Başlık 1990'lı yıllarda gazeteci anne ve babasının katledilmesine tanık olan iki küçük çocuğun yaşamını anlatan bir filmin Kürtçe adı.
Türkçedeki karşılığı "Ben Gördüm". Film o yıllarda yaşanan trajediyi gözler önüne seriyor.
Öykü ve senaryo önceki yıl kaybettiğimiz gazeteci arkadaşımız Evrim Alataş'ın, birinci elden yakın tanığı ve öznesi olduğu ve unutturulmak istenen trajediyi hatırlamaya, vicdan muhasebesi yapmaya davet ediyordu bizleri.
Bırakalım toplumu, katledilenlerin yakınlarının bile suskun ve çaresiz kaldığı bu dönemde işlenen cinayetlerin faillerini aslında hepimiz biliyorduk ve tanıyorduk.
Bu cinayetlerin nerede kararlaştırılıp planlandığı, hangi devlet kurumları ve görevlileri tarafından organize edildiği ve gerçekleştirildiğini bilmeyen yok. Ama katiller hiçbir zaman yargılanmadı ve cezalandırılmadı.
1992 yılından başlayarak Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) alınan kararlar bağlamında, dönemin siyasi iktidarları, yasama, yargı ve tüm devlet kurumlarının bu uygulamaların faili olduğu tartışılmaz bir gerçek olarak ortada duruyor.
Bu cinayetlerin işlenmesi ve faillerinin yargılanamayışının temel nedenlerinden biri, 1982 Anayasası ve 12 Eylül Darbesi sonrasında çıkarılan yasa ve kararnamelerdir.
Özellikle Olağanüstü Hal Yasası (OHAL) ve buna bağlı kararnamelerde yer alan kurallar dolayımıyla, gazeteci cinayetlerin organize edilmesi ve gerçekleşmesinin altyapısı oluşturuldu.
Daha da önemlisi, cinayetlerin yargı tarafından soruşturulması, faillerinin yakalanması, yargılanması ve cezalandırılmasının önü kapatıldı.
Bölgedeki 13 il ve çevre illerde 2002 yılına kadar uygulanan OHAL Yasası, bölgede Anayasa ve temel yasaları geçersiz kılan nitelikte kurallar içermekteydi. 1983 yılında oluşturulan OHAL Valiliği doğrudan hükümet ve Milli Güvenlik Kurulu'na (MGK) bağlıydı.
OHAL Bölge Valiliği'nin kararları ve uygulamaları, kimi durumlarda tüm ülkede geçerli hale gelebiliyordu. Söz gelimi gazete, kitap, film yasaklamaları, bazı kişilerin bölgeden sürgün edilerek belirlenen bir yerde ikamet etmek zorunda bırakılmaları ülke geneline yayılabiliyordu.
OHAL uygulamaları hukuki, yasal ve yargısal denetimden muaftı. 2935 sayılı OHAL yasasındaki ve 285 sayılı OHAL Bölge Valiliği'nin Kuruluşu Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan kısıtlayıcı, sınırlayıcı ve hukuk dışı düzenlemeler, yasadışı-hukukdışı uygulamaların yargı önüne götürülmesini açıkça engellemekteydi.
285 sayılı (OHAL) Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinin Kuruluşu Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. Maddesinde şu kural yeralmaktaydı:
" Bu Kanun Hükmünde Kararname ile Olağanüstü Hal Bölge Valisine tanınan yetkilerin kullanılması ile ilgili idari işlemlere karşı, yargı merciilerinde dava açılamaz.
Türk Hükümeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) verdiği deklarasyon ile, OHAL uygulamalarından kaynaklanan ihlallere ilişkin olarak, AİHM'e yapılan başvurular ve AİHM tarafından verilen kararları tanımayacağına dair "çekince" koydu.
Dolayısı ile OHAL Valiliğinin uygulamalarına karşı iç hukukta yargısal merciilere başvuru yapılmasının önü kapatılıyor, yine yukarıda belirttiğimiz üzere, AİHM'e başvurularda bu bölgedeki uygulamalar için hükümet tarafından konulan "çekince" ile engelleniyordu.
OHAL bölgesinde gerçekleşen cinayetler, köy yakma ve boşaltma, fidye karşılığı rehin alma, işkence, sürgün gibi uygulamaların, OHAL sistemi içerisinde planlandığı ve kamu görevlilerinin bilgisi ve denetimi altında gerçekleştirildiği açık veya dolaylı olarak bilinmekteydi.
Ancak hiçbir savcı ve yargıç, bu olaylar ile ilgili olarak ciddi bir soruşturma ve yargılama yapma cesareti gösteremiyordu.
Öldürülen kişilerin aileleri ve avukatlarının yaptığı suç duyuruları ve başvurular sonuçsuz kalıyor, tehdit ve baskılar nedeniyle can güvenliği tehlikeye giren başvurucular ve avukatlar, misilleme korkusu altında yaşıyorlardı.
2000'li yıllarda köy boşaltma ve yakma olayları için kurulan komisyonlar vasıtası ile bazı mağdurlara tazminat ödenmesi gündeme geldi.
Ancak bölgede işlenen binlerce cinayetin faillerinin belirlenmesi, yargılanması, cezalandırılması bir tarafa, öldürülenlerin yakınlarına tazminat ödenmesi bile sözkonusu edilmedi.
