*Fotoğraf: Mustafa Avcı
Yazının Kürtçesi / İngilizcesi için tıklayın
|
4 Mayıs 2022’de bir anne, oğlu İsmail’in yazdığı “Ben Neyim?” adlı bir şiiri Twitter’da paylaştı. İsmail’in, yaşadığı varoluşsal sancıları oldukça tatlı ve muzip sayılabilecek bir şekilde anlattığı şiiri, kısa zamanda viral oldu.[1] Binlerce hesap tarafından paylaşılan ve gazetelerde haber olan şiir, kelimenin tam anlamıyla insanların gönül telini titretti.
Şiirin paylaşılmasından kısa bir süre sonra, Ufuk Beydemir adlı bir müzisyen şiiri bestelediği bir videoyu paylaştı.
Şiire hürmet eden, saygısızlık yapmayan, bir çocuğun varoluşçu muzipliğini ve sancılarını ciddiye alan ve hatta biraz fazla ciddiye alarak daha hüzünlü hale getiren bu hoş beste de on binlerce hesap tarafından paylaşıldı ve bir gün içinde sadece Twitter’da 675 bin defa izlendi.
Yaratıcılık nedir?
Yaratıcılık nedir sorusuna farklı disiplinlerden verilebilecek pek çok farklı cevap var, fakat meseleye bu örnekten hareketle bakarsak, yaratıcılığın başka insanların duygularını harekete geçirebilme, yaratıcılıklarını tetikleme ve bunu toplumsal bir düzeyde yapabilme gücüne sahip olduğu görülebilir. Elbette bütün yaratıcı ürünlerin böyle kuvvetli bir toplumsal karşılığının olması beklenemez, fakat halihazırda böyle toplumsal bir karşılık bulmuş yaratıcı üretimler üzerinden, yaratıcılığın toplumu ve insanları mobilize etme kapasitesinin ne kadar yüksek olduğunu anlaşılabilir.
Müziğin titreşimi
Temel yapıtaşı ses olan müziğin başka insanları harekete geçirebilme kapasitesi aslında sese içkin bir özellik olarak düşünülebilir. Sesin bu özelliği, rezonans olgusu bağlamında gözlemlenebilir. Elbette müzik dinleyen insanların harekete geçmeleri, fiziksel bir fenomen olan rezonans kavramıyla açıklanamaz. Fakat yine de akustik rezonans kavramı, bir metafor olarak, müziğin ve yaratıcılığın bulaşıcılığının anlaşılmasında fayda sağlayabilir. Akustik rezonans, akustik bir sistemin, doğal olarak titreştiği frekanslardaki ses dalgalarını yükseltmesidir. Bu olgu, günlük hayatta da gözlemlenebilir. Örneğin, standart olarak akort edilmiş ve aynı ortamda bulunan iki gitardan birinin en alt teli yeterince güçlü bir şekilde titreştirildiği zaman, diğer gitarın alt teli de “kendiliğinden” titremeye başlar. Aynı rezonans frekansına sahip teller, aralarında fiziksel bir mesafe olsa bile, havada yayılan ses dalgaları yoluyla birbirlerini harekete geçirirler. Teli titreştirilen gitarın teli durdurulduğunda, diğer gitarın alt telinin kendi kendine titreşmeye devam ettiği ve ses çıkardığı görülür.
* Akustik rezonansı özdeş iki akort çatalı (diyapazon) kullanarak örnekleyen bir video
Gönüllerin titreşimi
Benzer şekilde sanatsal yaratıcılık da insanların gönül tellerini titreştirir ve onları hem duygusal olarak hem de fiziksel olarak harekete geçirebilir. Aynen gönlü titreşen genç şair İsmail’in bir şiir yazması, sonrasında gönül teli titreyen annesinin bu şiiri paylaşması ve sonuç olarak okuyan milyonlarca insanın gönül tellerinin harekete geçmesi gibi. Bu etki müzisyen Ufuk Beydemir’de daha kuvvetli bir şekilde ortaya çıkmış ve Beydemir’in yaratıcılığını tetikleyerek onun da yeni bir besteyle bu şiire bir katkıda bulunmasına yol açmıştır. Dolayısıyla, Beydemir’in şiiri görünce kendini tutamadığını ve bestelediğini belirtmesi aslında daha kuvvetli bir tür gönülsel rezonansa benzetilebilir.
