Manşet görseli: Yağmur Karagöz
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, Ocak 2021'den bu yana toplanıyor. 10 Nisan'da başlayan panellerin dördüncüsü "Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri"ni kayıt çözümlerinden yayımlıyoruz. Kayıttan da dinlemek mümkün.
"Basında ölülere yönelik şiddetin yeri" başlığıyla 22 Ağustos 2021'de gerçekleşti. Gazeteci Hüseyin Aykol'un moderetörlüğündeki programa Nadire Mater, Ayşe Güney, Ali Duran Topuz ile Veysi Altay katıldılar. Bu dizimizde paneldeki konuşmaların çözümlerini yayımlıyoruz, panelleri kayıttan da izlemek mümkün.
Ölümlere, ölüye saygısızlık, şiddet üzerine ne yazık ki çok haber yapmakla birlikte "ölüye saygı ve adalet" gibi bir "habercilik alt başlığı" olarak tartışmadığımızı, düşünmediğimi(zi) yeni keşfettim galiba.
İnisiyatifin başlattığı "ölüye saygı ve adalet" çalışmaları üzerinden ve bu oturumun "Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri" başlığı üzerinden nasıl habercilik yapabileceğimizi hep birlikte gazeteciler, okurlar, hak örgütleri, hak savunucuları ve akademisyenler olarak konuşalım, tartışalım.
Başlangıç olarak bir kaç soru soracağım. Aslında bu soruları hem gazeteci hem de okur olarak kendimize sormamız iyi olabilir diye düşünüyorum. Böylece "haberciliğimizi" de test etmiş olalım.
Ölüm haberi yaptınız mı? En son ölüm haberi ne zaman yaptınız? Kimin hakkındaydı bu haber? Kriterleriniz nelerdi? Bu ölümü neden haberleştirdiniz? Haber kişinin yakınlarınca nasıl karşılandı? Okur haberi okuyunca üzüldü mü, sevindi mi? Neden üzüldü?
Bu soruları tersine çevirip okur için de tekrarlayabiliriz.
Bu soruları soruyorum çünkü aslında basında “ölülere yönelik şiddetin yeri" başlığı da hiç öyle boş bir başlık değil. Demek ki şiddet var, demek ki saygısızlık, saldırı var.
Medya, hem şiddeti görünmez kılıyor, hem şiddeti kışkırtıyor, hem de yeniden üretiyor. Ayrıca ölüm ve ölüler, reyting ve tiraj anlamına da geliyor medya için hepimizin bildiği gibi.
Öncelikle medya derken esas olarak hâkim medyadan, şu an için varlığı tartışılan ana akım medyadan söz ettiğimizi; ancak kendisini muhalif, alternatif, bağımsız vs. diyen medyanın da konuşacağımız sorunlu alanlarda pek muaf tutulamayacağını da aklımızda bulunduralım.
Hâkim medyanın cinsiyetçi, milliyetçi, militarist, ayrımcı ve şiddet sever özelliklerinin de sadece hâkim medyaya dair olmadığını tekrarlayalım.
Gazetecinin hiç mi suçu yok?
Rehber şart
Durum öyleyse neden ölüye saygı diye yeni bir başlık açıyoruz? Medyayı her zaman yaptığımız gibi tartışmaya devam edemez miyiz?
Hayat tam böyle akmıyor.
Tabi son yıllarda gazeteciliği perspektif olarak, tema olarak, alan olarak öne çıkan başlıkları üzerinden tartışmak habercilikte ufkun genişlemesi yeni dikkatler oluşturmak anlamında değerli ve işlevseldir.
Bu konuda hazırlanan pratik rehberler de yararlı bence. Medya üzerinden konuşmaya açtığımız “ölüye saygı ve adalet haberciliği” de diyebiliriz buna. Rehberini de birlikte hazırlayalım diye düşünmekteyim.
Medya eleştirisi deyince tabi ki medya sahiplik yapısı, devlet kontrolü, yapılmaya doyulmayan yasakçı düzenlemeler vs. konuşuyoruz ama bu kez bunları geçeceğiz.
Ne sırası?
