Sümeyra Çakır ve Hüseyin Erdem. Fotograf: Hüseyin Erdem arşivi
Müzisyen Sümeyra Çakır’ın Kürtçe kaset çalışmasının hikayesini öğrenmek isterken Hüseyin Erdem’le kesişti yolum. Çakır’ın Kürtçe ile tanışması, Kürtçe şarkılar söylemesi, sonrasında bir kaset çıkarması Erdem’in sayesinde ve yardımlarıyla olmuş.
Ancak Erdem sadece Sümeyra Çakır’ın Kürtçe müzik yolculuğunda yer almış bir isim değil. Uzun yıllar boyunca Kürtçe müzik ile ilgili çalışmalar ve derlemeler yapmış, Kürt müziğine önemli katkılar sunmuş. Zamanında Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Nedim Otyam, Melih Cevdet Anday, Musa Anter, Mehmed Uzun, Mahmut Baksi, Ruhi Su gibi isimlerle birlikte aynı ortamlarda bulunmuş, kimisinden ders almış, kimisiyle beraber çalışmış. 1970 yılında gerçekleşen askeri darbeden dolayı yurtdışına, Almanyaya gitmek zorunda kalan Erdem, Türkiye’de yürüttüğü derleme çalışmalarını da o tarihten itibaren Almanya’da sürdürüyor. Bunu da şöyle açıklıyor:
“Şimdi cep telefonu üzerinden bana kayıt ulaştıranlar bile var, 'sen saklarsın, kaybolmaz bunlar, değiştirmezsin' diyorlar”.
TIKLAYIN - Sümeyra Çakır: Siwara Çûçikan*
Nilüfer Akbal ve başka sanatçıların da okuduğu “Arix” ve “Mîro” şarkıları, Erdem’in derlediği iki eser. Birader, Hasret Gültekin, Emekçi, Yılmaz Çelik, Beser Şahin, Aynur Doğan, Şêxo ve başka sanatçılar da derlemelerini seslendirmiş. Ancak bu ve daha pek çok derlemede ismi geçmemesini “Teşekkür etmekle sanatçı ancak yükselir” diye karşılık veriyor.
Hüseyin Erdem hayatını, müzikle tanışmasını, Kürt müziğine katkılarını ve daha fazlasını bianet’e anlattı.
Hüseyin Erdem’i tanıyabilir miyiz? Kimdir Hüseyin Erdem?
Ben, Bingöl’ün o zamanlar Kiğı ilçesine bağlı Xolxol (Holhol, Yayladere) köyünde 1949’da doğmuşum. Ailem hem İstanbul’da hem de köyümüzde yerleşikti. Yaşamım İstanbul’da geçti, orada ilkokuldan İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirinceye dek eğitim aldım. Hukuk öğrenimimden önce bir yıl okuduğum Türkoloji’yi – özellikle Osmanlıca için- dört yıl boyunca koşut izledim... Yanı sıra üniversite dışında da konuk öğrenci olarak İstanbul Belediye Konservatuarı’nda ilgi duyduğum Halk Müziği ve Tiyatro dallarında özellikle büyüklerim ve dostlarım Nedim Otyam’ın, Vedat Günyol’un ve Melih Cevdet Anday’ın destekleriyle derslere katıldım.
1969’da “Yeni Ufuklar Dergisi“nde yazmaya başladım. Çok küçük yaşlarda daha ilkokula başlamadan dillerle tanıştım. Evde Kurmanci konuşurduk. İlk sokak dilim Tatarca, sonra Rumca, ardından da Türkçe… Kurtuluş İlkokulu’nda 9 yaşımdayken İstanbul Radyosu Çocuk Saati programı ve orada tanıdığım sanatçılar, Münir Ceyhan, özellikle Yıldırım Önal örnek almak bakımından ilk yıllarda etkili oldular üzerimde. O zamanlar her yerde bilinmeyen ses alma aygıtlarını tanıma olanağı buldum. Bir ses alma aygıtı edinmemiz ve onu kullanabilme bana hiç bilmeden derlemeci olmanın kapılarını açtı. Dedemin, ninemin, annemin, babamın, amcamın akrabalarımızın seslerini, -bugünün çocukları bilgisayarla nasıl uğraşıyorsa-, kaydetmek, bana bugün büyük bir derleme kaynağı sağladı.
