilim gibi doğal renkleri, özgün motifleri gözönünde bulundurularak onarılmalı, varyantları ile karşılaştırılmalı.
Aynur Doğan, Beser Şahin, Emekçi...
Derlediğiniz ve sanatçılar tarafından seslendirilen kilamlar var mı? Birkaçından bahsedebilir misiniz?
Evet, birçok sanatçı derlemelerimden yararlanıp söyledi. Ruhi Su ve Sümeyra çok ayrı ve özel bir yere sahipler.
Sırasıyla Şêxo, Birader, Hasret Gültekin, Emekçi, Yılmaz Çelik, Nilüfer Akbal, Beser Şahin, (çok sayıda kişi ve gruplar) ve Aynur Doğan...
Örneğin, babamın bana ulaştırdığı 'Tifang' adlı çok uzun destanımsı bir halk şarkısından küçük bir bölümü Emekçi, ardından Yılmaz Çelik, ondan sonra da Beser Şahin okudular, iki bölümcük. Hemen ardından Mustafa Acar adlı bir TRT sanatçısı enstümental bir derlemesi olarak Bergüzar programında sazla çaldı. Acaba herhangi bir metin gösterebilir mi? Ben derlemelerimden parçaları, ne müzik ne de söz bakımından, 'bir bütün olarak' vermem, başına gelecekleri bilirim. Onları ayrıca kişilere vermeden önce bir noterde kayıt altında tutarım. (Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Pertev Naili Boratav arşivlerinin başına gelenler ortada.)
Dünyanın çeşitli radyolarında yayınladığım Kürtçe Halk Şarkıları kopya kasetler olarak bir biçimde yine bana döndüler...
Filmlerde yayınlananlar da oldu. Örneğin, Erden Kıral'ın Ayna filminde Sümeyra aile ağıtlarımızdan bazılarını da sesle verdi.
Siyabend û Xecê filmi ve Kürtlerle ilgili bir WDR filminde belirgin olarak derlemelerimden müzikleri aldı Ken B. Wood... Siyabend film müziklerinden motifler doksanlı yılların ortalarından başlayarak Türkiye'de büyük dizilere müzik oldu. Örneğin, Ruhi Su'nun 'müzik düşünerek' seslendirdiği (Ruhi Su çok terbiyeli bir sanatçıdır, öyle derdi) Lorka'nın 'Aptal Şarkı'sı da dizilerde adı belirtilmeden çalındı.
Kürtçe yayınlayan bazı dergiler: Yeni Ufuklar Vedat Günyol'a sevgiyle, Yarına Doğru Tahir Abacı'ya sevgiyle, Demokrat Türkiye Dursun Akçam'a sevgiyle, Adam Sanat Memet Fuat'a, Cevat Çapan'a ve özellikle Turgay Fişekçi'ye sevgiyle, Yurt Ansiklopedisi Bingöl maddesi...
"Emeğe saygı önemli"
Kürt müziğinde derleme konusu ne kadar ciddiye alınıyor? Sanatçılar bu konuda ne kadar derlemelerden yararlanıyor?
Yöre, söz ve müziği değiştirmeden, bozmadan derlemeli. Doğal olarak başka söyleyişleri de gözönünde bulundurmalı... Derleme kural ve ilkeleri kitaplarda yazılı.
Emeğe saygı gerek öncelikle, müziğe, sözlere, kaynak kişilere, derleyenlere, transkripsiyon yapanlara, sadık kalarak söyleyen ilk icracıya teşekkür duygularıyla söylenmeli, çalınmalı (hırsızlık anlamında değil) eserler... Kesinlikle adlar, emekler belirtilmeli... Akla estiği gibi yeniden bir tanıdığına söyletip kayıt yaparak derlemelerle, yeniden nota yazdırarak değil.... Bu açılardan bakıldığında ortam ortada. Nazım Hikmet ve Ruhi Su diliyle 'Sabahın bir sahibi var, sorarlar bir gün sorarlar'....
Aynur Doğan'ın yeni albümünde yazdıkları okunmalı. Bunlar örnek alınmalı. Teşekkür etmekle sanatçı ancak yükselir.
Duyduğu bir kilam karşısında ilk belirti şu çoğunlukla, ‘bu türkü şöyle söylenebilir’.... Daha o 'kilam'ın tümünü bile dinlemeden, söyleyecek kişinin halk şarkısını dökeceği kalıbı duymak tüylerimi ürpertiyor.... Olduğu durulukta, olabildiğince temiz söyleme varken, bu özenti neden demekten alıkoyamıyorum kendimi. Otantik söyleme savında olanları bir gözden geçirmeli, her şey bir yana, örneğin ilk hangi dilde söylenmişse o dilde söylenebiliyor mu eser? Değiştirici yenilikçi tutum hangi ölçütlere dayanılarak izleniyor?