Müzik: Evrensel insan bağımlılığı
Elle tutulmayan, gözle görülmeyen bir sanat eseri olarak müzik eseri, bütün sanatlar arasında insan üzerindeki etkileri bakımından belki de en kalıcısı, en tesirlisi ve de en gezginidir. Müzik, bunlara ek olarak bilim insanlarının sebebini açıklamakta güçlük çektikleri bir “bağımlılık” gibidir. Bu evrensel insan bağımlılığı, mesafeleri aşarak birbirinden ilgisiz görünen insanları bile bir araya getirebilir. Müzik eserlerini dinleyen, insanlar duygusal olarak farklı şeyler hissetseler bile, müzik onları müziğe has ve “değişken” bir niyetsellik sayesinde, önceden kesin olarak belirlenemeyen, farklı ve çoğul duygulanımsallıklarda buluşturur[2].
Müzik, insanlar ve kenetlenme
Müziğin ürettiği bu duygulanımsal birlikteliğe değinmişken, insanların bir ritme bedensel ve zihinsel olarak senkronize olabilme kapasitesinden, yani kenetlenmeden (entrainment) de bahsetmek elzemdir. İnsanlar kenetlenme kapasiteleri sayesinde, bir ritme ve müziğe zamansal olarak kenetlenebilir, birlikte, beraber ve tek vücut olarak hareket ve dans edebilirler. Akustik rezonansa oldukça benzer bir şekilde, hava boşluğunda salınan müziğin ritmi, zihinsel bir mekanizmayı harekete geçirerek, insanların müziğe ve dolayısıyla da birbirlerine kenetlenmesini sağlar. Dolayısıyla müzik, bir yandan insanların birbirinden farklı duygular hissedebilmesine olanak tanırken, bir yandan da mükemmele yakın bir bedensel/zihinsel uyum içinde olmalarını mümkün kılar[3]. Müzikte insanları bir araya getiren, buluşturan, kuvvetli ve aşkın hislerin kökeninde, belki de müziğin farklılıklara izin veren bu birleştiriciliği yatar.
Yaratıcılık kavramının kültürel anlamları
Yaratıcılık, bir taraftan farklı kültürlerde tanrılara atfedilen, bir taraftan da insanların günlük davranışlarında (konuşurken ya da karşılarına çıkan problemleri çözerken) ve hatta hayvanlarda dahi gözlemlenen bir olgu. Kavram Antik Yunan’da ve Roma’da (hatta Rönesans Avrupası’na kadar) büyük ölçüde insanın dışındaki varlıklara atfedilen bir niteliğe sahip. Bu anlayışa göre insan peri, daimon, genius, yarı-tanrı ve tanrılar gibi yaratıcı güçlerin ilhamlarını aktarmaya yarayan bir araçtır. Yaratıcılık, Rönesans’la birlikte insana ve bireye ait bir özellik olarak görülmeye başlandı ve yaratıcı bireyi yücelten bu anlayış Romantizm akımıyla tepe noktasına ulaştı.
Yaratıcılık kavramı, İslam coğrafyasında biraz daha çetrefil bir konudur. Bunun temel sebebi, yaratıcılığı sadece Allah’a mahsus gören ve hiçbir surette bunu insanlara ait bir özellik olarak kabul etmeyen ortodoks görüşün, kuvvetli bir şekilde dolaşımda olması. Yaratıcılığa böyle bir perspektiften bakanlar, bidat[4] ve içtihat gibi yollarla yeniliğin ve yaratıcılığın önüne geçmeye çalışmışlardır. Fakat bu tip engellere rağmen sanatsal üretim, yine de bazı “yaratıcı” çözümler yoluyla devam etti. Örneğin, konuya benzer bir hassasiyetle yaklaşan bazı zakirler, beste kavramını içerdiği yaratıcılık nüansı yüzünden kullanmazken, bu kavram yerine nağmelendirmek ya da giydirmek gibi tabirler kullanmayı tercih etmişlerdir.[5]
İyi Günde Kötü Günde’nin bölümlerini podcast platformlarından dinleyebilirsiniz: Spotify, ApplePodcast, Youtube
Türkiye’de yaratı fikrine dini bir perspektiften karşı çıkanlar olduğu kadar, yaratı fikrini daha seküler bir perspektiften herkese layık görmeyen bir bakış açısı da mevcut. Bu perspektif, klasik Batı müziğini daha üstün bir müzik türü olarak gören ve Romantizmin ortaya çıkardığı yarı-tanrısal, kâhin, dâhi çok sesli müzik bestecisi imgesinin etkisinde kalan, tek sesli müzik eserleri besteleyenleri küçümseyen ve gerçek besteciliği sadece çok sesli besteler üretmekle eşdeğer tutan öz-oryantalist bir bakış açısıdır.
