Avukat Osman Ergin, 1990'larda öldürülen gazeteciler Hafız Akdemir, Hüseyin Deniz, Yahya Orhan, Safyettin Tepe ve Ferhat Tepe cinayetleriyle ilgilendi. Olay mahallerine gitti, görgü tanıkları aradı, delil toplamaya çalıştı. Ergin ile geçmişte nelerin neden yapılamadığını ve şimdi yapılabilecekleri konuştuk.
1990'larda bölgede neler yaşandı?
1990'lar o bölgede faili meçhul cinayetlerin, köy yakmaların, çatışmaların ve insan hakları ihlallerinin yoğun olduğu dönemlerdi. Dolayısıyla insan hakları ihlallerini haber yapan gazetecilere de yönelinmesi kaçınılmazdı.
Önce faili meçhullerin haberini yapan gazeteciler, bir süre sonra faili meçhullerin odağı haline geldiler. Gazeteci cinayetleri arka arkaya başladı. O dönem bu cinayetlerde "Hizbulkontra" diye adlandırılan kişiler kullanılıyordu. Her an bir "çocuk" gelip ensenize sıkıp yoluna devam edebilirdi.
Faillerin bulunması için neler yapıldı?
1992'de Özgür Gündem'in avukatı değildim. Gazetedeki arkadaşlar benden hukuki yardım isteyince Diyarbakır'a gittim. O tarihte Hafız Akdemir Diyarbakır merkezde, Hüseyin Deniz Urfa Ceylanpınar'da, Yahya Orhan Batman Gercüş'te öldürülmüştü.
Diyarbakır merkezde, Ceylanpınar'da ve Gercüş'te savcılarla görüştüm. Olay mahallerine gittim ve görgü tanıkları aradım, delil toplamaya çalıştım. Çünkü savcılar ve kolluk kuvvetleri bir şey yapmıyordu.
Daha önce bölgeye gitmiştim ama 1992'deki gidişimde farklı bir yapıyla karşılaştım. Herkes neler olduğunu, cinayetleri kimin veya kimlerin işlediğini biliyordu ama "görmemişler" ve "duymamışlar" dı.
Mesela Diyarbakır'da Hafız'ın olay yerinde görgü tanığı ararken bana refakat eden gazete sorumlusu büyük bir tedirginlik içinde neredeyse kendi çevresinde 360 derece dönerek yürüyordu.
Ben başta bu davranışların "abartılı" olduğu düşündüm ancak kısa bir süre içinde hiç de "abartı olmadığını" anladım. Zamanın OHAL [Olağanüstü Hal] Valisi ve İçişleri Bakanı tarafından "Bunlar gazeteci değil terörist" olarak nitelendirilen Özgür Gündem gazetecileri, her an "faili meçhule" uğrayabilirlerdi.
"Dosyaların içi neredeyse boştu"
Bu davalarda aslında neler yapılmalıydı?
Bu cinayetlerde suç duyurusunda bulunmaya bile gerek yoktu, zaten hepsi kamu adına soruşturulması gereken cinayetlerdi ve ilgili savcılıklarda hazırlık dosyaları vardı.
Savcının kolluk kuvvetleriyle birlikte delil toplaması, cinayetlerle ilgili yeterli bir soruşturma yürütmesi lazımdı. Ama dosyaların içi neredeyse boştu. Usulden olay yeri tutanağı düzenlenmiş, çoğunda ifade bile alınmamıştı.
Normalde ortada bir cinayet varsa, yapılacaklar bellidir. Olay yerine gidilir, olay yerinin krokisi çizilir, fotoğraflanır, olay yerinde boş kovan aranır, faille ilgili deliller, izler toplanır. Görgü tanıkları araştırılır, maktullerin yakınlarıyla, çalışma arkadaşları olan gazeteciler ile görüşülür. Bu araştırmalar savcının bilgisi doğrultusunda ve talimatlarıyla titizlikle yapılır. Fakat bu olaylarda hiçbir şey yapılmadığını gördüm.
Savcılar olaya "İstanbul'dan bir avukat gelmiş, Gerçüş'te Yahya Orhan'ın katilleri ile ilgili delil arıyor. Bu ne cüret, bu ne cesaret?" şeklinde bakıyorlardı.
Örneğin Safyettin Tepe davasında neler yaşandı?
Yeni Politika gazetesinin Batman muhabiri Safyettin Tepe 29 Ağustos 1995'te Bitlis Emniyeti'nde gözaltındayken öldü. Tepe'nin gözaltında intihar ettiği iddia edilince o dönemde Bitlis'e gittim.