Arix, Mîro benim 1965'te yaptığım derlemeler. İkisi de birer ortak yaratı, 'Text Corpus'... Özellikle Arix çok önemli bir 'Text Corpus'... Belki varolan ya da o zelzele sırasında söylenmiş bir ağıda orada yakınlarını yitirenlerin dile getirdikleri acılarını katarak geliştirdikleri bir ağıt kompozisyonu. Çok kişinin acıları ve emekleri var bu ağıtta. Demiştim tüm dörtlükleri kimseye vermedim. Ama zamanla uyduruk, anlaşılmaz bir Kürtçe ile neler eklendi bu ağıda. Ortak bilinç denilen katkılarla bazen bir eser yükselir, bazen de düzeyin düşmesiyle çöker.
Miro'nun eğer başka sözleri bilinseydi ya da benim bilinçle verdiğim kadarıyla arada müzikal farklılıklar olsaydı bugüne dek ortaya çıkarılırdı. Koçgiri'den geriye kalan önemli bir ağıt... Nilüfer Akbal'ın ilk söyleşileri okunmalı... (Ben Miro ile yükseldim anlamında)...Onun için kimi zaman seviniyorum herkese bu eserlerin -söz ve müzik olarak- tümünü vermedim diye. Bunları ortaya çıkarmak dileğindeyim.
"Ruhi Su'nun kayıtları bende duruyor"
Ruhi Su ve Sümeyra Çakır ile geçen yıllarınızdan da biraz bahsetmenizi isteyeceğim.
Ben çok küçük yaşlarda radyo dinlemeyi çok severdim. Radyo, diller, halk şarkıları, dünyaya bakış açıları bakımından benim için büyük bir olanaktı o dönemlerde. Türkçe yapılan hemen hemen tüm yayınları dinlediğim gibi, çeşitli dillerdeki müzik ve söz yayınlarını da izlerdim. Nazım Hikmet Budapeşte Radyosu’ndan kendi sesiyle şiirlerini yazdırırdı, ben de yazar ezberlerdim. Nazım Hikmet tehlikeli görülürdü, biliyorum. Bir gün Budapeşte Radyosu’nun bir Türkçe yayınında oraya gönderilmiş bir banttan Ruhi Su dinledim. Hemen ilgimi çekti ve korkutulduğum halde, güvendiğim bazı kitapçılara danıştım. Daha sonra çok küçükken tanıdığım Gemi Kitabevi sahipleri Hadi Olca - Nuran Olca büyüklerime danıştım, plakları nasıl bulunur diye. Plakları yok dediler. Kurtuluş'taki Reha Bey de bana onun yasaklı biri olduğunu, başımı belaya sokabileceğimi söyledi. Ama bu merak beni 1964’te Ruhi Su’ya kavuşturdu.
Ben 16 yaşındaydım. Bu andan başlayarak derin bir dostluğa adımlar attık. Ruhi Su’nun evlerde yapılan kayıtları ve master bantları bendedir ve korunur. Birlikte de söylerdik... Ruhi Su bütün çalışmalarında beni ciddiye alır o konuda halk şarkısı bilip bilmediğimi sorardı. Behçet Soğuksu, Ruhi Su üzerine doktora çalışması yapmış. İnternette bulunabilir. Sen nasıl düşünürsün derdi. Beğendin mi sorusunu çocuklara da sorardı. İçtenliğime, olabildiğince kaynağına uygun söylediğime inanır türküyü bana da söyletir dikkate alırdı. Vedat Günyol, Ruhi Su’nun ölümü üzerine yazmıştı.
Birkaç örnek vermem gerekirse...
‘Gel benim derdime bir derman eyle’, ‘Hazreti Şahın avazı’, ‘Karşıda görünen ne güzel yayla’, ‘Sultan Suyu gibi çağlayıp akma’, ‘Gam elinden benim zülfü siyahım’, 'Gam çekme haline divane gönül‘, ‘İnsan kısım kısım’ bana Sabahattin Eyüboğlu’nun öğrettiği gibi...‘Mızıka çalındı’ bana Sabahattin Eyüboğlu’nun öğrettiği gibi...
"Benim derlemelerime sadık kaldı"
Başkalarınca söylendikleri halde bunları benim derlediğim biçime bağlı kalarak söyledi.
