1990'lı yıllar, Kürt coğrafyasında ölümün/ölümlerin her alanda yolculuk yaptığı yıllardı.
Faili hala ortaya çıkarılamayan cinayetlerin işlendiği, sokakta, caddede yürürken hemen hemen herkesin arkadan kafasına bir kurşun veya satır darbesi beklediği tarifi zor anların/yılların yaşandığı bir dönem.
İnsanların kendilerini koruma içgüdülerinin önünden geçtiği vitrin camlarına yansıyan siluetlerden medet umduğu bir dönemdi 1990'lı yıllar.
Özgür Gündem gazetesine ve çalışanlarına yönelik baskıların yoğunlaştığı bir dönemdi. Gazetenin çalışanları ve dağıtıcıları sokak ortasında kurşunlanıyor, yaralanıyor ve öldürülüyorlardı.
Biz ulusal gazetelerde çalışan gazeteciler için bu denli vahşi bir yöntem uygulanmamış olsa bile, yaşanan bu kaos ortamında her an öldürülecekmiş gibi bir ruh hali içindeydik ve aynı zamanda ölümlere de tanıklık ediyorduk.
Sokak ortasındaki infazlar gazetecilerle sınırlı değildi. Demokrat, sol, sosyalist, Kürt çevrelerine yakın şahsiyetlerde, tek kurşun ve satır marifetiyle ortadan kaldırılıyordu.
Zor bir coğrafyada yürütülen gazetecilik mesleğinin en zor kısmı da, ölümlere tanıklık etmek oldu. Çok daha ağır olanı ise, "sır" ölümlerin perdesini gazeteci olarak aralayamamak, ölümlerin gerçek faillerine el uzatamamak, nedenlerine ulaşamamaktı elbette. Yapabileceğimiz tek şey, bu ölümlerin çetelesini tutmak oldu, ötesine de geçemedik.
Bizler, Özgür gündem gazetesi çevresindeki gazeteci arkadaşlarımızın aldığı açık ölüm tehditleriyle belki doğrudan muhatap olmadık, ancak, üstü örtülü, aba altından sopa gösteren tavırların muhatabı olduk. OHAL, Bölge Asayiş komutanlığı, 7. Kolordu gibi son derece baskıcı bir yönetim üçgeninin etki alanı içinde, dar sınırlarda yaptığımız gazeteciliğin kalıplarını da aşma imkânımız olmadı.
O zamanda kişisel olarak düşünüyordum, 'Ne yapabiliriz?' diye.
Şimdi de aynı şeyleri düşünüyorum, 'Ne yapabilirdik?'...
Gazetecilerin, dağıtıcıların, sıradan yurttaşın, aydın, demokrat, düşünen bireylerin, herkesin tahmin ettiği ancak telaffuz etmekte güçlük çektiği bir odak veya odaklar tarafından organize bir şekilde ortadan kaldırıldığı bir dönem ve biz gazeteciler eli-kolu bağlı vaziyette sadece seyrettik. Belki de bir özeleştiri olarak da algılanabilir bu yazdıklarım.
Zaten hiçbir şeyde yapamıyorduk. Sonradan ortaya çıkan ilişkiler, 1990'lı yıllarda yapılanların şeceresinin dökümleri de neden bir şeyler yapamadığımızın kanıtı oldu. Devletin derinlerinden o dönemin mevcut yönetim erklerine uzanan ilişkiler ağı içinde yapılanları açığa çıkarmak mümkün olmadığı gibi, üzerine gitme şansı da tanımıyordu.
Ulusal medyanın temsilcileri ve muhabirleri olarak yerelde görev yapan gazetecilerin dahi devlet tarafından örgüt yanlısı, örgüt tarafından ise kısmen devlet yanlısı, kısmen boyalı basın temsilcileri olarak değerlendirmelerin yapıldığı böyle bir dönemde mesleğin nasıl tarafsız yapılabilirliğini gerçekten tartışmak gerekiyor.
Bütün bunlara rağmen, böylesi dönemlerin bu tür algılarla yol aldığını da anlamak gerektiğini bir süre sonra anlamaya başladık. Daha önce bunun analizini yapma şansımız olmadı, çünkü tecrübe sahibi değildik. Yaşadık, gördük, şimdi zor zamanlarda nasıl daha iyi gazetecilik yapmak gerektiğini bir gazetecilik tecrübesi olarak algımıza oturttuk.
Ölüm/ölümler trafiğinin yoğunluğu arasında yapılan gazetecilik görevinin her şeye rağmen bir tanıklığı söz konusu. Bugün, yaşayan bireyler olarak o günlere atıflarda bulunarak, dönemin yargılanmasına/sorgulanmasına katkı sunacak kadar yazılar yazabiliyorsak, bir şeyler anlatabiliyorsak, tanıklıklarımızın boşa gitmediği anlamındadır.
'Meçhul' ölümleri çözme şansımız yoktu, olmadı da zaten.
Nedeni de çok basit, çünkü failleri hala ortaya çıkarılmış değil. Ancak, şimdi, zor dönemlerin bize bahşettiği tecrübelerimiz ışığında, o gün ortaya çıkarma şansımızın olmadığı 'meçhul' cinayetleri toplumsal ve insani bir sorumluluk olarak, vicdanlarımızı da bir nebze de olsa rahatlatmak için ortaya çıkarma gayreti içinde olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Birebir bütün olanların tanıklıkları olmasa da, dönemin tanıklarıyız. Dönem sorgulanırken hafızalarımızın tazeleme biçimlerinin aralarından hatırladıklarımızdan birkaç cümle bile çok yararlı sonuçların ortaya çıkmasına yardımcı olabilir.
Sonuç; Zor ve ölümle kol kola yürünen bir dönemdi. Ancak, bugünkü koşullarla değerlendirdiğimizde de,ölümler hariç gazeteciliğin zorluğu açısından benzerlikleri yan yana koymak mümkün. O gün sorgusuz sualsiz öldürüyorlardı, bugün sorgusuz sualsiz tutukluyorlar.
Ve hala gazetecinin tarafsız, bağımsız, özgür bir şekilde görev yapmasının önünde barikatlar var. Dönemlerin yöntemleri ayrı olsa dahi, zihniyetleri aynı, değişmiyor. Ama biz artık daha çok tecrübe ve tecrübeden kaynaklı sorumlulukların sahibiyiz. O dönemi de bu dönemi de sorgulayacak kadar donanım ve güç sahibiyiz.
Bu nedenle, bir şeyler yapabiliriz.
Yazmamız için bize önerilen bu proje ve benzerlerinde görev alıp, yazmak gibi mesela... (NS/BA)
* Naci Sapan, Diyarbakır Özgür Haber Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
** Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık dizisindeki diğer yazılar için tıklayınız.