Kemal Kılıç 18 Şubat 1993'te işten eve dönerken dört kişi tarafından kaçırılmak istendi. Direnince silahlı saldırıya uğradı. Öldü, 30 yaşındaydı.
Urfalıydı, 1963'ün ilk günü doğdu ya da muhtemelen nüfusa öyle yazıldı. Annesi evde on çocuğunu büyütmek için çalıştı, babası çiftçilik yaparak evin geçimini sağladı. Kemal Kılıç 1990'da haftalık Yeni Ülke'de gazeteciliğe başladı. 1992'den itibaren Özgür Gündem Urfa temsilciliği yaptı. Kılıç aynı zamanda İnsan Hakları Derneği (İHD) Urfa şubesi yönetim kurulu üyesiydi.
Kemal Kılıç cinayetinde olayın tek tanığı gece bekçisi Ahmet Fidan, jandarmaya gördüklerini anlattı. Ancak, Fidan'ın ifadesinin üzerinde durulmadı ve Fidan'dan bir daha haber alınamadı.
Kılıç'ı öldüren 9 milimetrelik Czech tabancası aynı yıl 24 Aralık'ta, Diyarbakır'da ele geçirildi. Silahın 15 olayda kullanıldığı ve Hizbullah yanlısı Hüseyin Güney'e ait olduğu belirlendi.
Güney silahı başkasından aldığını söyledi ve Kılıç cinayetiyle ilgili suçlamaları reddetti. Diyarbakır 3 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) beş yıl yargılandı, 23 Mart 1999'da "Hizbullah üyesi olmak"tan müebbet hapis cezası aldı.
Mahkeme Güney'i Kılıç cinayeti dâhil, silahla işlenen cinayetlerden sorumlu tutmadı. Aile 1993'te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu. AİHM 28 Mart 2000'deki kararında Türkiye'yi 39 bin Sterlin ödemeye mahkûm etti.
Kardeşi Mahmut Kılıç, avukat Cihan Aydın ve iş arkadaşı Bayram Balcı anlatıyor.
Kardeşi Mahmut Kılıç anlatıyor
Ağabeyim kendi halinde, sakin ve arkadaşları arasında sevilen biriydi. Bazen büroya ziyaretine giderdim, çalışırken iş arkadaşlarıyla sohbet edip şakalaşırdı. Gazeteye bölgeyle ilgili haberler yapardı. Bir dönem Akçakale'ye gidip, sınırda yaşananları anlatmıştı.
Olaydan önce tehdit ediliyordu; bazen gece yarısı durduk yere kapımız çalınırdı, Kemal açmamızı istemezdi. Hatta öldürülmeden birkaç gün önce ağabeyimi Uğurlu Jandarma Karakolu'na çağırmışlar, Astsubay Oktay ve Taner isimli kişiler "Bu işi bırak" demişlerdi.
Bu yüzden Kemal'i yalnız bırakmamaya gayret ediyorduk. Bir gün önce ben, amcamın oğlu ve ağabeyim eve birlikte döndük. Yolda Toros marka bir otomobil yanımızdan geçerken Kemal bizden hızla uzaklaştı, beni de "Bu saate kalma, eve erken git" diye uyardı.
Neden öyle davrandığına anlam verememiştim. Olaydan sonra anladım ki ağabeyim epeydir izleniyormuş ve biz yanında olduğumuz için o gün öldürmemişler.
"Direnince iki el ateş etmişler"
Kemal o akşam işten dönerken, her zamanki gibi Akçakale yolunda dolmuştan inmiş. Tanıkların anlatımından bildiğimiz kadarıyla, dört kişi Toros marka bir otomobilde pusu kurmuş, Kemal'i kaçırmak istemişler. Ellerini bağlamışlar, ağzına naylon sıkıştırmışlar. Ağabeyim direnince iki el ateş etmişler.
Olaydan yaklaşık 10 dakika sonra akrabamız yol kenarında Kemal'i görmüş. O haber verince hemen yanına koştuk, ellerini çözdük ve ağzındaki naylonu çıkardık. Ağabeyim o sırada yeni vefat etmişti. Gazeteci arkadaşları da olay yerine geldi. Cenazesini Urfa Devlet Hastanesi'ne götürdüler.
"Kuşlar söyledi"
Uğurlu Jandarma Karakolu'ndaki askerler, bize kimlerden şüphelendiğimizi sordular, olaya sıradan bir cinayet gibi yaklaştılar. İfademi alırken bana "Dün eve dönerken yanınızda bir kadın varmış. Kadın kimdi?" dediler. O gün amcamın oğlunun başında tülbent vardı. O yüzden onu kadın sanmışlar.
Bir gün öncesini nereden bildiklerini sorunca, Komutan gülerek "Kuşlar söyledi" dedi. Bunun üzerine malum kuşların ağabeyimi izlediğini ve birilerine bilgi verdiğini anladık.
Devlet cenazeyi hemen kaldırmamızı istedi, kabul etmedik. Yakınlarımızı bekledik ve ertesi gün ağabeyimi Abdurrahman Dede Mezarlığı'na defnettik. Çevik Kuvvet cenazede tel örgü gibi çevremizdeydi.
Birkaç ay sonra Karakol Komutanı, ağabeyimin katilini yakaladıklarını söyledi ve cinayet silahının Hüseyin Güney'in üzerinde bulunduğunu anlattı. Sonrasını kendi imkânlarımızla takip ettik.
Avukat Cihan Aydın anlatıyor
Kemal Kılıç öldürüldükten sonra, Yüzbaşı Cengiz Kargılı tarafından olay yeri incelemesi yapıldı, iki boş kovan bulundu. O kovanların balistik incelemesi neticesinde Hüseyin Güney'e ulaşıldı.