"Küçük yaşımdan itibaren pek çok yazar ve sanatçı ile tanıştım"
Şişli Ortaıkulu Türkçe öğretmenimiz Münire Hanım beni Yeni Ufuklar Dergisi’ne abone etti.
Genç yaşta Ruhi Su, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol, Halikarnas Balıkçısı, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Pertev Naili Boratav, Mina Urgan, Halet Çambel, Avni Arbaş gibi adları buraya sığmayacak kadar çok insanları tanıdım, onlarla dost oldum. Her hafta Sabahattin Eyüboğlu’nun evinde yapılan Pazartesi Akşamları’na katılmam yepyeni bir dünyanın kapılarını aralıyordu bana. Halk kültürlerine ve dillere olan ilgim nedeniyle Pertev Naili Boratav özel olarak ilgilendi benimle. Bunlarla ilgili şu kaynaklara bakılabilir. Azra Erhat yazısı/ S. Eyüboğlu Sözcükler Dergisi ve V. Günyol yazısı, Gösteri, Adam Sanat, Güney...
Pertev Bey, zaten içinde olduğum Kürt sözlü geleneği ile ilgili olarak "Bir gün bunlar paha biçilmez değerler olacak" diyerek dikkatimi özellikle o konuya çekti ve derleme yapabilmenin özünü paylaştı benimle. Bu aydınların her biri, işin bir başka yanıyla ilgili sorularla destekliyorlardı beni. Mitoloji Sözlüğü başta olmak üzere birçok çalışmaya imza atan Azra Erhat’ın Grekçe ve Latince öğretmesini, etimoloji yönlendirmelerini unutamam.
Sonra, Türkiye’nin o dönemler en büyük kültür etkinliklerine program yazıp sunma ile daha geniş bir ilişkiler ağı içinde buldum kendimi. Bu ortam, insanlara ulaşma olanağını genişletiyordu. Aziz Nesin’in Bak Sözcükler Dergisi’ndeki yazısı bu ortamı anlatıyor.
"71 Cuntasından sonra yurtdışına çıkmak zorunda kaldım"
Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nda çalışmak, her biri önemli değer olan arkadaşlarımla emek birliği içinde olmak, büyük bir kültürel zenginlikti benim için. Musa Anter, Dev-Doğu’ya gelir giderdi. Orada Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’na benzer bir çalışma örgütledim. Ama baskılar, gelen 1971 Cuntasıyla işler yarıda kaldı.
Yurtdışına çıkmak yeni diller ve kültürlerle, yazar ve sanatçılarla tanışmak, üniversitelerde yeni bölümler bitirmek, ufuklar açıyordu bana. Alman Dili ve Edebiyatı (Germanistik), Slav Dilleri ve Edebiyatları (Slavistik), Devletler Hukuku, Genel Dilbilimi gibi bölümleri Magister derecesiyle Almanya’da bitirdim. Moskova’da Maksim Gorki Enstitüsü’nde dil ve edebiyat sertifikası aldım.
"Kürt halk şarkıları ve destanlar anlatılırdı evimizde"
Müzik ve özel olarak Kürt müziğine olan ilginizden bahsedebilir misiniz?
Müzik içinde doğdum diyebilirim. Baba tarafından dedem Kürt bir Alevi öncüsüydü. Kürtçe Alevi deyişleri ile yoğrulmuştur ruhum. Dedem, anne ve baba tarafından iki büyük annem, amcam, babam, annem, yengelerim, akrabalarımız her olanakta, her konuda Kürt halk şarkıları söylerlerdi. Masallar, destanlar anlatılırdı evimizde. Hem köyümüz Xolxol’daki hem de İstanbul’daki evimizde. Kürtçe biliyorsam bunu bu eserlere borçluyum. 50'li yıllarda Latin alfabesiyle Kürtçe yazılı eser bulmak çok zordu. Sözlü gelenek baskı altındaydı, ancak derleme yoluyla ulaşılarak çeşitli yaratılar bir kaynak haline dönüştürülebilirdi...
