Safyettin Tepe Yeni Politika gazetesinin Batman muhabiriydi. 25 Ağustos 1995'te Batman'da gözaltına alındı, Bitlis Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi'ne getirildi. 29 Ağustos 1995'te öldü, 27 yaşındaydı. Safyettin'in gözaltında intihar ettiği iddia edildi.
Bitlisliydi, annesi 12 çocuğunu yetiştirmekle uğraştı, babası evin geçimini çiftçilik yaparak sağlamaya çalıştı.Safyettin 28 Temmuz 1993'te Bitlis'te kaçırılıp öldürülen yeğeni, Özgür Gündem muhabiri Ferhat Tepe'nin ardından gazeteciliğe başladı. Ferhat'ın kalemini devraldı, Özgür Gündem gazetesinin Adana ve Antep muhabirliğini yaptı. Öldürülmeden önce Yeni Politika Batman muhabiriydi ve Açık Öğretim İşletme bölümünde okuyordu.
Safyettin Tepe'yi ağabeyi Tayyip Tepe ve hukukçu Saniye Karakaş anlatıyor.
Ağabeyi Tayyip Tepe anlatıyor
Safyettin çalışkandı, dürüsttü, herkes ona inanırdı. 1993'te İstanbul'a geldi ve birkaç ay Özgür Gündem'de muhabirliği öğrendi. Sonra Ağrı'ya gönderdiler. Gazeteci Aydın Bolkan ile Ağrı'da otobüsten iner inmez gözaltına alınmış ve Emniyet Müdürlüğü'nde işkence görmüşler. Sonra otobüse bindirip yollamışlar, bizimkiler Ankara'da inmişler ve suç duyurusunda bulunmuşlar.
Ailece tehdit ediliyorduk, polisler bizi sürekli dağdaki akrabalarımızla ilgili sıkıştırırdı, Safyettin'in haberlerinden de rahatsız oluyorlardı. Kardeşimin yaptığı fail meçhul haberlerinin öldürülmesine vesile olduğuna inanıyorum.
Safyettin Eylül 1993'ten itibaren Özgür Gündem Adana ve Antep muhabirliği yaptı. Antep'teyken birkaç kere ziyaret ettim, kardeşim boynunda fotoğraf makinesi ile haber yapıyordu, gazeteci olmuştu. Öldürüldüğünde bir yıldır Yeni Politika Batman muhabiriydi.
Gözaltına alınmadan birkaç gün önce İstanbul'da buluştuk. Gazete kapanmak üzereydi ve ne yapacağını düşünüyordu. Sonra ben Bitlis'e döndüm o da Batman'a geçti.
"Büroyu basıp gözaltına almışlar"
23 Ağustos'ta Özgür Gündem'in İstanbul bürosuna iki kişi gelmiş. Polis olduklarını söyleyip Safyettin'i sormuşlar, Batman'da olduğunu öğrenmişler. Gazetedekiler olayı kardeşime haber vermiş ama o umursamamış.
Polisler ertesi sabah Batman'da gazeteyi basıp Aydın, Ramazan ve Safyettin'i gözaltına almışlar. Sonra Aydın'ı ve Ramazan'ı bırakmışlar.
Aydın bana telefon açıp Safyettin'i İstanbul'a götürme ihtimallerinden bahsetti. Ama aklıma yatmadı, Bitlis'e getireceklerinden şüphelendim ve tanıdıklara haber verdim.
Safyettin'in Bitlis Emniyeti'nde olduğunu öğrenince akşam ona yemek götürdük. Babam Emniyet Müdürü'ne "Çocuğumdan ne istiyorsunuz?" deyince, Müdür gözaltı gerekçesini söylemedi ve yasal işlemleri yapacaklarını anlattı. Birkaç gün boyunca yemek götürmeye devam ettik ama Safyettin ile görüşemedik.
"Yerde, su içinde yatıyormuş"
29 Ağustos'ta Bitlis Emniyet Müdürlüğü'nden iki polis, babamı evden çağırmış. Yolda babam tam otomobile binecekken, hareket etmişler. Sonra geri çağırmışlar, yine arabayı çalıştırmışlar. Yaşlı babamı bu şekilde karakola kadar altı kilometre yürütmüşler.
Aynı akşam kardeşim Burhanettin'i de çağırmışlar. Ona karakolda kardeşimin ölüsünü göstermişler. Safyettin yerde su içinde yatıyormuş, üzerinde sadece külotu varmış. Saçları ıslakmış. İntihar ettiğini söylemişler. Burhanettin'in kardeşimi teşhis ettiğine dair tutanak tutmuşlar. Kardeşim beni aradı ve Safyettin'i hastaneye götürdüğünü söyledi. Ailece hastaneye gittik.