Benim adımın geçip geçmemesi hiç önemli değil. Dostluklar ne fotoğraflarla ne de isim geçmekle dostluktur ya da kanıtlanır. Dostlukların önemli bir yanı dostun dosta zarar vermesini önlemek olmalıdır. İkimiz de aynı yolun yolcusuyduk, benim gitmem söz konusuydu. Parti görevi olmasaydı, öncesinden Pertev Naili Boratav’ın yanına gitmek, Paris’te halk edebiyatı ile uğraşmak vardı gündemde...
Ruhi Su'dan bir örnek vereyim:
"Sevgili Hüseyin, sana Köroğlu'na vekaleten teşekkür ederim. Ruhi Su"
Bu her şeye değer benim için. Ya da Kürtçe söylemesi, sahnede bile icra etmesi. Bir kezinde tanık Ahmet Aras büyüğümdür. Master bandlarını bana emanet etmesi. Mektupları. Bütün noter sözleşmeleri. Buna rağmen hiçbir belgeselde benim adım geçmez. Ruhi Su ile ilgili yazı derlemelerinde bir paragraf dışında dışlandım. Tıpkı Aşık Veysel ile ilgili bir kitapta olduğu gibi, yanız benim yazım konmadı kitaba.
Benim çabam olduğu halde Ruhi Su’nun yurtdışına daveti de benim adım dışında söylendi. Ancak kültür bakanı İstemihan Talay koruncasında yapılan bir etkinlikte adıma ve bazı bilgilere yer verildi. Gönderdiğim çelenkte Grass, Böll, Wallraf, Lenz, Drewitz, Bierman adları kaldı, ama Sümeyra’nın adı ve benim adım çıkarıldı.
Önemli mi? Hayır, önemli olan Ruhi Su ve dostluğumuzdur.
"Kürt sözcüğü halk şarkılarından temizlendi"
Ruhi Su’nun Kürt müziği ile ilgili düşünceleri nasıldı? Bu konuda gözlemlerinizi öğrenebilir miyiz?
Ruhi Su çok zor koşullarda büyük bedeller ödeyerek, ciddi bir müzik eğitimi almış kişidir. İlerici bir dünya görüşü vardır. Klasik müziği bilir, halk müziği, halk yaratıları içinde büyümüştür. Derleme ve araştırmalarla bunlar üzerinde derinleşmiştir. Hem yerel hem de evrensel kavrayışla dili, sanatı, edebiyatı, müziği, eleştiriyi, dramaturjiyi, kurguculuğu, tümüyle kültürü, politikayı, ekonomiyi, felsefeyi, kuramı çok iyi bilir. Yerelden evrensele, evrenselden yerele geçişleri başarır. Bütün bunlar onun uygulamalarına yansır. Sazında ve sözünde, ezgilerinde vardığı duruluk, yalınlık buradan gelir. Ruhi Su hafiflik veren ses oyunlarını sevmez, çok iyi çaldığı halde sazda mızrap oyunlarına gitmez. Yalın ve duru, soylu çalışı ve söyleyişi oradan gelir. Kürt halk şarkılarındaki doğallığı da bu yüzden severdi. Belirttim, söylediği beş ezgiyi bu anlayışla söyledi. Ne yazık ki dördü kayıp biri var bende. Bazı Türkçe söylenmiş halk şarkılarında geçen ‘Kürt’ sözcüğü bile ‘temizlenmiştir’ o dönemde. ‘Tarıyor ormanı Kürtler görünmez’ ya da ‘Vurun Kürt uşağı namus günüdür’, ‘Karşıda Kürt evleri’ ve ‘Gelini gelini Kürdün gelini’.
Daha sonra görüştüğümüzde Ahmet Kaya’ya içinde Kürt sözcüğü bulunan halk şarkıları söylemesini önerdiğimde çok heyecanlanmıştı. Ona ‘Gelini gelini Kürdün gelini’ uzun havasını mırıldanmıştım, söyledi ama uzun hava biçiminde değil. Bu en nazlı uzun havalardan biridir. Ha-va-dar sözcüğü Kürt dilinin Türkçe’ye verdiği sayısız hediyelerden biridir.
Aynı biçimde, değerli çalışmalar veren Rohat Alakom’a da daha yazarlığa başlamadan önce Türk Edebiyatı’nda Kürt sözcüğü geçen bölümleri ele almasını önermiştim. Bunu yaptı. Mehmed Uzun ve Mahmut Baksi ve daha niceleri gelir giderdi bana.