O dönemlerde Türkiye dışından yapılan çeşitli Kürtçe radyo yayınları biricik kaynaklardı. Bağdat, Erivan, Tebriz, sonraları Kahire radyoları çok iyi dinlenebiliyordu İstanbul’dan. O yayınları o zamanlarda az bulunan ses alma aygıtlarıyla kaydediyordum küçük yaşlarda. Bugünkü çocukların bilgisayara, cep telefonlarına olan ilgileri, benim için o zamanlarda radyo, pikap, gramafon ve magnetofon (ses alma aygıtı) uğraşım ile karşılaştırılabilinir. 9 yaşımda yaptığım bazı kayıtlar hala elimde... Kürt dili ve kültürü üzerinde baskı, dayatılan yokluk, insanı derlemeci de yapabiliyormuş. Bu sayede binlerce derleme oluştu. Destanlar, halk şarkıları, tekerlemeler, bilmeceler, atasözleri, dualar, beddualar, masallar, efsaneler, dağlarla, çeşmelerle, ırmaklarla, ağaçlarla, hayvanlarla, ....... ilgili söylence ve çeşitli anlatılar besliyordu ruhumu, bilincimi, dilimi, kültürümü.
Ama aynı biçimde Türk halk yaratmalarını, sonradan öğrendiğim Tatarca, Rumca sayesinde o dillerin yaratmalarını ve çözmeye çalıştığım Ermenice ve İbranice yaratmaları da aynı sevgiyle izlediğimi söyleyebilirim. Daha sonraları bölge ve ağız özelliklerini de arar oldum.
Evimize gelip giden halk aşıkları, dönemin taş plakları de etkiledi beni.
Ruhi Su’yu, Vedat Günyol’u, Azra Erhat’ı, Sabahattin Eyüboğlu’nu, Pertev Naili Boratav’ı ... tanımak bana büyük katkılar sağladı. Onlar da çalışmalara çok değer verdiler... Yeni Ufuklar dergisinde 1969 yılında Kürt Atasözleri ile ilgili yazılan yazıda bunlar anlatılıyor.
"Derlemeleri bozarlar diye korktum"
Derleme çalışmalarınız ile ilgili bizlere neler söyleyebilirsiniz? Ne tür çalışmalar derliyorsunuz/derlediniz? Şimdiye kadar hangileri yayınlandı, elinizde yayınlanmamış çalışmalar var mı?
Çok sayıda derlemelerim var. Yayınlamaktan hep bozarlar diye korktum. Ruhi Su ve Sümeyra her zaman derlemeleri büyük bir ciddiyetle ele aldılar. Onlarda adım geçse de geçmese de önemsemedim, önemli olan üzerinde temiz çalışıldılar verdiklerimin.
Ciddi müzik eğitimi almış birkaç kişi ile çalışıyorum. Ama hala yayınlamakta ikircikliyim. Bu büyük derleme arşivini koruyacak resmi bir Alman kuruluşuna devretmek belki en iyisi....