"İç çamaşırıyla intihar etti, boğuldu"
Resmi otopside iç çamaşırıyla intihar ettiği, boğulduğu yazıyordu. Savcı Yusuf da aynısını söyledi. Burhanettin, kardeşimin yazın atlet giymediğini, Safyettin'in üzerinde atlet olmadığını belirtince, savcı "Belki de o gün giymişti" dedi. Otopsiye itiraz edince savcı gerekeni yaptığını anlattı ve raporu imzalatmak istedi. Biz otopsi raporunu ancak iki gün sonra imzaladık.
30 Ağustos'ta gece 02.00 civarı naaşı aldık. Hatta ben ikinci bir otopsi için direttim ama Bitlis Emniyeti cenazeyi almazsak, kendilerinin defnedeceğini söyledi. O münakaşada babam "Çocuğumu sağ olarak size teslim ettim ölü olarak verdiniz. Onu kendim alıp gömeceğim, size güvenmiyorum" dedi. O yüzden cenazeyi gece aldık, sabah camiye götürdük. Safyettin'in sırtı ve ayakları morarmıştı, kafada darp izleri vardı. Boynundaki iz hafifti.
Bitlis Kadiriler Mezarlığı, askerler, polis ve panzerlerle doluydu. Bizi rahat bırakacaklarına dair verdikleri sözü hatırlatınca geri çekildiler ve 30 Ağustos'ta Safyettin'i gömdük. Cenazeyi defnettikten sonra, avukatlar Osman Ergin, Talat Tepe ve gazete yetkilisi, BDP milletvekili Gültan Kışanak ile birlikte savcı ve Vali yardımcısı ile görüştük. Savcı gerçeklerden yana olduğunu ve delilleri toplayacağını anlattı, Vali Yardımcısı da gerekenin yapılacağını söyledi.
Atlet nerede?
Savcıdan kendini astığını iddia ettikleri atletin delil olarak gösterilmesini istedim. Fakat gösterilmedi, belli ki öyle bir çamaşır yoktu. Bize sadece Bitlis'teki otopsi raporu verildi. Kardeşimin Adli Tıp raporu elimize bile geçmedi. Avukat Osman Ergin o dönemde otopsiyi okuduğunda "Böyle otopsi olmaz, bu sağlıklı bir otopsi değil" dedi. İkinci bir otopsi için savcılığa dilekçe verdik kabul edilmedi.
Biz olayla ilgili şüphelendiğimiz sekiz polisin isimlerini vermiştik. Olaydan bir buçuk ay sonra eve yetkisizlik kararı geldi. Savcı dosyayı Bitlis Valiliği İdare Kurulu'na gönderdiğini, Vali izin verirse, dosya kendilerine sevk edilince ilgilenebileceklerini söyledi.
İl İdare Kurulu'nda 12 Ağustos 1996'da verdiğim ifademi çarpıttılar. "Emniyet nezaretinde ölen kardeşim" dememe rağmen, ben söylüyormuşum gibi "Kendi iç çamaşırıyla intihar eden kardeşim" yazdılar. İl İdare Kurulu'na, Valiliğe, Adalet Bakanlığı'na dilekçeler verdik. Emniyet Müdürlüğü hakkında suç duyurusunda bulunduk. Hiçbir cevap alamadık.
15 Ağustos 1996'da İl İdare Kurulu sekiz polis hakkında soruşturmayı gerekli kılacak yeterli kanıt bulunmadığına karar verdi. "İç çamaşırıyla kendini asmış. Mahkemeye lüzum görülmedi" diyerek dosyayı kapattı. İl İdare Kurulu'nun kararına itirazımız 7 Ekim 1996'da Danıştay'a gitti.
Tanıklar
Safyettin'in öldüğü gün gözaltında kimse yokmuş. Tanık olabilecek herkesi ya mahkemeye sevk etmişler ya serbest bırakmışlar. Buradan Saffyettin'i bilerek katlettiklerini anlıyoruz. Ama 1995'te Muş Cezaevi'nden daha önce gözaltında Safyettin'i gören tanıklar bulduk. Görüşmeye gittiğimde konuşmadılar. Sadece içlerinden biri İhsan, ısrar edince Bitlis'te gözaltındayken Safyettin'in kendisine "Buradan çıkarsan Bitlis'te aileme bilgi ver, durumumun kritik olduğunu anlat" dediğini söyledi.
Cezaevi'ndeki bir başka tanık Cemil Demir'di. Benimle o gün konuşmayanlar Demir'e anlatmış. Demir "Kardeşini işkenceye götürmüşler, işkenceden sonra elektrik vermişler, baş aşağı asmışlar. Gitmişler çay içmişler ve unutmuşlar. Öldüğünü sonradan fark etmişler" demişti. Demir de sonra vefat etti.
Bu bilgiler üzerine savcıya dilekçe verip tanıkların ifadelerinin alınmasını istedim. Savcı cezaevinde ifadelerinin alındığını ama kimsenin bir şey anlatmadığını söyledi. Cemil Demir'in de adını verdim ama onunla konuşmadılar. Aslında o tanıkların ifadelerinin alındığından emin değiliz. Çünkü resmi belge görmedik.