Türkiye’de yaratıcılıkla ilgili bir diğer çatışma da türkü bestelenir mi tartışmasında karşımıza çıkar. Bu tartışma, özellikle TRT’nin halk müziği yayınları bağlamında cereyan etti ve 2000’li yıllara kadar oldukça şiddetli bir şekilde devam etti. TRT bünyesinde yer alan, özünde halkçı bir ideolojiye sahip bu anlayış, bazı durumlarda, geçmişte yaşamış ve idealleştirilmiş bir halkı yüceltirken, yaşayan halkı küçümseyen bir bakış açısıyla hareket etti.[6] Yaratıcılıkla ilgili olarak, Türkiye bağlamında yapılan bu tartışmaları müzik çalışmalarının tarihinde de görebiliriz.
Folklor çalışmaları, müzikoloji ve etnomüzikolojide yaratıcılık
Farklı toplumlarda müziğin ve çalgıların ortaya çıkışına dair mitlere bakıldığında müziğin ilahi, doğaüstü, büyülü ve kutsal olanla yakın bir ilişki içinde olduğu görülür. Tarihsel olarak müzik ve mit, adeta iç içe geçmiştir.[7] Antropolog Claude Levi-Strauss, Güney Amerika yerlilerinin mitlerini incelediği kitabında, aynı anda hem anlaşılabilir hem de tercüme edilemez bir dil olarak tanımladığı müziği, diğer sanat türlerinden farklı bir yere koyar ve insan biliminin en büyük gizemi olan müziğin yaratıcısının, tanrılarla karşılaştırılabilecek bir varlık olduğunu belirtir.[8]
1950’li yıllarla birlikte, özellikle psikoloji bilimi bünyesinde yapılan çalışmalar sayesinde, yaratıcılığa dair uzun süredir yürürlükte olan ve yaratıcılığı kutsal, mistik, az sayıda insanın tekelinde gören anlayış yıkılmaya başladı. Bu çalışmalar yaratıcılığın bütün insanlarda gündelik düzeyde görülen bir olgu olduğunun anlaşılmasını sağladı. Bu noktada dilbilimci Noam Chomsky’nin çalışmaları, bir dili konuşmanın bile başlı başına çok büyük yaratıcılık gerektiren bir yetenek olduğunu gösterdi. Sadece insanların değil, hayvanların da sergiledikleri problem çözme becerileri, belirli ölçüler ve sınırlar içinde hayvanların da yaratıcı olduklarını göstermiştir.[9]
Etnomüzikolog Laudan Nooshin’e göre yaratıcılığa atfedilen mitolojik ve kutsal karakter; yaratıcılığa dair ideoloji, iktidar ve güç ilişkilerinin görmezden gelinmesine sebep oldu. Dolayısıyla yaratıcılığın nasıl tanımlanacağına, kimin yaratacağına, yaratının nasıl bir değer taşıyacağına dair kuralları belirleyen bu ilişkilere bakmak çok önemli. Bu bakımdan yaratıcılığı ortaya çıkaran toplumsal teamülleri anlamak için sosyal, sınıfsal, etnik, dini ve ekonomik koşullar ile toplumsal cinsiyet koşullarının irdelenmesi şart.
Halkın yaratma kabiliyeti
Folklor çalışmalarında, yansımaları Türkiye’deki türkü tartışmalarında da görülebilen, önemli tartışma konularından biri, halkın yaratma kabiliyetine sahip olup olmadığı sorusu. Bu noktada, doğaya daha yakın bir hayat süren halkın üretiminin de daha doğal (hatta bir nevi hayvansı) olduğu yönünde bazı görüşler bile ortaya atıldı.[10] Hatta öyle ki, halk şarkısının kendisine bir öznellik atfederken, halka herhangi bir yaratıcı öznellik atfetmeyen teoriler dahi mevcut. Örneğin Joseph Grimm’in “halk şarkılarının kendi kendini bestelediği ve sonraki kuşaklara aktardığı” yönündeki iddiası, bu açıdan oldukça ilginç. Her ne kadar, 20. yüzyılın başlarından itibaren halkın yaratıcılığa sahip olduğuna dair görüşler ortaya atılmış ve bu görüşler kabul görmeye başlamışsa da günümüzde bile halkın yaratıcı olmadığını savunan folklorcular mevcut.
