Gündem Gazetesi'nde çalışmaya başladığım yıllar bölgede savaşın tırmandığı, köylerin boşaltıldığı, hizbullahçıların satırla insan avına çıktıkları ve aydınların, demokrasi mücadelesi verenlerin 'faili meçhullerle' katledildiği, kısacası Kürtlere karşı 'topyekün imha' saldırılarının gerçekleştirildiği yıllardı.
Gazeteciler ve gazetelerde bu saldırılardan paylarını fazlasıyla aldılar.
Çünkü yaşananlara karşı büyük medyanın üç maymunu oynadığı o günlerde yayınlanan Gündem ve özgür basın geleneğinden diğer gazeteler, yaşananları kamuoyuna ulaştırmak için kelimenin tam anlamyla kelle koltukta gazetecilik yapıyorlardı.
Bir haberi bedeli bazen işkenceli gözaltılar, bazen yıllarca hapis, bazen ölüm bazen de gazete binalarının bombalanması oluyordu.
Her sabah yazıişleri toplantısına yürek çarpıntıları ile giriyorduk. Çünkü ilk haberler büroların ve gazeteci arkadaşlarımızın durumuna ilişkin oluyordu.
Servis şeflerimiz hangi büronun basıldığı, hangi gazeteci ya da dağıtımcı arkadaşımızın gözaltına alındığı ya da vurulduğu, hangi bürolara takviye göndermemiz gerektiğine ilişkin bilgileri aktarıyorlardı.
Biz bir yandan yaşamını yitirenlerin cenazelerini kaldırır, gözaltına alınanlara avukat yetiştirmeye çalışırken bir yandan da genellikle çalışanlar topyekün gözaltına alındığı için büroları açık tutabilmek için İstanbul merkezden yeni ekipler gönderiyorduk bölgeye.
Bir arkadaşımız yaşamını yitirdiğinde bir diğeri onun yerini başka bir arkadaşımız gönüllü alıyordu başına neler geleceğini bilerek.
Ferhat Tepe ve Safyettin Tepe'nin öyküsünü anlatmak belki gazetelerin nasıl çıkabildiğini anlatabilmek için iyi bir örnek olacaktır.
Özgür Gündem gazetesinin Bitlis Muhabiri olan Ferhat Tepe 28 Temmuz 1993 yılında sivil giyimli telsizli kişiler tarafından kaçırıldı, bir hafta sonra Hazar Gölü kıyısında cesedi bulundu.
Ferhat'ın ölümünden bir süre sonra bir genç geldi İstanbul merkeze. 'Ben Ferhat'ın amcasının oğluyum. Onun kalemi yerde kalmayacak, görevini devralmaya geldim' dedi.
Bir süre merkezde stajyer olarak çalıştı. Bütün ısrarlarımıza rağmen bölgeye gitme kararında vazgeçmedi.
Bitlis muhabiri olan Safyettin Tepe 1995'te gözaltına alındı. Birkaç gün sonra 'intihar etti' denilerek cenazesi ailesine teslim edildi. Yapılan otopside kendisine işkence edildiği ve ölümün işkence nedeniyle gerçekleştiği ortaya çıktı.
Haşim, Yahya ve Yalçın Yaşa'ların öyküsü ise gazetenin dağıtımının hangi fedakarlıklarla yapıldığına örnektir.
Diyarbakır'da gazete bayisi olan Haşim Yaşa tehdit edilmesine rağmen Gündem gazetesini satmaya devam ettiği için 14 Haziran 1993 günü saldırıya uğrayarak yaşamını yitirdi.
Amcalarının ölümü üzerine gazete bayisini işleten Yaşa kardeşlerden Yalçın ve Yahya Yaşa 10 Kasım 1994 günü saldırıya uğradı.13 yaşındaki Yalçın yaşamını yitirirken 15 yaşındaki Yahya yaralı olarak kurtuldu.
Gazete çalışanları arasında gözaltına alınmayan hiç kimse yoktu. Bürolar, habere giden gazeteciler sürekli polis baskısı altındaydılar, gözaltına alınıyorlardı.
Ancak bütün bunlar gazetenin gerçekleri kamuoyuna ulaştırmasına engel olamayınca bu kez 10 Aralık 1993'te yani insan hakları haftasında gazetenin İstanbul'daki merkez bürosu basılarak bütün çalışanlar gözaltına alındı.
