Kendini ve kendisi gibi düşünenleri “iyi cadı” olarak niteleyen Şilili yazar Isabel Allende‘nin son kitabı “Ruhumun Kadınları”nı okudum keyifle.
Yalnızca duyularla algılanabilen değil, aynı zamanda insanın içtenlikle açtığı yüreğinde ve pırıl pırıl berrak zihninde hissettiği bir güzelliğin hakim olduğu bir dünya isteyen; her türlü saldırıya karşı korumalı olan, bozulmamış bir gezegen isteyen; karşılıklı saygıya dayanan, başka türler ve doğa tarafından desteklenen, dengeli bir uygarlık isteyen; birbirimizden ayıran cins, ırk, sınıf, yaş, ya da başka herhangi bir ayrım olmaksızın, kucaklayıcı ve eşitlikçi bir uygarlık isteyen; huzurun, gönüldaşlığın, dürüstlüğün, doğruların ve merhametin hüküm sürdüğü sevgi dolu bir dünya isteyen ve her şeyden daha fazla neşeli bir dünya isteyen bir “iyi cadı“ olan Allende, bu -son- kitabını Koronavirüs günlerinde yazmış.
Anlatı türündeki kitabın arka kapağındaki metin kitaba ve yazara dair ipuçlarını veriyor: “Allende, anılarının derinliklerine indiği Ruhumun Kadınları’nda biz okuyucularına feminizmle ve kadınlıkla ilişkisini anlatırken aynı zamanda yetişkin yaşamının tüm yoğunluğuyla yaşanması, hissedilmesi ve keyif alınması gerektiğini; hayatında önemli yer tutan, özlem duyduğu ve ona ilham kaynağı olan, tüm zorluklara karşın onur ve cesaretle ayağa kalkıp ilerlemeye devam eden kadınları, “ruhunun kadınları”nı anlatırken yaşam tutkusunu ve aşk için her zaman umut olduğuna inancını bir an bile kaybetmediğini de gösteriyor. “
Kitaptan…
“Yengeç gibi ağır adımlarla da olsa, güçlendikçe uygarlığı değiştiren kadın devrimine katılmak nasip oldu bana. Ne kadar uzun yaşarsam kendi kuşağıma ait olmaktan o kadar mutlu oluyorum, özellikle de Paula ve Nicolas’ı doğurduğum için; şimdiye kadar erkeklerin sahip olmadığı bu olağanüstü deneyim belirledi benim varlığımı. Hayatımın en mutlu anları yeni doğmuş çocuklarımı bağrıma bastığı zamanlardı. Ve hayatımın en acı dolu anı, ölmek üzereyken Paula’yı kollarımın arasında tuttuğum zamandı.
Kadın olmak her zaman çok hoşuma gitmiş değildir (…) Kadın olarak yaşama koşullarından pek az kadın benim kadar mutlu olurdu, çünkü kadınlar sanki ilahi bir lanetmiş gibi sonsuz bir haksızlığa katlanmak durumundalar; ama şu işe bakın ki her şeye rağmen çoğumuzun hoşuna gider kadın olmak. Aksi seçenek bize daha berbatmış gibi görünür. Neyse ki kendilerine biçilen sınırlamaları alt etmeyi başaranların sayısı günden güne artıyor. Bu yoldaki yorgunlukla ve yenilgilerle baş edebilmek için berrak bir vizyon, tutkulu bir yürek ve kahramanca bir irade gerekiyor. İşte kızlarımızın ve kız torunlarımızın kafalarına sokmaya çalıştığımız şey bu.”
Allende, eş ve anne rolünü oynarken çok büyük çaba harcadığını, sıkıntıdan patlayacak hallerde olduğunu kabullenmek istemediğini, beyninin sanki şehriyeli bir çorbaya dönüştüğünü, çok fazla düşünmemek için kendine bin türlü iş icat ettiğini, oradan oraya koştuğunu, kocasını sevdiğini, çocuklarının ilk yıllarını mutlu bir dönem olarak hatırladığını söyleyip ardından ekliyor: “Ama huzursuzluktan içim içimi yiyordu.”
Kitapta yazarın, “modern aşk”a ve şimdilerde rağbet gören internetten sevgili bulmaya dair yazdıkları eğlenceli.