Ruhi Su yalnız master bantlarını değil, bütün ev repertuar çalışmalarını, derlemelerinin birçoğunu bana ulaştırdı. Ölümünden kısa bir süre önce iki saate yakın bir konuşma gönderdi bana. Sesi ve sazıyla ilgili olarak hastalık nedeniyle kapıldığı umutsuzluğu, gönderdiğim bir teybe 'Ezgili Yürek' şiirlerini okuyarak umut oldu, umut dağıttı.
Ve bana kendi sesiyle bir yetki verdi: Hüseyin açıklığa kavuşturur!
bianet Kurdî editörü. Marmara Ünivesitesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Aynı okulda ve aynı bölümde yüksek lisans yapıyor. Birgün, Dicle Haber Ajansı (DİHA), Dem Tv, Rûdaw TV...
bianet Kurdî editörü. Marmara Ünivesitesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Aynı okulda ve aynı bölümde yüksek lisans yapıyor. Birgün, Dicle Haber Ajansı (DİHA), Dem Tv, Rûdaw TV ve Sputnik Kurdistan’da muhabir, editör, haber müdürü ve şef editör olarak çalıştı. "Haber Analizi ve Arşiv İncelemeleriyle: Türkiye'de 9 Gazete" kitabına katkıda bulundu. "Çîrokên Şêwra Ermenan" (Cervantes Yayınları) ve "Guldesteyek ji Baxê Rewanê" (Sor Yayınları) adlı kitapları bulunuyor. 2023 Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülü (Kürtçe haber dalında) sahibi.
Sırrı Süreyya Önder: “Uzun bir geleceği düşünüyoruz”
Kürt sorununda çözüm tartışmalarının en önemli isimlerinden biri olarak İmralı Heyeti’nde yer alan Sırrı Süreyya Önder ile barış süreçlerinde çoğu zaman göz ardı edilenleri konuştuk.
Sırrı Süreyya Önder, nereli? Kürt mü, Alevi mi? Hangi filmleri çekti? Dijital bilgi kaynaklarında adını arattığınızda onun hakkında en çok merak edilen sorular bunlar. Ama onun hikâyesi, arama motorlarına sığmayacak kadar derin ve virajlı.
1962’de Adıyaman’da başlayan hayatı, uzun yol şoförlüğünden cezaevi yıllarına, sinemadan siyasete uzanan bir yolculuk oldu. Türkiye’nin her köşesinde bir hikâye biriktirdi; o da hikâyeleri hem perdeye hem de meydanlara taşıdı. Siyasete adım attığında da hikâye anlatıcılığını bırakmadı —bu kez barışın, ortak bir geleceğin mümkün olduğunu haykırarak. Çözüm Süreci döneminde, 21 Mart 2015'te milyonlarca insana barış mektubunu okuyan yine o oldu.
Sırrı Süreyya Önder, şimdi yine “Yüreğimiz elimizde, barış için geziyoruz,” diyerek yollarda. Kürt sorununda çözüm tartışmalarının en önemli isimlerinden biri olarak, İmralı Heyeti’nde.
Uzun yolların ve ağır kelimelerin insanı Sırrı Süreyya Önder’le, barış süreçlerinde çoğu zaman göz ardı edilenleri ve sürecin halet-i ruhiyesini konuştuk.
Öcalan’la yeniden görüşme
Abdullah Öcalan’la görüşen heyette olmak sizin için nasıl bir his? Onu yıllar sonra gördünüz. İlk anda aklınızdan neler geçti?
Bu soruya kişisel bir bağlam ekleyerek cevap vermek isterim.
Benim için öncü siyasetçiler, birçok özelliğinin yanında hakikat arayışında olan kişilerdir ve bu hakikat de herkese alenidir. Siyasette kişinin konumu değil, dile getirilenin, konuşulanın, çözülmek istenenin içeriği daha çok dikkatimi çeker. Yani hedef ya da amaç benim için birincildir. Söz konusu ettiğimiz şey, toplumsal barıştır. Bunun için küçük ya da birileri tarafından basit olabilecek kanaatler bile, değerler kadar kıymetlidir. Kürt sorunu, barış gibi konular, hep düşünülen ama hissetme noktasında tıkanan konular olmuştur.