Herhalde gazete artık çıkamaz diye düşünüyorlardı. Ancak dışarıda kalan birkaç gazeteci aydınların ve demokrat gazetecilerin yardımıyla gazete bir iki gün aradan sonra yayınına devam etti.
Polisler büyük bir kızgınlıkla biz gözaltındakilere gazetenizi yine engelleyemedik diye bağırmışlar ve gazetenin yayın yönetmeni Gurbetelli Ersöz ve müessese müdürü Ali Rıza Halis dışındakileri serbest bırakmışlardı.
Ancak baskılar, toplu gözaltılar, ölümler de yetmeyince bu kez gazetenin İstanbul'daki iki bürosu ile Ankara bürosu 4 Aralık gecesi (1994) aynı saatte bombalandı; Ersin Yıldız bu bombalamada yaşamını yitirdi.
Bu bombalamalardan sonra polisin tavrı failin kim olduğu konusunda ipuçları veriyordu.
Bombaların patlamasından sonra gazete bürosunda yangın çıkmıştı. Yangın sürerken gazetede kalan 10-15 arkadaşımız çatıda mahsur kalmıştı. Ancak kendilerine atılan halatla inip kurtulabildiler.
Polis halattan kayarak ölümden kurtulan arkadaşlarımızın avuçlarına bakarak kanayıp kanamadıklarını tespit etmeye çalışıyordu. Elleri kanamayan varsa 'dağdan' geldiğini iddia etme peşine düşmüştü.
Tabii bütün arkadaşlarımızın elleri paramparça olmuştu ancak bu onları gözaltına alınmaktan kurtaramamıştı. Zaten imha emrinin dönemin Başbakanı tarafından verilen 30 Kasım tarihli 'bertaraf edin' emriyle gerçekleştiği ortaya çıktı.
Gazete üzerindeki baskıların bir biçimi de toplatma, dağıtım yasağı ve sansürlerdi. Gazetelerin hemen bütün sayıları toplatılıyor, Olağanüstü Hal (OHAL) bölgesine sokulması yasaklanıyor, haberler sansürleniyordu.
Gazete OHAL bölgesindeki illere bazen sebze sandıklarının arasına gizlenerek, bazen katırların sırtında dağ tepe aşarak girebiliyordu. Gazeteler küçük dağıtımcılar vasıtasıyla okuyucuya ulaşabiliyordu.
Gazeteler bazen bembeyaz oluyordu. Çünkü gazete matbu toplatma kararları ile daha matbaada basılırken toplatılıyordu.
Biz gazetenin toplatılan yazıların yerini beyaz bırakarak tekrar baskıya gönderiyorduk, aynı gazete ikinci baskıda bu kez başka yazılar nedeniyle toplatma kararı çıkıyordu.
Bu kez o yazıların yeri boş bırakılarak baskıya gidiyor, anında toplatma kara çıkıyor bu bazen gecede dört beş kez tekrar ediliyor ve sonuçta gazete sadece başlıklar olan (bazen onlar da sansürleniyordu) beyaz sayfalarla çıkabiliyordu.
Öldürülen gazeteci dağıtımcıların failleri bulunamadı. Musa Anter başta olmak üzere öldürülmelerle ilgili pek çok tanık olmasına karşın dosyalar ya kapatıldı ya da zaman aşımına uğratıldı.
Kutlu Savaş tarafından hazırlanan Susurluk Raporu'nun sansürlenen sayfalarında devlet güçlerinin bu olaylardaki rolü açıkça ifade edilmesine karşın ne 1000 operasyon gerçekleştirdiğini itiraf eden Mehmet Ağar'a ne de 'bertaraf edin' emrini yayınlayan Tansu Çiller'e konuyla ilgili soruşturma açılmadı.
Bütün bu baskılara karşın özgür basın bugüne kadar yayınını sürdürdü.
Buna paralel olarak baskılar da devam etti. Çıplak şiddetle imhanın yerini tutuklamalarla gerçekleştirilen imhalar aldı.
Yine onlarca gazeteci gerçekleri yazdıkları için cezaevinde. Ancak geride kalanlar ya da tutuklananların yerini alanlar bu onurlu görevi sürdürüyorlar. (YÖ/BA)
* Yurdusev Özsökmenler, gazeteci, 2003-2008 dönemi Diyarbakır Bağlar Belediye Başkanı
** Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık dizisindeki diğer yazılar için tıklayınız.