Allende, 2015’de yirmi sekiz yıl evli kaldığı ikinci kocasından boşandığında, kız arkadaşlarının ona “Kendine internetten sevgili bul” deyince onun da “Kimse benim ilanıma yanıt vermez ki” demiş. Muziplik olsun diye şöyle bir ilan yazmış: “Belgeleri eksiksiz Latin göçmen, yetmiş üç yaşında feminist büyükanne, restoranlara ve sinemaya gitmek için temiz pak ve yol yordam bilir bir eş arıyor.” Elbette bu ilanı vermemiş ilgili sitelere. Sonra bir şekilde -ve iyi ki- Roger çıkmış karşısına. “Eğer ben kendime bir sevgili bulabildiysem, kendine bir can yoldaşı arayan her yaşlı kadın için umut var demektir.” diyor Allende.
Allende’nin kitaptaki her satırı düşündürücü ve etkileyici. Anlattığı “ruhunun kadınları” ile – tanışmak çok keyifli. Annesi Panchita, kızı Paula, Lori, Mana, Nicole ve hayatındaki öteki olağanüstü kadınlara adadığı kitabında, insanın hayat mottosu yapabileceği pek çok cümle var. İşte tuttuğum -ve paylaşmam gereken- bir not. Annesi Panchita, ömrünün son zamanlarında her işi için yardım kabul etmeye razı olduğunu ve bundan şükran duyduğunu söylüyor kızı Isabel’e ve ekliyor: “İnsan birine bağımlı olunca alçak gönüllü oluyor. Ama tevazu kibirli olmayı ortadan kaldırmıyor.”
Kitaptan…
Cüretkar büyükannelerin çağını yaşıyoruz ve bizler nüfusun içinde en hızlı artan sektörü oluşturuyoruz. Bizler çok uzun yaşayan kadınlarız, kaybedecek hiçbir şeyimiz yok, bu yüzden de öyle kolay kolay korkmuyoruz; açık açık konuşabiliriz, çünkü rekabet etmek, hoşa gitmek ya da popüler olmak gibi bir derdimiz yok; dostluğun ve işbirliğinin ne kadar değerli olduğunu biliyoruz. İnsanlığın ve gezegenimizin durumuna çok üzülüyoruz. Dünyayı şöyle adamakıllı bir silkelemek için uzlaşmaya varmamızın vakti geldi artık.
Yaşlılık çalışmaları yapan bir sosyal hizmet uzmanı ve yaşlanan birisi olarak Allende’nin yaşlılığa ve kendi yaşlılığına dair yazdıkları, benim için ayrıca çok kıymetli. “Yaşlılığım benim için harika bir armağan. Kafam hala çalışıyor. Beynimi çok seviyorum. Kendimi daha hafif hissediyorum, güvensizlik duygusundan, mantıksız arzulardan, yararsız komplekslerden ve zahmetine değmeyecek daha başka temel günahlardan kurtardım kendimi. Onları yolda bıraka bıraka ilerliyorum, birer birer silkip atıyorum… Bunu daha önce yapmalıymışım. “diye(bile)n Allende’ye gıpta etmemek ne mümkün.
Kitaptan…
Aşk insanı gençleştiriyor, buna hiç kuşku yok. Ben yeni bir aşk yaşıyorum, belki bunun için sanki otuz yaş daha gençmişim gibi kendimi sağlıklı ve coşkulu hissediyorum. Benim durumumda aşırı bir endorfin söz konusu. Kendimi genç hissediyorum. Yine de ne olur ne olmaz diye kapasitemi sınamaya çalışmıyorum ve sınırlarımı sessizce kabulleniyorum; eskisinden daha az şey yapıyorum ve herhangi bir işte daha fazla vakit harcadığım için zamanımı ölçüyorum; eskiden mecburen girdiğim tatsız angajmanlardan sakınıyorum, gereksiz yolculukları ve sekiz kişiden fazlasının katıldığı sosyal toplantıları kabul etmiyorum, çünkü o toplantılarda herkesin bel hizasında kalıp görünmez oluyorum; gürültülü çocuklardan ve kötü kalpli yetişkinlerden kaçınıyorum. Yetmiş yaşıma kadar aynı anda üç-dört işte birden hokkabazlıklar yapabilir, azıcık bir uykuyla günlerce çalışabilir, on saat boyunca yazı yazabilirdim. Çok daha esnek ve güçlüydüm. Şimdiyse… Tek bir sorumluluğum var; o da yazmak ve buna başlamak sonsuza kadar vaktimi alıyor; dört-beş saatten fazla yazamıyorum onu da fincanlar dolusu kahve ve irade gücüyle becerebiliyorum.