Hissetmek denildiğinde bir şeyi ya da bir fikri temsil etme anlaşılmıştır. Aynı zamanda his, kavramsız bir görüyle sınırlandırılarak duygusal bir alana hapsolunca ya bir yanda kalakalmış ya da içeriksizleştirilmiştir. Bu anlamda Öcalan, neredeyse şirazesi kopmuş bir kitabı, Kürtler ve Türkler bahsini yeniden ele alıyor ve ben de tanıklık ediyorum; aklıma gelen ilk şey, bu tarihi bir an ve fırsattır. Uzun bir geçmişten geliyoruz ve uzun bir geleceği düşünüyoruz, buradan da diri, eşit, adil ve özgür bir insan soyu duygusu… Kurutulmuş bir dalı yeniden yeşertme çabası. Bu, aklımdan geçen bu…
*İmralı Heyeti üyeleri, Abdullah Öcalan ve İmralı’da bulunan diğer mahpuslar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş, 27 Şubat 2025. (Fotoğraf: DEM Parti)
Görüşmelere giderken heyette nasıl bir duygu paylaşımı vardı? Yol boyunca sizi hangi düşünceler meşgul etti? Üstelik dozu bir hayli yüksek eleştiri, kaygı ve sitem sağanağı altında.
Bir şeyi çözemediğimizde burkuluruz. Toplumsal ve siyasal olarak kimi sorunlar babında bir demans tutumumuz vardır. Kimi ilaçlar alıyoruz ancak ilaçlar kadar (öneri, çözüm ve söz) yürümek de önemlidir. Biz ikinci keredir yola çıktık… Bizi ‘boş yapanlar’dan ayıran da budur: Hareket etmek. Hareket ettikçe beynimiz ve kalbimiz açılır; algılarımız artar, bilinç düzeyimiz yükselir; böylece ruhsal erozyona karşı durulur. Biz yürümek istiyoruz ve birileri de elbette durdurmak isteyecektir.
Bu anlamda Schopenhauer’ın bir zamanlar felsefe için söylediği kimi imaları siyaset için de söyleyebilirim: “Siyaset çok kafalı bir canavardır ki her biri ayrı bir lisanla konuşur… Siyasetçi ise gece vakti nara atıp insanları rahatsız eden külhanbeyleri gibidir…” İşte biz, yola çıkmıştık, elimizdeki tek harita da İmralı’ydı… Yol burayı gösteriyordu ve bizim idealimizdeki siyasetçi sürekli yolda olan kimseydi… Biz de yoldaşlarımızla beraber yoldaydık yine… Herkes tarafından anlaşılmak önemli, kendimizi de bu yolda anlamak ve geliştirip dönüştürmek daha önemli. Önümüzdeki yol da arkamızdaki yol da bizimdi. Üstelik arkamızda bin yıllar vardı ve Öcalan, egemenler tarafından yıllarca derinleştirilen bir kuyudan çıkmak için ip örüyordu…
Ben ve Pervin Buldan, bu yolculukta bunları konuşuyorduk durmadan.
“Tarih meleği”
Bunca yıl sonra hem ilk sürecin içinde bulunmuş hem de bugün yeniden bu sürecin parçası olmuş biri olarak, barış mücadelesini insan ömrü üzerinden nasıl tanımlarsınız?
Barış için savaşmak insanı genç kılar, sonuç alınırsa da mutlu olunur. Tarih Meleği diye Walter Benjamin’den bize kalan bir metafor vardır. Bu meleğin yüzü geçmişe çevrilidir… Bize bir olaylar zinciri olarak görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Burada biraz daha kalmak istiyor melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek için. Ben de şu üç günlük dünyada bu melek gibi çekip gitmeden bunları yapmak istiyorum ve bunları yapmak isteyenlerle de bir arada olmak mutlu ediyor beni. Melek bunu başaramıyor, çünkü cennete çağrılıyor ve ölüm diye bir şey yok onun hayatında. Bense, barışı görmek istiyorum… Yürüdüğüm yol da bana daha çok yürü diyor. Türküdeki gibi.
Ömür bir nefes arası…
Her kişi hayatını anlamlandırmaya çalışır. Barışla ve özgürlükle anlamlandırmak hoştur. İnsana yakışandır. Bazen bir insan ömrünü aşar. Bizden önce hayatını buna adayanlara da borcumuzdur.
*Önder ve kızı Ceren, Kocaeli 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'ndeki görüşte.
İlk Çözüm Süreci’ndeki hislerinizle bugünküler arasında nasıl bir fark var? O dönemki umutlarınızla bugünkü beklentileriniz arasında nasıl bir değişim oldu? Bir kıyaslama yapacak olsanız, neyin daha zor/kolay ya da daha farklı olduğunu söylersiniz?