Kürt müziğinin Türkiye’de resmi bir şekilde yasaklı olduğu yıllarda bu çalışmaları yapmanın zorlukları daha fazla olsa gerekti? Ancak bir yandan da o dönem derleme yapılacak daha fazla kaynak olduğu gerçekliği var. Şimdi kilamları derleyebileceğiniz insanların sayısının az olması bir etken olarak görülüyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt Müziği yasaklıydı. Evimizde, köyümüzde 'derleme yaptığını bilmeden' kayıt yapmak çok kolaydı. Akrabalar, bildiğimiz insanlar güveniyorlardı bize, bana. Ama zamanla komşu köylere giderek ses kaydetmeye çalışmakla zorlukları tanıdım. Pertev Naili Boratav’ın ve Ruhi Su’nun öğütlerine göre derleme yapmak çok zordu. Yöremizden uzaklaştıkça iş daha da zorlaşıyordu. İnsanlar korkuyorlardı. Zamanla tanıdıklar aracılığıyla biraz kolaylaştı işler. Derleme yapacağımız insanlar olsa bile derlenemiyordu pek. Çünkü insanlar güvenemiyor derleyenlere. Alınanlar değiştiriliyor. Yörede söylenen bir kilam bir bakıyorlar ki bambaşka ve yeni sözlerle çıkıyor karşılarına. Çok rastladım, insanlara kaynak verenlerin yakınmalarına, 'benden alıp değiştiriyorlar, tamamen başka bir şarkı çıkıyor ortaya, öyleyse benimle ölsün gitsin' diyenler de vardı.
Ben bu konuda şanslı olduğumu söyleyebilirim. Şimdi cep telefonu üzerinden bana kayıt ulaştıranlar bile var, 'sen saklarsın, kaybolmaz bunlar, değiştirmezsin' diyorlar. Hala kaset ve bant gönderenler var. Hatta aile filmleri ulaştıranlar bile söz konusu... Ortak bilincin ürünü olarak bugüne ulaşmış bir halk yaratması büyük bir tarihi kanıt, bir söz, edebiyat ve müzik kaynağı olarak saygıyla ele almalı. Eski bir halı ya da kilim gibi doğal renkleri, özgün motifleri gözönünde bulundurularak onarılmalı, varyantları ile karşılaştırılmalı.
Aynur Doğan, Beser Şahin, Emekçi...
Derlediğiniz ve sanatçılar tarafından seslendirilen kilamlar var mı? Birkaçından bahsedebilir misiniz?
Evet, birçok sanatçı derlemelerimden yararlanıp söyledi. Ruhi Su ve Sümeyra çok ayrı ve özel bir yere sahipler.
Sırasıyla Şêxo, Birader, Hasret Gültekin, Emekçi, Yılmaz Çelik, Nilüfer Akbal, Beser Şahin, (çok sayıda kişi ve gruplar) ve Aynur Doğan...
Örneğin, babamın bana ulaştırdığı 'Tifang' adlı çok uzun destanımsı bir halk şarkısından küçük bir bölümü Emekçi, ardından Yılmaz Çelik, ondan sonra da Beser Şahin okudular, iki bölümcük. Hemen ardından Mustafa Acar adlı bir TRT sanatçısı enstümental bir derlemesi olarak Bergüzar programında sazla çaldı. Acaba herhangi bir metin gösterebilir mi? Ben derlemelerimden parçaları, ne müzik ne de söz bakımından, 'bir bütün olarak' vermem, başına gelecekleri bilirim. Onları ayrıca kişilere vermeden önce bir noterde kayıt altında tutarım. (Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Pertev Naili Boratav arşivlerinin başına gelenler ortada.)
Dünyanın çeşitli radyolarında yayınladığım Kürtçe Halk Şarkıları kopya kasetler olarak bir biçimde yine bana döndüler...
Filmlerde yayınlananlar da oldu. Örneğin, Erden Kıral'ın Ayna filminde Sümeyra aile ağıtlarımızdan bazılarını da sesle verdi.
Siyabend û Xecê filmi ve Kürtlerle ilgili bir WDR filminde belirgin olarak derlemelerimden müzikleri aldı Ken B. Wood... Siyabend film müziklerinden motifler doksanlı yılların ortalarından başlayarak Türkiye'de büyük dizilere müzik oldu. Örneğin, Ruhi Su'nun 'müzik düşünerek' seslendirdiği (Ruhi Su çok terbiyeli bir sanatçıdır, öyle derdi) Lorka'nın 'Aptal Şarkı'sı da dizilerde adı belirtilmeden çalındı.