DGM'de Güney'in yargılandığı davaya müdahil olmadık. O dönemde bütün cinayetlerin Hizbullah'a yüklenmesi konusunda genel bir tutum vardı. Bu yüzden bu tür davaları takip etmemek için ilkesel bir karar aldık.
AİHM dönemin valisi, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Tekirdağ milletvekili Ziyaeddin Akbulut'u ifadeye çağırmasına rağmen vali ifade vermeye gitmedi.
Hükümet o dönemde Güney'i AİHM'e cinayetin sorumlusu olarak göstermek istedi. Ancak mahkeme bu konudaki delilleri yeterli bulmadı ve Güney'in DGM'de Kılıç cinayeti ile ilgili suçlu bulunmamasına referans verdi.
Mahkeme Türkiye'yi Kemal Kılıç cinayetiyle ilgili 'yaşam hakkının ihlali' (AİHS 2. madde) ve 'etkin soruşturma yürütülmediği' (AİHS 13. madde) gerekçesiyle cezalandırdı. Ama Kılıç'ın devlet görevlileri ya da devletin denetimi ve bilgisi dâhilindeki kişilerce öldürüldüğü yönünde bir tespite yer vermedi.
Gazeteci Bayram Balcı anlatıyor
1991'de cezaevinden çıkınca Urfa'ya taşındım. Cezaevine girmeden, haftalık Halk Gerçeği dergisiyle ilgileniyordum, Güneş gazetesinde muhabirlik ve yerel bir gazetede haber müdürlüğü yapmıştım.
Urfa'ya yerleşince Yeni Ülke'nin bürosuna gittim. Kemal ve bürodakiler "Merhaba" deyip önüme bir bardak çay koydular. Bir saate yakın oturdum. Birkaç gün sonra yeniden gittim ve gazeteci olduğumu anlattım. Sonra birlikte çalışmaya başladık ve Özgür Gündem'de devam ettik.
"Arkadaşlığımız bir nevi yoldaşlıktı"
Gazetede o dönemki arkadaşlığımız bir nevi yoldaşlıktı. Çünkü sürekli birbirimizi koruyup kolluyorduk. Kemal bürodakilerin annesi-babası gibiydi.
Dağıtımcı çocuklara ve bürodakilere öğlen yemek yapardı. Çocuklar gazete dağıtmak için yarışırken, Kemal onları sevindirmeye uğraşırdı.
Köyde oturmasına rağmen, her sabah bizden önce büroyu açar, çayı demlerdi.
O süreçte gazetecilere ve dağıtımcılara yönelik saldırılar artmıştı. Bize de tehdit telefonları geliyordu.
Telefonlar sıklaşınca Kemal ile dönemin Urfa Valisi Ziyaeddin Akbulut'a 23 Aralık 1992'de dilekçe ile başvurarak can güvenliğimizin sağlanmasını istedik.
Tehdit edildiğimizi anlattık, koruma talep ettik. 30 Aralık'ta talebimizi reddettiler.
11 Ocak 1993'te bir basın bildirisi daha yayımladık. Dağıtımcılara ve gazetecilere yönelik saldırıların arttığını, taleplerimize rağmen önlem alınmadığını ifade ettik.
Kemal bunun üzerine Vali'ye hakaret ettiği iddiasıyla 18 Ocak'ta Urfa Emniyet Müdürlüğü'nde gözaltına alındı.
Oysa Valiye hakaret etmemiştik. Ben o gün bu vesileyle Kemal'i birilerine tanımaları için gösterdiklerine inanıyorum.
"Kilitlenip kaldım"
Öldürüldüğü günü hiç unutmuyorum. Büroya geldiğimde Kemal çalışıyordu, öğlen yine bize yemek yaptı, öğleden sonra çay içtik. Eve gitmek için bürodan hava kararmadan ayrıldı.
Kemal çıkınca ben de eve gittim. Kısa süre sonra telefon geldi; bir arkadaşımız yerel radyodan Külünçe Köyü yolundaki cinayet haberini dinlemiş.
Birlikte olay yerine gittiğimizde Kemal vefat etmişti. Cansız bedenini görünce kilitlenip kaldım, bir saat önce beraber çay içtiğim arkadaşım, orada öylece yatıyordu.
Sonra Savcı Üresin Aysan olay yerine geldi. Ama soruşturmayı o yürütmedi. Çünkü ertesi gün 15 günlük rapor aldı. Bu noktada savcının işin içine girmek istemediğini düşünmüştüm.
"Katili büronun içindeymiş gibi"
Ertesi gün polisler Kemal'in katili bürodaymış gibi her tarafı tuttu, cenazeye sahip çıkmamızı ve varsa olayın diğer tanıklarına ulaşmamızı engellemek istedi.
Gazete avukatlarının başvuruları ve görgü tanığıyla ilgili haberlerimiz, savcı tarafından ciddiye alınıp incelenmedi. O dönemde Siverek ve Urfa, Bucak aşiretinden ötürü kontrgerillanın merkezi gibiydi. Vali görevini yapsaydı bu cinayetin önüne geçebilirdi.
Aradan 19 yıl geçmesine rağmen, Kemal bana ölmüş gibi gelmiyor. Hâlâ bazen sokakta birini ona benzetiyorum. Öldürülen gazeteci arkadaşlarımın yarım bıraktırılmış hayatlarını devralmış gibiyim, onlarla birlikte yaşıyorum, onların yerine de haber yapıyorum. (EG)
* Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık dizisindeki diğer yazılar için tıklayınız.