OHAL Valisi'ne tanınan olağanüstü yetkiler kullanılarak, bölgedeki ordu, emniyet birimleri ve JİTEM tarafından seçilen itirafçılar, Hizbullah örgütü militanları ve koruculardan oluşturulan paramiliter infaz timleri illegal şekilde organize edilerek, silahlandırıldı.
Bunların finanse edilmesi, eğitilmesi, eylemlerin planlanması devlet birimleri tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bu organizasyonlar ve eylemler yasadışı olduğu için, bütçesi ve lojistik ihtiyaçları Başbakanlık tarafından "örtülü ödenekten" sağlanmaktaydı.
Yargı kurumlarının bu olaylar karşısındaki duruşu ve uygulamaları ise daha vahimdi. Hukuk, anayasa ve yasa kurallarını uygulamak, adaleti sağlamakla görevli yargıçlar ve savcılar da, OHAL sistemine eklemlenerek, hükümetin-devletin "adliye memuru" gibi davranmayı tercih ettiler.
Dolayısıyla, bölgede yaşayan insanlar için, adalet ve hak arama kavramı anlamsız hale geldi. İnsanlık dışı uygulamaların, cinayetlerin kimler tarafından gerçekleştirildiğini herkes gibi devletin yargı kurumları, kolluk birimleri de iyi biliyordu.
Ancak bırakalım yakalanmalarını, soruşturulmalarını ve cezalandırılmalarını, faillerin açıkça korunduklarına ve ödüllendirildiklerine tanık oldular. Halk tarafından yakalanan ve karakola teslim edilen kimi cinayet faillerinin birkaç saat içerisinde serbest bırakıldığı bir ortamda, hukuk, yasa ve adalet anlamsız kavramlar haline geldi.
Devlet, dönemin hükümetleri, kendileri ile birlikte, uygulamalardan birinci derecede sorumlu olan OHAL Valileri ve tüm kamu görevlileri ve paramiliter birimlerde görev alan tetikçiler için "dokunulmazlık" olanakları yaratılarak, sonraki dönemler için de önlem alındı.
AİHM'e yapılan Kemal Kılıç, Ferhat Tepe ve Özgür Gündem başvurularında, mahkeme tarafından yapılan olgu-bulgu duruşmalarında ve soruşturmalarda, bu olaylarla ilgisi olan kamu görevlilerinin AİHM heyeti tarafından dinlenilmesi ve sorgulanması hükümet tarafından engellenerek gerçeğin ortaya çıkması, faillerin belirlenmesi engellendi.
Bu durum AİHM tarafından verilen ihlal kararlarında özellikle vurgulandı, devletin failleri koruduğu açıkça belirtildi.
O dönem bölgede görev yapan ve olayların sorumlusu olan tüm devlet ajanları, valiler, emniyet müdürleri, hatta korucu liderleri bile milletvekili, bakan, vali, emniyet müdürü yapıldı.
Bazı bürokrat, subay ve polis şefleri ise dış ülkelerde elçiliklerde görevlendirilerek soruşturulmaktan ve yargılanmaktan kurtarıldı, usulen açılan birkaç soruşturma ise, zamanaşımına uğratılarak dosyalar kapatıldı.
Bugün 12 Eylül 1980 Darbesi ile ilgili olarak komisyonlar kurulup bazı olayların faillerinin belirlenmesi gibi çalışmalar yapılmasına karşın, 80 yıllık cumhuriyet tarihinin en trajik olaylarının yaşandığı OHAL dönemine ait cinayetler ile ilgili hiçbir araştırma-soruşturma yapılmaması anlamlıdır.
O dönemde Emniyet Müdürlüğü, Valilik, İçişleri ve Adalet Bakanlığı yapan Mehmet Ağar'ın, yaşanan faili meçhul olaylarla ilgili olarak "Bu duvardan bir tuğla çekersek, devlet enkazın altında kalır" ve "Bin operasyon yaptık" cümleleri, faillerin kim olduğunu yeterince ortaya koyuyor.
Uygulamalara maruz kalan kişiler ve aileleri açısından bakıldığında, hukukun olmadığı, yasaların işlevsiz kaldığı, adliyelerin karakol haline geldiği, devletin bölgedeki insanları "düşman" olarak gördüğü bir ortamda, adalet duygusunun yitirilmesi ve daha da önemlisi "misilleme" ile karşılaşma korkusunun suskun kalmada belirleyici olduğu görülüyor.
Bu dönemde OHAL Bölgesi'nde yaşam, insan hakları ve hukuk kurallarına göre değil, "savaş kurallarına" göre şekillenmiş, bu kurallar yaşamın her alanında belirleyici oldu.
Bu bağlamda, bölgede yaşayan insanların, can güvenliklerinin olmaması, yaşamlarını tehlikeli koşullarda sürdürmeleri, devlet tarafından potansiyel terörist olarak nitelendirilmeleri ve misilleme ile karşılaşma korkusu ile yaşadıkları hak ihlalleriyle ilgili olarak, AİHM de dahil, resmi-hukuki makamlara başvuru yapamadıklarını da hatırlatmakta yarar var. (ÖK/BA)
* Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık dizisindeki diğer yazılar için tıklayınız.