Tarih meleğinden bahsettim, tekrara düşmek istemem; hislerimi de dile getirdim zaten. İki dönem ya da iki süreç arasındaki fark, tarafların değişimiyle ilgili bir durumdur ki fark zaten değişim demektir ve her değişim hareketi üretir; her taraf kendince farkı belirler, karşılaştırma ve anlamlar yükleme dönemi diyebiliriz belki buna. Nihai çözüm ise farkların ortadan kalkıp bir çözüme ulaşmaktır…
“Çağların günahından arınmaya çalışıyoruz”
Geriye dönüp baktığınızda “Keşke şunu daha farklı yapabilseydik” dediğiniz bir şey var mı?
Yapabilseydik, ya da olmadı, oldu gibi ifadelerin açıldığı tek kapı suçluluktur ve bu kapıdan içeri girdiğiniz zaman sizi iki şey karşılar: Pişmanlık ve günahkârlık. Benim pişman olduğum ve günahını üstüme aldığım bir durum yok. Çağların günahından arınmaya çalışıyoruz. Bu meselede de tarihte, felsefe ve sanatta gördüğümüz bir şeyler vardır: Bağışlama ve bağışlanma. Amaç da acının ortadan kalkması… Acı ortada var oldukça ceza ve suç da büyüyor. Denedik, bir daha deniyoruz, hayatımızı buna verdiğimiz için de keşkelerim yoktur. Ne zaman ve ne kadarını yapabiliriz derdindeyim…
Bu süreçte en çok zorlandığınız ya da yalnız hissettiğiniz anlar hangileriydi?
Ahmaklıktan başka beni yalnız hissettirecek hiçbir şey yoktur. Onunla baş etmek zordur. Mesela Nevşin Mengü benim İran’da ya da Suudi Arabistan’da irtica deneyimleme stajına gönderilmemi istedi. Üstelik de çok lümpen bir dille talep etti bunu. Ertuğrul Özkök hep gülen yüzüme taktı kafayı ve tam üç yazı yazdı. Bir gün bile yerinden kıpırdamadığı hak mücadelesi kulvarında benim hakkı yenenler arasında bir hiyerarşi oluşturduğumu söyledi. Bence takıldığı gülümsememdi. Bir gün ona ameliyata girerken, cezaevine girerken, hep gülümseyen fotoğraflarımı göndereceğim. Beni tanıyanlardan dinleyebilir, anılarını yazanlardan okuyabilir, ben işkencelerde ve ölüm oruçlarında bile gülmeyi unutmayan birisiyim. İşte bu ve benzeri ahmaklıkların karşısında zorlanıyorum bazen.
Ne yaparsınız böyle zamanlarda?
Sakinlik ve cesaret limanına demirlerim. Orada bileşimi çok sağlam bir dip kayalığı vardır çünkü. Gerisi tarihin hükmüdür. Birlikte ya da birkaç eksikle birlikte göreceğiz.
*Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk. (Fotoğraf: DEM Parti)
Barış
Barışı sadece bir müzakere süreci olarak mı görmek gerekir, yoksa barış aynı zamanda bir toplumsal hafıza ve duygu değişimi mi?
Barışı barış olarak görmek gerekli…
Sizce bu tür süreçlerde en büyük yanılgılar neler oluyor?
Hatalı bilgilerden, bu mesele çözülmez gibi dogmatik söylemlerden kaçınmak gerekli. En büyük yanılgı, hatalı bilgiler ve hatalı bilgileri kategorize ederken kullanılan kimi ölçütlerdir, buradan bir fikir çıkmaz. Şimdi Öcalan üzerinden bir fikir ortaya çıktı ve hepimiz bu fikrin ete kemiğe bürünme aşamasındayız. Fikri olgunlaştıran da sabır ve zamandır…
Daha önce yaşanan sürecin nasıl sonuçlandığını düşündüğünüzde, sizi en çok endişelendiren ihtimal ne?
Olumsuzlukları ve kötü sonları düşünmek istemem ve şimdiden endişeden söz etmek de pek yerinde değildir. Korku ve endişe, bir fikir olmadığı zamandır ama şimdi, bir fikir var.
Devlet Bahçeli ile görüşmelerinizde nasıl bir psikolojik ortam vardı? Sizinle konuşurken samimi miydi, yoksa daha çok politik bir mesafe mi hissediyordunuz? Ve şunu da merak ediyorum, Habertürk yayınında onu “övdüğünüz” için eleştirildiniz, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Eleştiri ciddi bir şeydir; olduğu zaman değil, olmadığı zaman üzülmek gereklidir. Bir soruyu yanıtlamak, bir sorunu çözmek için de eleştiri şarttır ve hatta, deminden beridir dile getirdiğim yürümek bahsi için de yol göstericidir, haritadır; yeter ki tutarlı, uygun ve yeterli olsun… Sayın Bahçeli bir fiskeyle birçok tabuyu yerle bir etti. Neler bunlar hatırlayalım. Bu cumhuriyet Kürdün de cumhuriyetidir dedi, ve ‘Kürt kökenli’ inkarını dil ve resmi söylem alanından defetti. Sayın Öcalan’ı Meclis'e davet etti. “Kurucu Önder” kavramını kullandı. En önemlisi “Geleceği birlikte kuralım,” dedi. Bunun yarısını söyleyen herkese teşekkürü bir borç bilirim.