Çünkü bunlara rağmen de yapılacak şeyler var. Bu konuyu özel olarak düşünmeye başlayıp önceki üç paneli de dinleyince aslında yapacak çok şey var hakikaten.
Birkaç yerde "ölüye saygı ve adalet konusundan söz edince “Dirilere saygıyı çözdük de ölülere mi sıra geldi?” gibi bir tepkiyle karşılaştım şaka yollu da olsa. Biraz öfkelendim bu tepkiye. Sonra da düşündüm.
Hak örgütlerinin ölülere yönelik her türlü şiddete karşı mücadelesi yıllardır sürüyor, gazetecilikte de hak odaklı habercilik bunu da kapsamıyor mu? Yine de, "sıra ölülerde mi" sorusu konuyu yeniden yeniden konuşma/tartışma gereğinin önemini hatırlatıyor bir yandan da.
Özetle; cevap, böylesi kapsamlı bir şekilde bakabilmak anlamında "sıra ölülerde ama geç kalındı" olmalı herhalde.
Uluslararası mekanızmalar
Girişteki “Gazetecinin hiç mi suçu yok?” sorusuna bakmak ve ölüye saygı ve adalet konusunda neden bir şeyler yapmalıyız, nasıl yapabiliriz diye tartışmak için gazetecilere, hepimize yönelik soruları çoğaltarak ilerlemeyi öneriyorum.
Çok kısa notlar paylaşacağım. Bunları geliştirebilir ve tartışabilir.
Önceki üç panelden üçüncüsünde hukukçular konuşuyordu. Ben oradan başlamak istiyorum. Hukukçuların konuşması önemliydi. Özellikle Dilek Kurban’ın yaptığı Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi’nin “Hukukçular konuşuyor” panelinde ölüye saygı ve uluslararası mekanizmalar sunumunun gazetecilik için önemli olduğunu düşündüm.
Dilek Kurban'ın aslında sunumunda mekanizmalardan söz ederken gazeteciler açısından bu tür haberciliğe başlangıç olarak önemli veriler sunduğunu düşünüyorum.
Aslında ceza kanunları, uluslararası mekanizmalar ve uluslararası sözleşmelerin -her ne kadar Dilek Kurban bunların eksik olduğunu söylediyse de ki, kesinlikle öyle- gazeteciler açısından hala çok aydınlatıcı özellikler taşıdığını, farkındalığın yaratılmasında önemli haber başlıkları olduklarını düşünüyorum.
"Normalleştirdiklerimiz"
Türkiye ve dünya örneklerinden yola çıkınca neredeyse "normalleştirdiğimiz" durumları düşünelim. Hak derken ne kadar ihlal yapıyoruz haberlerimizde?
Haberlerde yeri geldikçe yasal düzenlemeleri konu etmek, maddeler üzerinden ayrıntılar vermek, kutular yapmak bence gerekli.
Hatta belki de her madde ile ilgili ayrı ayrı haberler yapmak da iyi olabilir. Bu konularla ilgili haber yapmak nasıl olabilir, neler yapabiliriz ve nasıl seçebiliriz bu haberleri?
Bazı başlıklar
Ölüye saygı ve adalet aslında uçsuz bucaksız bir konu. Ölüm ve ayrımcılık, kutuplaşma, biz ve onlar, dost ve düşman ayrımının bütün yansımalarının yaşandığı bir alan ne yazık ki.
Tam da burada Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi’nin kuruluş faaliyetleriyle, ulusal ve uluslararası mekanizma ve düzenlemelerden bir nevi "giriş" haberleri yapmayı da öneriyorum.
İnisiyatifin faaliyetlerinin haberleştirilmesini de çok çok önemli bulduğumu tekrarlamak istiyorum.
Mezarların tahribi bir insanın kaybedilmesi, ölünün sokaklarda sürüklenmesi, ölünün mezarından çıkarılması ne anlama geliyor?
Kimler kimlere yapıyor?
Ölünün inancına ve kültürlerine göre beklenen ritüeller yerine getiriliyor mu? Ve tabii ki, cezasızlık; mezar taşlarını kıranlar, cenazelere saldıranlar, ölüleri sürükleyenler yargılanıyor mu?