AİHM ve ihmaller
1996'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurduk. Davayı Kurdish Human Rights Project'den (KHRP) Kerim Yıldız'a gönderdik. Yıldız başvuru yapacağını ve süreci izleyeceğini söyledi. Dosyaları, istedikleri evrakları, hatta Safyettin'in haberlerini bile yolladık.
Senede birkaç defa davanın gidişatını KHRP'ye sorduk, onlar da davanın sürdüğünü söyledi. Ta ki 2005'te AİHM'deki davanın unutulduğunu öğreninceye kadar böyle devam etti. Bunun sebebi olarak KHRP tarafından bize, ilk mektup tarihinden sonra AİHM'in verdiği sürede esas başvuruyu hazırlayıp göndermemeleri olduğu iletildi. KHRP sorumluluğun kendine ait olduğunu belirtti ve durumu düzeltmek için çaba harcadı.
Bunun üzerine Cumhuriyet Savcılığı'na dilekçe verdik ve İdari Mahkeme'ye başvurduk. Ama İdari Mahkemeden olumsuz cevap aldık.
Hukukçu Saniye Karakaş anlatıyor
Safyettin Tepe ile ilgili AİHM'e ilk başvuru mektubu 22 Şubat 1996'da gönderildi. Başvuruda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başvurucunun AİHS ile garanti altına alınan madde 2, 3, 5, 6, 8, 13, 14 ve 18. Maddelerini* ihlal ettiği ileri sürüldü. AİHM 20 Mart 1996'da başvuruyu kayıt altına aldı
8 Kasım 1999'da AİHM'e başvuru formu ek belgelerle birlikte gönderildi. 14 Şubat 2000'de mahkeme başvuru formunun ilk mektup tarihinden 3 yıl 8 ay 15 gün sonra yollandığını ve başvurucunun ilk mektup tarihinden 8 Kasım 1999'a kadar başvurusunu geciktirmesine yol açan nedenler hakkında bilgi ve kanıt sunmadığına dikkat çekti.
Mahkeme, başvurucu davasını devam ettirmek istiyorsa, bu bilgi ve kanıtların en kısa zamanda sunulması gerektiğini belirtince 21 Aralık 2000'de mahkemeye açıklayıcı bir mektup yollandı.
"Başvurucu kararlıdır"
Mektupta şu hususlar ileri sürüldü: Başvurucu davasını devam ettirmek konusunda kararlıdır. Tepe ailesi Bitlis Emniyet görevlileri tarafından sürekli tehdit ve tacize maruz kalmıştır. Tepe ailesinin bazı üyeleri gözaltına alınmıştır. Başvurucu ve ailesi yetkili makamlara şikâyetlerini ilettiğinde, daha fazla taciz ve tehdit edilmiştir. Başvurucu oğlunun öldürülmesinden sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması için yoğun çaba harcamış fakat yetkili makamlar tarafından engellenmiş ve olay örtbas edilmeye çalışılmıştır.
8 Ocak 2001'de mahkemeye bir mektup daha yollanarak ek bilgi sunuldu. Mektupta başvurucunun oğlunun ölümünün aydınlatılması için devamlı yetkili makamlara başvurduğu, yanıt alamadığı ifade edildi. Başvurucunun soruşturma dosyasındaki belgelere ulaşma ve ikinci bir otopsi yapılması isteğinin yerine getirilmediği belirtildi. Ayrıca başvurucunun ve ailesinin AİHM'e yaptıkları başvuru nedeniyle sürekli tehdit edildiği mahkemeye iletildi.
13 Ağustos 2002'de mahkeme başvuruyu 30319/02 numarasına kaydettiğini ve başvurunun en kısa zamanda ele alınacağını belirten bir mektup yolladı.
Ve ret kararı
13 Nisan 2004'te mahkeme başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verdi. AİHM, gerekçesinde başvuru formu ve ek belgelerin ilk başvuru tarihinden 3 yıl 8 ay 15 gün sonra yollandığını, olayın 29 Ağustos 1995'te meydana geldiğini ve bu tarihten sonra herhangi bir sonucun elde edilemediğini belirtti. Başvurucunun iç hukukta yürütülen soruşturmanın etkisiz olduğunun ayırdına daha erken varması gerektiğini ve bu nedenle başvurunun mahkemeye çok geç yollandığını ifade etti.
*AİHS madde 2: yaşama hakkı, madde 3: işkence yasağı, madde 5: özgürlük ve güvenlik hakkı, madde 6: adil yargılanma hakkı, madde 8: özel hayatın ve aile hayatının korunması, madde 13: etkili başvuru hakkı, madde 14: ayrımcılık yasağı, madde 18: hakların kısıtlanmasının sınırları.
* Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık dizisindeki diğer yazılar için tıklayınız.