Emniyet nezarethanelerindeki şüpheli ölümlerde otopsinin ne şekilde yapılacağına dair mevzuatta ayrıntılı açıklama olmasa bile Birleşmiş Milletler'in ve Avrupa Konseyi'nin kararları ve standartları vardır. Ona göre yaklaşılması gerekirdi. Ama o dönemde mümkün değildi.
Tepe'ye yapılan ilk otopsi yüzeyseldi. İntihar edip etmediğini veya başka biçimde mi öldüğünü gösterecek yeterli bir otopsi yapılmamıştı. Konuyla ilgili İstanbul'daki Adli Tıp'tan arkadaşlarla görüştüm. Bu olayı ayrıt etmek için bazı organların incelenmesi gerektiğini söylediler. Biz de bunun üzerine yeni bir otopsi için başvurduk.
Bazı organlar Malatya Adli Tıp'a gönderildi. Fakat daha sonra ne olduğunu bilmiyorum. Ailenin vekilliği görevim sona ermişti. Sonuçta o dosyada İl İdare Kurulu'nun polislerin yargılanmasına izin vermediğini, karara karşı itirazın da reddedildiğini biliyorum.
"Kimse korkudan tanıklık etmedi"
Peki, bu cinayetlere ilişkin hiç görgü tanığı çıkmadı mı?
Özgür Gündem gazetesinin Batman muhabiri Yahya Orhan 31 Temmuz 1992'de Gercüş'te bir kahvede otururken öldürüldü. O sırada "tatbikat" gerekçesiyle ilçenin elektrikleri kesilmiş. O da evine gitmek için kahveden çıkar çıkmaz kahvenin önünde saldırıya uğramış.
Gercüş o zaman çok küçük bir yerdi. Orada elektrikler kesik dahi olsa kahveye gelen kişinin kim olduğunu kahveci de, kahvedekiler de civardaki esnaf da biliyordu. Fakat kimse korkudan tanıklık etmedi.
Mesela Ferhat Tepe olayında cezaevinden gazeteye bazı görgü tanıklarının mektupları geldiğinde Diyarbakır Cezaevi'nde mektup gönderen tanıklarla görüştüm. Tanıklardan Batman Milliyet muhabiri Mümtaz Çerçel'in gözaltında Ferhat'ı gördüğüne kani oldum ve bildiklerini anlatmasını istedim.
Çerçel görüşe çıkmadan evvel cezaevinde görevli rütbeli bir subayın bu konuda kendisini tehdit ettiğini anlattı. Ben yine de kendi duruşmasında Ferhat ile ilgili görgü ve bilgisini anlatmasını, duruşma zaptına geçirmesini rica ettim. Tanıklığı çok önemliydi. Ama Çerçel ilk duruşmada tahliye edildi ve görgü tanıklığı zapta geçirilmedi. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) tanıklık yaptım ve bu durumu anlattım. AİHM benim beyanlarıma itibar etmedi.
Davalarda AİHM süreci nasıldı?
Devletin o dönemde AİHM'e başvurulan davalarda mahkemeye bilgi vermediği bile oldu. Özgür Gündem ve 28 Temmuz 1993'te kaçırılan Özgür Gündem gazetesi Bitlis muhabiri Ferhat Tepe hakkındaki AİHM kararı, o dönem soruşturma yapılmadığını ve devletin AİHM'e bilgi vermediğini ortaya koydu
"Daha büyük tepki gerekiyordu"
Geriye dönüp baktığınızda, "faili meçhuller"le ilgili yapılanları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçmişte siyasi partilerin, basın meslek örgütlerinin ve insan hakları örgütlerinin bu cinayetlerle daha çok ilgilenmesi, daha büyük tepkiler ortaya koyması lazımdı.
Fakat bahsedilen dönemlerde faillerin bulunması için bölgede yeterli bir hukuki mücadele vermek pek mümkün değildi. Bunun mücadelesini veren avukatların ve insan hakları örgütlerinin, savunucularının başlarına neler geldiğini hepimiz biliyoruz. Ana akım medyada bu cinayetler haber bile olmuyordu.
Şimdi neler yapılabilir?
Şu anda Ergenekon Davası kapsamında, o dönemde bölgede görev yapan isimler yargılanıyor. Diyarbakır'da faili meçhullerle ilgili yargılamalar yapılıyor. O davalara müdahil olunup gazeteci cinayetleri de sorgulanabilirdi.
Bu sayede belki bir yerlere varılabilirdi, yapılmadı. O davalar kendi kendine yürüdü. Faili meçhullerin açığa çıkması için yeterli girişimlerde bulunulmadı.
Fakat hala o dönemdeki görevli emniyet müdürlerinin, OHAL valilerinin, jandarma komutanlarının, kolluk görevlilerinin ve savcıların sorumlulukları, ihmalleri araştırılıp suç duyurusunda bulunulabilir. (EG/BA)