Yaşlanmanın ‘Tabiat Ana’nın yaşlıları elimine etmesinin dışında kötü bir yanı olmadığını, yaşlıların üretken yılları sona erdiğinde ve çocuklarını yetiştirdikten sonra kaldırılıp atılabilir hale geldiğini, yaşlılığa karşı beslenen önyargının yok edilmesi gerektiğini, insan yaşlandıkça kusur ve erdemlerinin azdığını, geçen yılların insanı bilgeleştirmediği aksine birazcık kaçıklaştırdığını, toplum uzun yaşamla başa çıkmaya hazır olmadığından hayatın son döneminin genellikle trajik olduğunu, yaşlılar öncelikli olmadığından devletin yeterli kaynak ayırmadığını, sağlık sisteminin adaletsiz ve yetersiz olduğunu, huzurevlerinin yaşlıları –çoğunlukla- halkın gözünden uzak bir yere kapatma amacıyla kurulduğunu söyleyen Allende ekliyor: “Yaşlıların çoğunun korkunç kaderi, sonunda başkasına bağımlı, yoksul ve istenmeyen kişiye dönüşmek oluyor.
Kitaptan…
Ben neşe içinde yaşlanmaya razıyım, bunun için de bazı kurallarım var: Artık kolay kolay ödün vermiyorum; yüksek ökçeli ayakkabılara, diyetlere ve salaklara sabır göstermeye elveda; ve hoşuma gitmeyen şeye kendimi suçlu hissetmeden HAYIR demeyi öğrenmiş bulunuyorum. Hayatım artık çok daha iyi gidiyor, ama içimdeki savaşçının dinlenmeye çekilmesini düşünmüyorum, zihnimde ve kanımda ateşin biraz olsun kaynamasını tercih ediyorum.
Allende, hayatın son altı yılının en pahalı, acılı ve yalnız yıllar olduğunu, başkalarına bağımlı olunan bu yılların korkunç sıklıkta yoksullukla geçtiğini, eskiden aile –yani ailedeki kadınlar- ihtiyarlara baktığını ama yaşadığı bölgede artık öyle olmadığını; daracık evlerde, az parayla, zahmetli çalışma hayatı ve yaşam temposu yetmiyormuş gibi büyükannelerle büyükbabaların fazlasıyla uzun yaşadığını; doğum oranı düşen ABD ve Avrupa’da yaşlanan insanların bakımı için göçmenlere kucak açılması gerektiği, -hepsi genç olan kadın- yaşlıların bakımını üstlendiğini, sonunda öylesine sevdiğimiz sabırlı ve sevgi dolu dadılara dönüştüğünü söylüyor.
Basit bir yaşamdan, daha az kaygı ve daha fazla eğlenceden, daha az maddi şey ve daha fazla boş zamandan, daha az sosyal bağlantı ve daha fazla gerçek dostluktan, daha az yaygara ve daha fazla sessizlikten yana olduğunu söyleyen Allende’nin “Ben duş yapmak için yardıma ihtiyaç duymadan önce ölmek istiyorum. cümlesi etkileyici elbette.
Kitaptan…
“Kızım öldüğünden beri Ölüm’ün ne kadar yakın olduğunun tam olarak bilincindeyim ve şimdi artık, şu yetmiş küsur yaşında. Ölüm benim dostum oldu. Onun elinde tırpanıyla çürümüşlük kokan bir iskelet olduğu doğru değil; olgun bir kadın, mis gibi gardenya kokan zarif ve hoş biri. Eskiden çevremde dolaşır dururdu, sonraları yandaki evde dolaşır oldu, şimdiyse bahçemde bekliyor sabırla. Kimi zaman yanından geçerken selamlaşıyoruz ve sanki sonuncusunu yaşıyormuşum gibi her günün kıymetini bilmeme gerektiğini hatırlatıyor bana.”
Sayın Isabel Allende; üretkenliğinizi sürdürdüğünüz, neşe içinde –Roger’la birlikte- yaşlanacağınız, içinizdeki savaşçının dinlenmeye çekilmesine izin vermediğiniz, zihninizdeki ve kanınızdaki ateşin -biraz değil- çokça kaynamasına olanak tanınan bir yaşam diliyorum. “Kafanızdaki köy ile dolaşmaya” devam edin lütfen. Sizin gibi “iyi cadı”ların artması özlemimdir. Benim ruhumun kadınlarından biri olduğunuzu da bilmenizi isterim efenim.
(ŞD/EMK)
Künye: Isabel Allende. Ruhumun Kadınları. Çeviren İnci Kut. Can Yayınları Temmuz 2024, 189 sayfa.