Daha önce de belirtildiği üzere, Avrupa’da bestecinin, dâhi ve hatta yarı tanrısal bir yaratıcı olarak ortaya çıkışı, 19. yüzyıl Romantizm akımıyla başladı. Bunun sonucu olarak da müzisyeni ve dinleyiciyi yok sayan bir besteciye tapınma kültü ortaya çıktı. Bir yaratıcı olarak besteciyi yücelten bu bakış açısı günümüzde de hem kültürel olarak, hem de müzikoloji alanında büyük ölçüde devam ediyor. Hatta müzikolog Christopher Small’a göre müzikoloji; genel yaratma eylemine, bir eserin dinleyici tarafından algılanışı ve dinleyicinin esere verdiği tepkilere değil, yaratılan müzik objesinin (nota) kendisine odaklanır.[11] Romantizm temelli bu perspektif, insani üretimlerin kolektif ve sosyal yapısını yok sayar. Halbuki 20. yüzyıl ortalarında bile, yaratının kültürel devamlılığına ve kolektifliğe vurgu yapan metinler vardır. Örneğin, antropolog H.G Barnett, 1953’te yayımlanan inovasyonla ilgili çalışmasında, insanların kültürel ürünleri yoktan var etmediklerini, daha önceden mevcut olan yapı taşlarını bir araya getirerek üretim yaptıklarını belirtir.[12]
1950’li yılların başında ortaya çıkan etnomüzikolojinin ilk dönemlerinde, daha çok bireysel olanla değil toplumsal olanla ilgilenmiş olsa da okuryazar olmayan insanların yaratıcı olabildiklerini gösteren çalışmalar da yayımlandı. 1970’li ve 80’li yıllarla birlikte etnomüzikolojide yaratıcı bireylerin isimlerinden daha fazla bahsedilmeye başlandı ve son yıllarda yaratıcılık meselesi etnomüzikologların çalışma konuları arasında kendisine daha fazla yer bulmaya başladı.
“Müziklemek”
Sosyolog Jason Toynbee, müziği kültürel bir perspektiften çalışan disiplinlerin ve özellikle de kültürel çalışmalar bünyesinde yapılan çalışmaların yaratıcılığa çok az önem verdiğini belirtir. Bu duruma yol açan etkenin disipline hâkim olan popülist eğilimler olabileceğini düşünen Toynbee, yaratıcılığın yüksek sanatlarla ilişkilendirildiğini, yüksek sanatların elitist olduğunu, dolayısıyla da halkın kültürüyle ilgilenen kültürel çalışmalar için bir araştırma konusu olamayacağı şeklindeki bir akıl yürütmenin bu durumda etkili olmuş olabileceğini iddia eder. Kültürel çalışmalar temel olarak kültürel ürünlerin tüketimiyle ilgilenmiş ve bu bağlamda sembolik yaratıcılığa, örneğin insanların müzik dinlerken ve dans ederken gösterdikleri yaratıcılığa, odaklanmayı tercih etmiştir.[13]
Bu tartışmalarda son olarak bahsedilmesi gereken kavramlardan biri müziklemektir. Müzikolog Small, müziği bir obje ya da şey olarak tanımlamak yerine, müziği performans anında gerçekleşen bir eylem olarak tanımlayan müziklemek/musikilemek (musicking) fiilini önerir. Yaratıcılığı bütün katılımcılara yayan müziklemek fiili, insanların müzikal bir performansa, aktif bir şekilde, icracı olarak, dinleyici olarak, dans ederek, meşk ederek, prova yaparak, egzersiz yaparak, ırlayarak, mırıldanarak, ıslık çalarak, besteler yaparak müdahil olmalarını ifade eder. Small, müziklemek fiiliyle müzikteki yaratıcı enerjinin kaynağını, profesyonel, amatör ya da gündelik herhangi bir müzikal faaliyetin bütün katılımcılarına yayar, Batı müzikolojisini yaratıcılık konusunda düştüğü tuzak dolayısıyla eleştirir.