Barış, sizin için siyasi bir mesele olduğu kadar da…
Soruyu bir cümleyle tamamlayayım: Barış, herkesin kendi hayatını yaşamasıdır… (TY)
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından...
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından beri "Küba" isimli köpekle ev arkadaşı.
Kahramanlara ve kahramanlığa inanmayan bir devrimci
İletişim Yayınları’nın “Sol Bellek” dizisi kapsamında yayımlanan bu kitap, sadece Dr. Selim Ölçer’i tanımakla kalmayıp, aynı zamanda Türkiye’nin uzun ve zorlu bir dönemine dair bellek tazelemenizi de sağlıyor.
“Hekimlerin özlük hakkı için pek çok eylem yaptık, doğrudur. Bu eylemler hastaya zaman ayırma, basın toplantıları ve açıklamaları, muhtelif öneriler, sendikalaşmak için memur sendikalarının kurulması için çabalar, aktif olarak bunların içinde yer almak gibi birçok unsur içeriyordu. Ama günün sonunda diyebilirim ki, biz özlük haklarımız için en çok sokağı kullandık. Neredeyse altı ayda bir, senede bir yürüyüş yaptık. Hekimlerin özlük hakları ve mesleki şartları için. Bu yürüyüşlere katılımlar hiç de fena değildi. Hep iyi sevideydi. Ama nedense, bir kez, o da Turgut Özal döneminde maaşlarımıza yapılan yüzde yüz zammın dışında önemli ölçüde bir kazanımımız olduğunu söyleyemem. O kadar kullandık, o kadar uğraştık ama başarılı olduğumuzu söyleyemem. Özlük hakları bağlamında birtakım başarılar veya çözümler elde edebilmek için yaptığımız mücadele hep sonuçta bir şekilde akamete uğradı.”
Kitap, Özen B. Demir ve Onur Erden’in Dr. Selim Ölçer ile yaptığı, iki bölümden oluşan uzun bir söyleşiden oluşuyor. Ayrıca, Dr. Şükrü Hatun ve Dr. A. Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile 2013 yılında Vecdi Erbay’ın Ölçer’le yaptığı bir başka söyleşi de yer alıyor.
İletişim Yayınları’nın “Sol Bellek” dizisi kapsamında yayımlanan bu kitap, sadece Dr. Selim Ölçer’i tanımakla kalmayıp, aynı zamanda Türkiye’nin uzun ve zorlu bir dönemine dair bellek tazelemenizi de sağlıyor. Kitabı okudukça, bilmediğiniz pek çok şeyi öğreniyor, bazı konular üzerine yeniden düşünmeye başlıyorsunuz.
Kitabın arka kapağından:
“Selim Ölçer, '68’li bir hekim. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi (MK) Başkanlığı yapmış bir hekim hareketi eylemcisi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) kuruluşuna emek vermiş bir insan hakları savunucusu. Kürt kimliğinin tanınma mücadelesine bir toplum önderi -ve bir- muhabbet adamı. Silvan’dan başlayıp Ankara’da tıp fakültesi, Tatvan’da mecburi hizmet, Ankara Numune Hastanesi ve tabip odaları üzerinden, 2000 yılından beri Diyarbakır’da süren dopdolu bir hayat…”
Evet, kitap elinizde akıp giderken, yalnızca Dr. Selim Ölçer’in yaşamına değil, ülkenin toplumsal ve politik geçmişine de tanıklık ediyorsunuz. Ölçer, anlatımında oldukça samimi; hem öz eleştiri yaparken hem de birlikte mücadele ettiği insanları anlatırken içten bir dil kullanıyor.