Kürtçe yayınlayan bazı dergiler: Yeni Ufuklar Vedat Günyol'a sevgiyle, Yarına Doğru Tahir Abacı'ya sevgiyle, Demokrat Türkiye Dursun Akçam'a sevgiyle, Adam Sanat Memet Fuat'a, Cevat Çapan'a ve özellikle Turgay Fişekçi'ye sevgiyle, Yurt Ansiklopedisi Bingöl maddesi...
"Emeğe saygı önemli"
Kürt müziğinde derleme konusu ne kadar ciddiye alınıyor? Sanatçılar bu konuda ne kadar derlemelerden yararlanıyor?
Yöre, söz ve müziği değiştirmeden, bozmadan derlemeli. Doğal olarak başka söyleyişleri de gözönünde bulundurmalı... Derleme kural ve ilkeleri kitaplarda yazılı.
Emeğe saygı gerek öncelikle, müziğe, sözlere, kaynak kişilere, derleyenlere, transkripsiyon yapanlara, sadık kalarak söyleyen ilk icracıya teşekkür duygularıyla söylenmeli, çalınmalı (hırsızlık anlamında değil) eserler... Kesinlikle adlar, emekler belirtilmeli... Akla estiği gibi yeniden bir tanıdığına söyletip kayıt yaparak derlemelerle, yeniden nota yazdırarak değil.... Bu açılardan bakıldığında ortam ortada. Nazım Hikmet ve Ruhi Su diliyle 'Sabahın bir sahibi var, sorarlar bir gün sorarlar'....
Aynur Doğan'ın yeni albümünde yazdıkları okunmalı. Bunlar örnek alınmalı. Teşekkür etmekle sanatçı ancak yükselir.
Duyduğu bir kilam karşısında ilk belirti şu çoğunlukla, ‘bu türkü şöyle söylenebilir’.... Daha o 'kilam'ın tümünü bile dinlemeden, söyleyecek kişinin halk şarkısını dökeceği kalıbı duymak tüylerimi ürpertiyor.... Olduğu durulukta, olabildiğince temiz söyleme varken, bu özenti neden demekten alıkoyamıyorum kendimi. Otantik söyleme savında olanları bir gözden geçirmeli, her şey bir yana, örneğin ilk hangi dilde söylenmişse o dilde söylenebiliyor mu eser? Değiştirici yenilikçi tutum hangi ölçütlere dayanılarak izleniyor?
Arix, Mîro benim 1965'te yaptığım derlemeler. İkisi de birer ortak yaratı, 'Text Corpus'... Özellikle Arix çok önemli bir 'Text Corpus'... Belki varolan ya da o zelzele sırasında söylenmiş bir ağıda orada yakınlarını yitirenlerin dile getirdikleri acılarını katarak geliştirdikleri bir ağıt kompozisyonu. Çok kişinin acıları ve emekleri var bu ağıtta. Demiştim tüm dörtlükleri kimseye vermedim. Ama zamanla uyduruk, anlaşılmaz bir Kürtçe ile neler eklendi bu ağıda. Ortak bilinç denilen katkılarla bazen bir eser yükselir, bazen de düzeyin düşmesiyle çöker.
Miro'nun eğer başka sözleri bilinseydi ya da benim bilinçle verdiğim kadarıyla arada müzikal farklılıklar olsaydı bugüne dek ortaya çıkarılırdı. Koçgiri'den geriye kalan önemli bir ağıt... Nilüfer Akbal'ın ilk söyleşileri okunmalı... (Ben Miro ile yükseldim anlamında)...Onun için kimi zaman seviniyorum herkese bu eserlerin -söz ve müzik olarak- tümünü vermedim diye. Bunları ortaya çıkarmak dileğindeyim.
"Ruhi Su'nun kayıtları bende duruyor"
Ruhi Su ve Sümeyra Çakır ile geçen yıllarınızdan da biraz bahsetmenizi isteyeceğim.