Konuştukça aslında başlıkları çoğaltabiliriz.
Bu ihlallerin ne anlama geldiğini haberlerimizde anlaşılır kılmak durumundayız.
"Mağdur" ve "düşman" olarak tariflenen taraflara, haber kaynaklarına ulaşmaya çalışalım. Tek taraf kaynakların üzerinden habercilik yapmayalım.
Manşetler
Şimdi 2015 yılından bir kaç haber başlığı okumak istiyorum. 1 Mart 2015 -çok özel bir gün Türkiye tarihinde- 28 Şubat 2015'te Dolmabahçe toplantısı yapılmıştı.
Dolmabahçe toplantısının ertesi günü üç gazeteden başlık okuyorum:
Sabah gazetesi “Şimdi barış zamanı”, Yeni Şafak “Silahlara veda çağrısı”, Milliyet “PKK’ye silah bırak çağrısı.”
Aralık 2015’te de aynı gazeteler aynı başlıkla çıkıyorlar. “Bu hendeklerde yok olacaklar!”
Ayrıca diğer başlıklar, şehirlerde “temizlik” ve “topyekûn temizlik” üzerinden gidiyor.
Dolayısıyla 10 ayda medya da iktidarla birlikte pozisyonu değiştiriyor. Bu bir yılda Diyarbakır, Suruç, Ankara katliamları yaşandı. Tahir Elçi katledildi, şehirlerde yüzlerce ölüm yaşandı, insanlar evlerine kapatıldı ya da evsizliğe sürüldü, medya daha da kutuplaştı.
Medyanın da katkısıyla toplum da kutuplaştı. Haber dili ve perspektif, medya sahiplerinin ve temsilcilerinin iktidarın pozisyonuna göre kurulamaz.
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi Panellerini okumak ve dinlemek için tıklayın
Dil
Öyle olunca 10 ayda barış yanlılığından savaş yanlılığına evrilme, dakikalık bir iş olabiliyor. Oysa haberin dili ayrıştırmaz, kutuplaştırmaz, şiddeti kışkırtmaz, nefret içermez, ötekileştirmez, cinsiyetçi militarist ve milliyetçi değildir. Haber, yaş, cinsiyet, ırk, kültür, dil, din ve inanç ile inançsızlık temelli ayrımcılıklara hak, ihlallerine neden olmamalıdır.
Rızanın üretimi de dil üzerinden inşa ediliyor. O nedenle öncelikle dilin silahsızlandırılması gerekiyor. Hâkim etnik grubun din ve mezhebinin tüm topluma dair olmadığını aklımızda tutmalıyız.
Anaakım medya genelde savaş, iç savaş benzeri durumlarda gerilim ve çatışmalar karşısında hep öteki düşman tarafı suçlayıp kendi tarafını sütten çıkmış ak kaşık olarak ilan edecek şekilde davranıyor.
Siyasi ve askeri otoritelerin emirleri ve demeçleriyle kaç hedefin bombalandığını, kaç kişinin “ölü olarak ele geçirildiği” ya da “etkisiz” hale getirilmesinden ibaret anlatı savaş körükleyiciliği, güç ve savaş makinaları takımcılığı yapıyor.
“Etkisiz hale getirildi” dediğimiz anda haber “Ölene ne yapılsa yeridir” demenin, bu konuda rıza üretmenin, algı yönetmenin yolunu açar. Artık haktan söz etmek pek kolay değildir.
Barış gazeteciliği
Aslında Bağımız İletişim Ağı BİA'nın eğitim danışmanı Prof. Dr. Sevda Alankuş'un “Barış gazeteciliği el kitabı”, ölüye saygı ve adalet haberciliği için de ön açıcı bilgiler içeriyor.
Yer yer el kitabından alıntılarla ilerlemek istiyorum. Barış gazeteciliği derken sadece savaş ortamından değil, çoklu karşıtlıkların yaşandığı tüm ortamlar için gerekli bir perspektiftir habercilikte.