1948’de Silvan’da doğan, 1962’de lise eğitimi için Ankara’ya gelen, 1972’de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Ölçer, öğrencilik yıllarında iki arkadaşıyla birlikte Sosyalist Fikir Kulübü’nü kurdu. Mecburi hizmetini Tatvan’da yaptı, ardından 1977-1980 yılları arasında Ankara Numune Hastanesi’nde Kulak Burun Boğaz (KBB) ihtisası yaptı ve uzun yıllar burada şef muavini olarak çalıştı. 1993 yılında Türkiye KBB Vakfı’nın kurucularından biri oldu. 2000 yılında memleketi Diyarbakır’a döndü ve 2004’te emekli olmasına rağmen mesleğini icra etmeye devam etti.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: Gazete Duvar)
Dr. Şükrü Hatun’un sunuş yazısından bir alıntı:
“O yıllarda içinde birçok insanın olduğu, bir tür beraberce büyük bir halaya durduğu sıra dışı bir topluluktuk ve beraber soluk alıp veriyorduk diyeceğimiz kadar birbirimize yakındık ama bu topluluğun kalbi Selim Abi’ydi. Belki daha doğrusu ve onun tercih edeceği şekilde söylersem ‘Hepimiz birlikte atan büyük bir kalptik.”
Dr. Selim Ölçer, 1986-1990 yılları arasında Ankara Tabip Odası (ATO) Yönetim Kurulu Başkanı, 1990-1995 yılları arasında TTB Merkez Konseyi Başkanı, 2000-2003 yılları arasında ise TİHV Genel Sekreteri olarak görev yaptı. Ölçer, hekim ve insan hakları mücadelesinde uzlaşmacı kimliğiyle öne çıkarak çalıştığını belirtip ekliyor:
“Kavga-dövüşü benimsemedim, hep uzlaşmacı, hep barıştırıcı kimliğimi kullandım, öyle öne çıktım. Bunu ‘böyle yapayım, iyi olur’ diye yapmadım. Ben böyle bir insanım çünkü ya…”
1995 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nden milletvekili adayı olan Ölçer, Diyarbakır’da Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği ile Mezopotamya Vakfı’nın kurucuları arasında da yer aldı.
Kitabın 246. sayfasından bir alıntı:
“Velhasıl ben çok iyi şeyler de yaşadım, çok sıkıntılara da tanık oldum. Ama genel olarak iyi bir hayat yaşadığımı söyleyebilirim. Üzüntülerimle, sevinçlerimle… Zaten hayat tam da böyle bir şey değil mi? Kuşkusuz, ben de bir insanım. Hatalar yapmış olabilirim. Kimilerini üzmüş, kimilerini kırmış olabilirim. Kimilerine karşı ayıp da işlemiş olabilirim. Ama inan, hiçbir zaman asla bilinçli bir biçimde ben kimseye zarar vermedim, vermemeye çalıştım. Kimseyi kırmamaya çalıştım. Yalan söylemedim. İnsanların duygularını, ekonomik durumlarını asla ve kat’a sömürmeye çalışmadım. Bunları yaparken hep, işte o 68’deki inandığım şeylerle ayakta kalmağa çalıştım.
“Ben hala ‘o’yum aslında, biliyor musun? 68’in devrimcisiydim (…) Ben hep 68’in naifliğiyle hala ayakta duruyorum. Biz hayata çok güzel baktık. 68’in o naif, o insanları kırmayan, kavga dövüşe, şiddete, zulme eziyete karşı duran insanların, o devrimci naif tarafını hala kendi içimde taşıyorum (…) O zaman da demiştim, ‘Kahramanlıklara ve kahramanlara karşıyım,’ diye. Yani ben sadece kahramanlıklara ve kahramanlara inanmamakla kalmıyorum, aynı zamanda karşıyım.
“Eğer bir toplum kahraman üretiyorsa orada bir problem vardır. Orada insanların canını sıkan bir şey vardır. Yani onun için, mümkün olduğunca bu toplumda beraber, ortak, dayanışma içinde bir barış ikliminin kurulması ve yaşatılabilmesi için kendimce bir yaşam sürdüm. Ne kadar becerdim, bilmiyorum. Sürçülisan edip kimilerini kırdıysak, kimilerini üzdüysek de affola.”
Dr. Selim Ölçer kitabı, bellek tazelemek için önemli bir araç.
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Sosyal Hizmet Uzmanı ve Kamu Yönetimi Uzmanı.. bianet'e yaşlılık ve diğer sosyal hizmet alanları ile hayatın sair ve şiir hallerine dair yazılar yazıyor. www.yasliyimhakliyim.com adlı kişisel web...
Sosyal Hizmet Uzmanı ve Kamu Yönetimi Uzmanı.. bianet'e yaşlılık ve diğer sosyal hizmet alanları ile hayatın sair ve şiir hallerine dair yazılar yazıyor. www.yasliyimhakliyim.com adlı kişisel web sitesi var.. Emekli.