Ben çok küçük yaşlarda radyo dinlemeyi çok severdim. Radyo, diller, halk şarkıları, dünyaya bakış açıları bakımından benim için büyük bir olanaktı o dönemlerde. Türkçe yapılan hemen hemen tüm yayınları dinlediğim gibi, çeşitli dillerdeki müzik ve söz yayınlarını da izlerdim. Nazım Hikmet Budapeşte Radyosu’ndan kendi sesiyle şiirlerini yazdırırdı, ben de yazar ezberlerdim. Nazım Hikmet tehlikeli görülürdü, biliyorum. Bir gün Budapeşte Radyosu’nun bir Türkçe yayınında oraya gönderilmiş bir banttan Ruhi Su dinledim. Hemen ilgimi çekti ve korkutulduğum halde, güvendiğim bazı kitapçılara danıştım. Daha sonra çok küçükken tanıdığım Gemi Kitabevi sahipleri Hadi Olca - Nuran Olca büyüklerime danıştım, plakları nasıl bulunur diye. Plakları yok dediler. Kurtuluş'taki Reha Bey de bana onun yasaklı biri olduğunu, başımı belaya sokabileceğimi söyledi. Ama bu merak beni 1964’te Ruhi Su’ya kavuşturdu.
Ben 16 yaşındaydım. Bu andan başlayarak derin bir dostluğa adımlar attık. Ruhi Su’nun evlerde yapılan kayıtları ve master bantları bendedir ve korunur. Birlikte de söylerdik... Ruhi Su bütün çalışmalarında beni ciddiye alır o konuda halk şarkısı bilip bilmediğimi sorardı. Behçet Soğuksu, Ruhi Su üzerine doktora çalışması yapmış. İnternette bulunabilir. Sen nasıl düşünürsün derdi. Beğendin mi sorusunu çocuklara da sorardı. İçtenliğime, olabildiğince kaynağına uygun söylediğime inanır türküyü bana da söyletir dikkate alırdı. Vedat Günyol, Ruhi Su’nun ölümü üzerine yazmıştı.
Birkaç örnek vermem gerekirse...
‘Gel benim derdime bir derman eyle’, ‘Hazreti Şahın avazı’, ‘Karşıda görünen ne güzel yayla’, ‘Sultan Suyu gibi çağlayıp akma’, ‘Gam elinden benim zülfü siyahım’, 'Gam çekme haline divane gönül‘, ‘İnsan kısım kısım’ bana Sabahattin Eyüboğlu’nun öğrettiği gibi...‘Mızıka çalındı’ bana Sabahattin Eyüboğlu’nun öğrettiği gibi...
"Benim derlemelerime sadık kaldı"
Başkalarınca söylendikleri halde bunları benim derlediğim biçime bağlı kalarak söyledi.
Benim adımın geçip geçmemesi hiç önemli değil. Dostluklar ne fotoğraflarla ne de isim geçmekle dostluktur ya da kanıtlanır. Dostlukların önemli bir yanı dostun dosta zarar vermesini önlemek olmalıdır. İkimiz de aynı yolun yolcusuyduk, benim gitmem söz konusuydu. Parti görevi olmasaydı, öncesinden Pertev Naili Boratav’ın yanına gitmek, Paris’te halk edebiyatı ile uğraşmak vardı gündemde...
Ruhi Su'dan bir örnek vereyim:
"Sevgili Hüseyin, sana Köroğlu'na vekaleten teşekkür ederim. Ruhi Su"
Bu her şeye değer benim için. Ya da Kürtçe söylemesi, sahnede bile icra etmesi. Bir kezinde tanık Ahmet Aras büyüğümdür. Master bandlarını bana emanet etmesi. Mektupları. Bütün noter sözleşmeleri. Buna rağmen hiçbir belgeselde benim adım geçmez. Ruhi Su ile ilgili yazı derlemelerinde bir paragraf dışında dışlandım. Tıpkı Aşık Veysel ile ilgili bir kitapta olduğu gibi, yanız benim yazım konmadı kitaba.
