Mehmet İhsan Karakuş 13 Mart 1993'te Silvan'da silahlı saldırıya uğradı. Öldü, 45 yaşındaydı. Diyarbakırlıydı. Annesi evde altı çocuğunu büyütmek için çalıştı, babası duvar ustalığı ve mahalle bakkallığı yaparak evin geçimini sağladı.
Karakuş dini eğitim aldı, bir süre babası gibi duvar ustalığı ile uğraştı. Saat tamirciliği yaparken 1986'da PKK'lilerin saatlerini ücretsiz tamir ettiği iddiasıyla bir ay gözaltında tutuldu. Daha sonra da birkaç kere gözaltına alındı ve işkence gördü. Bu olaylardan sonra bölgede yaşanan haksızlıkları duyurmak için Silvan gazetesini devraldı ve gazeteciliğe başladı.
Karakuş cinayeti M.Ö. ve E.H. adlı Hizbullah mensuplarının 1996'da Ronahi dergisine yaptığı açıklamalarda JİTEM bağlantılı olarak geçti.
Karakuş cinayeti 19 yıldır "faili meçhul".
Oğlu Mehmet Karakuş (Çiyager) anlatıyor
Babam meleydi, çok okurdu. Dürüsttü, halk tarafından sevilirdi ve yardımseverdi. Silvan'ın önde gelen aydınlarındandı. Farklıydı, farklı olmasaydı tehlikeli görülmezdi.
Babam öldürüldüğünde 21 yaşındaydım. Bir süre Silvan Gazetesi'nde çalıştım. Sonra gazeteciliği bırakıp Diyarbakır'a gittim ve sendikada işe başladım. Silvan'da yaşarken ben de bizzat insanların öldürüldüğüne tanık olmuştum.
Silvan'da "faili meçhul"ler yaşanırken İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Olağanüstü Hal (OHAL) Valisi Ünal Erkan Kaymakam Mehmet Demirezer görevdeydi. İnsanlar sokaklarda JİTEM tarafından katlediliyordu, babam da bunlarla ilgili haberler yapıyordu.
"Her şey gözünüzün önünde oluyor"
O dönemde Ünal Erkan bölgedeki olaylarla ve faili meçhullerle ilgili halkın nabzını ölçmeye çalışmış ve 10 Mart 1993'te Silvan'ın önde gelenleriyle toplantı yapmış.
Babam da gazeteci olarak o toplantıya davetliymiş Toplantının sonunda katılımcılara söz verilince, babam faili meçhullerin ne zaman biteceğini sormuş.
Erkan "Sen bu soruyu sorarak doğrudan bizi suçluyorsun" demiş.
Babam da "Siz işlemeseniz de siz bitirebilirsiniz, katilleri yakalayabilirsiniz, her şey gözünüzün önünde oluyor" diyerek itiraz etmiş.
"O sabah pusu kurulmuş"
Bu olaydan bir gün sonra 11 Mart'ta, babam telefonla tehdit edilmiş. 12 Mart'ta da Kaymakam babamı arayarak ertesi gün erken saatte gazetedeki ilanlar hakkında görüşmeye çağırmış.
Babam normalde akrabalarımız tarafından korunurdu, işyerine yalnız gitmezdi.
Ama o gün Kaymakamla buluşmak için evden erken çıkması gerekmiş. Zaten o sabah da pusu kurulmuş.
Tanıkların anlatımına göre katil yüksek bir tepede gizlenmiş, iki kişi de gözcülük yapmış. Babam yürürken ensesinden, mermiler bitene kadar ateş etmişler.
Polisler olay yeri krokisi çizmişler, şüphelendiğiniz birileri var mı diye aileme sormuşlar. Babam Silvan Devlet Hastanesi'ne götürülmüş. Ama zaten olay yerinde ölmüş.
Ben cenazeye ancak camide yetişebildim. Babam aynı gün Silvan'da Şeyh Halil Mezarlığı'na defnedildi.
Babamı bana göstermediler, çünkü çok vahşice öldürülmüştü.
"Diyarbakır'a taşınmak zorunda kaldık"
O dönemde katilleri görenler korkudan ifade veremedi. Dedem üç gün yas tuttuktan sonra Silvan Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu.
Ama tehdit edilince başka evlat acısı yaşamak istemedi ve dilekçesini geri aldı. Ailem o süreçte rahat bırakılmadı ve evimizi, dükkânımızı satıp Diyarbakır'a taşınmak zorunda kaldı. Tehditler yüzünden o dönemde soruşturmayla ilgilenemedik.
Üvey annem 2004'te çıkan "Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik" çerçevesinde başvurdu. 2009'da davayı kazandı ve tazminat aldı.
Babamın faillerinin bulunması için hukuki yolları denemeyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gitmeyi düşünüyorum.
Çünkü o dönemde işlenen cinayetler gizli ve cezasız kalmamalı. Katillerin ortaya çıkarılması, deşifre edilmesi, gelecekte böyle olayların yaşanmamasını sağlar. Aileler için hak yerini bulur. (EG/BA)
* Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık dizisindeki diğer yazılar için tıklayınız.