Söz gelimi trans bir kadın ya da trans seks işçisi bir kadın öldürüldüğünde, atanmış cinsiyette bir ölü ismi dediğimiz kimlikteki ismi kullanılıyor haberde.
Dolayısıyla haberde öldürülenlerin kadın olduğunu, trans kadın olduğunu göremiyoruz. Bu da failin eylemini meşrulaştırmaya varana dek sorunlar üretiyor. Seks işçisi olduğu için öldürülmesi "normalmiş" gibi bir algı yaratılıyor.
İş insanı bir çiftçi evlerinde ölü bulundu. İş kadınının fotoğrafının üzerine “ölen bayan” başlığı atılarak Yahudi olmasalardı böyle başlığın uygun görülemeyeceğini düşündürtülecek şekilde bir ırkçılıkla "öteki kadın"a ölüm yakıştırılıyordu mesela.
Görsel
Haberlerde görsellik de çok önemli, çünkü fotoğraflar kendi başına haber oluyor ya da haberi destekliyor. Dolayısıyla haber fotoğrafının mağduriyeti fail lehine sergileyerek yeniden üretecek şekilde ve kendi gücünün sembolik olarak pekiştirmek üzere kullanılması sadece kadınlar ile sınırlı değildir.
En az kadınlar kadar ötekileştirilen LGBTİ+lar, yaşlılar, yoksullar, çocuklar, azınlık dil, din mezhep kültür temsilcileri için de geçerlidir.
İntihar cinayet haberlerinde mağdurun fotoğrafı tercihen hiç kullanılmamalı, televizyon haberlerinde canlandırmalar yapılmamalıdır. Fotoğraf ya da diğer görüntü kullanımlarında, "bizim" ve "ötekiler"in ölüleri arasında ayrım yapılmaması gerekliliktir.
Zafer, propaganda odaklı bir tercihte, cansız bedenlerinin gösterilmesi, teşhir edilmesi, “bizim taraftan” olup gücü temsil edenlerin (örneğin askerler) savaşçı politikaları meşrulaştıran kayıtların sergilenmesi gibi tercihlerde bulunulmamalıdır.
Bahaneler
Barış gazeteciliği bir etik ve politik tercihtir. Haber yapmamak için böyle bahaneler yaratmamak durumundayız. Nedir o bahaneler?
“Bunu hali hazırda haber yapmıştık, bize uymaz, pahalıya gelir, çok geç artık, program veya sayfa doldu, çok kullanıldı, kimse ilgilenmez, sıkıcı, elimizde fotoğraf yok, görüntü yok, hikâyenin arkası yok, yeterince ölü yok, bekleyebilir, telaştayım şimdi, karışık iş, anlatamayız, kimse anlamaz…”.
Veya haber seçimlerinde de şunlara dayanmayalım: Elimizde bununla ilgili fotoğraf, görüntü var, dramatik, sansasyon yaratır, haberleştirmesi kolay, herkes ilgilenir bununla, içinde her şey var, şiddet, kan, suç, felaket, güzel kadın vs. (NM/Lİ/DK/LS/APK/KU)
* 21 Ağustos 2021'de webinar olarak gerçekleşen “Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri" paneli kayıtlarını Leyla İşbilir yazıya döktü, Dilan Karaman ve İnisiyatif'ten Lokman Sazan yayına hazır hale getirdi. Metindeki arabaşlıklamayı bianet yaptı. Manşet görseli ve metin görsellerini Korcan Uğur düzenledi. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi'ne çalışmayı yayımlama imkanı verdikleri için teşekkür ediyoruz.
e-posta: [email protected]
Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri IV
Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri"
- Kamerayı nerden kurmalı?/ Veysi Altay
-Medya ölüye saygıda ağır bir saygısızlığı içinde taşıyor/ Ali D. Topuz
- Biz kadınlar diyoruz ki; dil değişsin, zihniyet dönüşsün/ Ayşe Güney
- Ölüm ve ölüyle ilgili haberler nasıl yapılmalı?/ Nadire Mater
- Bir "yeni" habercilik başlığı: Basında ölülere yönelik şiddet / Hüseyin Aykol