Benim çabam olduğu halde Ruhi Su’nun yurtdışına daveti de benim adım dışında söylendi. Ancak kültür bakanı İstemihan Talay koruncasında yapılan bir etkinlikte adıma ve bazı bilgilere yer verildi. Gönderdiğim çelenkte Grass, Böll, Wallraf, Lenz, Drewitz, Bierman adları kaldı, ama Sümeyra’nın adı ve benim adım çıkarıldı.
Önemli mi? Hayır, önemli olan Ruhi Su ve dostluğumuzdur.
"Kürt sözcüğü halk şarkılarından temizlendi"
Ruhi Su’nun Kürt müziği ile ilgili düşünceleri nasıldı? Bu konuda gözlemlerinizi öğrenebilir miyiz?
Ruhi Su çok zor koşullarda büyük bedeller ödeyerek, ciddi bir müzik eğitimi almış kişidir. İlerici bir dünya görüşü vardır. Klasik müziği bilir, halk müziği, halk yaratıları içinde büyümüştür. Derleme ve araştırmalarla bunlar üzerinde derinleşmiştir. Hem yerel hem de evrensel kavrayışla dili, sanatı, edebiyatı, müziği, eleştiriyi, dramaturjiyi, kurguculuğu, tümüyle kültürü, politikayı, ekonomiyi, felsefeyi, kuramı çok iyi bilir. Yerelden evrensele, evrenselden yerele geçişleri başarır. Bütün bunlar onun uygulamalarına yansır. Sazında ve sözünde, ezgilerinde vardığı duruluk, yalınlık buradan gelir. Ruhi Su hafiflik veren ses oyunlarını sevmez, çok iyi çaldığı halde sazda mızrap oyunlarına gitmez. Yalın ve duru, soylu çalışı ve söyleyişi oradan gelir. Kürt halk şarkılarındaki doğallığı da bu yüzden severdi. Belirttim, söylediği beş ezgiyi bu anlayışla söyledi. Ne yazık ki dördü kayıp biri var bende. Bazı Türkçe söylenmiş halk şarkılarında geçen ‘Kürt’ sözcüğü bile ‘temizlenmiştir’ o dönemde. ‘Tarıyor ormanı Kürtler görünmez’ ya da ‘Vurun Kürt uşağı namus günüdür’, ‘Karşıda Kürt evleri’ ve ‘Gelini gelini Kürdün gelini’.
Daha sonra görüştüğümüzde Ahmet Kaya’ya içinde Kürt sözcüğü bulunan halk şarkıları söylemesini önerdiğimde çok heyecanlanmıştı. Ona ‘Gelini gelini Kürdün gelini’ uzun havasını mırıldanmıştım, söyledi ama uzun hava biçiminde değil. Bu en nazlı uzun havalardan biridir. Ha-va-dar sözcüğü Kürt dilinin Türkçe’ye verdiği sayısız hediyelerden biridir.
Aynı biçimde, değerli çalışmalar veren Rohat Alakom’a da daha yazarlığa başlamadan önce Türk Edebiyatı’nda Kürt sözcüğü geçen bölümleri ele almasını önermiştim. Bunu yaptı. Mehmed Uzun ve Mahmut Baksi ve daha niceleri gelir giderdi bana.
Ruhi Su yalnız master bantlarını değil, bütün ev repertuar çalışmalarını, derlemelerinin birçoğunu bana ulaştırdı. Ölümünden kısa bir süre önce iki saate yakın bir konuşma gönderdi bana. Sesi ve sazıyla ilgili olarak hastalık nedeniyle kapıldığı umutsuzluğu, gönderdiğim bir teybe 'Ezgili Yürek' şiirlerini okuyarak umut oldu, umut dağıttı.
Ve bana kendi sesiyle bir yetki verdi: Hüseyin açıklığa kavuşturur!
(FD)
Fotoğraf ve görseller: Hüseyin Erdem arşivi