Yaratıcılığın önündeki engeller
Lawrence Lessig, Özgür Kültür (Free Culture) adlı kitabında internet teknolojilerinin gelişmesiyle kültürel ürünlerin üretiminde yaşanan büyük değişimlerden bahseder. Kitabında özetle büyük medya şirketlerinin interneti kendi çıkarlarına göre yeniden imal etmesine vurgu yapan Lessig, şirketlerin kültürü ve yaratıcılığı bu yolla kontrol ettiklerini söyler. Lessig’e göre, büyük şirketler korsanı önlemek bahanesiyle, hukuku kendi çıkarlarını korumak için manipüle eder, bu durum ticari ve ticari olmayan kültür farkını gitgide ortadan kaldırmaktadır. Bu da, özgür kültür (kamu malı) ile kontrollü (hukuk tarafından hakları kontrol edilen) kültür ayrımının neredeyse yok olmasına neden olmuştur. Tüm bu gelişmeler nedeniyle sıradan insanların yaratıcılığı ve dolayısıyla kültür daha önce hiç olmadığı kadar hukukun regülasyonu altına girmeye başlamış, bir yandan da kültür, tarihin hiçbir anında olmadığı kadar birilerinin malı haline dönüşmüştür. [14]
Tarihsel olarak yaratıcı bireye atfedilen değerin iki uç nokta arasında salındığı görülür. Bunlardan ilki insanların yaratıcılığını yok sayıp yaratıcılığı sadece insan dışındaki doğaüstü varlıklara atfeden bir anlayışken; ikincisi de yaratıcılığın sosyal karakterini yok sayıp yaratıcı bireyi yücelten, hatta tanrılaştıran ve yaratıcılığı dâhilerin tekelinde gören anlayıştır. Yaratıcılık çalışmalarının gösterdiği üzere, yaratıcılık sadece özel yetenekli bireylerin tekelinde olan bir olgu değildir, bütün insanlarda bulunan bir kabiliyet ve insanlığın kolektif kültürünün bir sonucudur. Öncelikle şirketlerin ve ünlü müzisyenlerin çıkarlarını koruyan katı telif yasaları, müzik eserlerinin başka müzisyenler tarafından yaratıcı bir şekilde yeniden üretilmesinin önüne geçmektedir. Önceki kuşak müzik yaratıcıları, kendilerinden önceki kuşakların müziklerini, yaratıcı bir şekilde özgürce yeniden üretebilirken, günümüz müzisyenleri bu haktan mahrum bırakılmıştır. Dolayısıyla, yaratıcılığın ve yeniliğin devam edebilmesi için, telif yasalarının yeni yaratıcıların önünü kapatmayan bir şekilde yeniden düzenlenmesi gereklidir.
İyi Günde Kötü Günde yazı dizisi
1 - Aile: İyi günde kötü günde... / Alev Özkazanç
2 - Cezasızlık varken, bir arada yaşamak mümkün mü?
[1] Şiiri annenin yazmış olduğunu, ya da annenin oğluyla birlikte yazmış olduğunu düşünenler de var. Bunu bilmenin imkânı yok, ben İsmail’in yazdığına inanıyorum. Fakat eğer annesi yazmışsa ve bunu oğluna yazdırarak paylaşmışsa, bunun daha bile yaratıcı olduğu düşünülebilir.
[2] Floating intentionality kavramı için bkz. psikolog Ian Cross’un çalışmaları.
[3] Nörobilimde yapılan çalışmalar sonucunda, beynimizdeki nöronların müzikal ritimle senkronik olarak ateşlendiği düşünülmektedir. Benzer şekilde, birlikte müzik yapan insanların beyin dalgaları da aynı ritimle senkronize olabilmektedir. Detaylı bilgi için Bkz. “Neuroscience Reveals How Rhythm Helps Us Walk, Talk — and Even Love” ve “Duetting Guitarists’ Brains Fire to the Same Beat”.
[4] Bidat kelimesi, Hz. Muhammed dönemi sonrasında ortaya çıkan yenilikler, “şer‘î bir delile dayanmayan inanç, ibadet, fikir ve davranışlar hakkında kullanılan bir terimdir.” Kelime “icat etmek, örneği olmaksızın yapıp ortaya koymak, inşa etmek” gibi anlamlara gelen bir kökten türemiştir, dolayısıyla içinde yaratma anlamı da mevcuttur. Bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/bidat.
[5] Bkz. Mustafa Avcı, “Bestenin Anlam Dünyası: Yaratma, Hatırlama, Bulma ve Keşfetme Ekseninde Müzik Üretimi”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 18, sy 48 (2021): 54-78.
[6] Aşık Kul Ahmet’in Yoh Yoh adlı türküsüyle ilgili TRT’de yaşadığı bir anı için bkz. Avcı. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1844386#page=5
[7] Laudan Nooshin, Iranian Classical Music (Ashgate, 2015), 3-4.
[8] Claude Lévi-Strauss, The Raw and the Cooked (Harper & Row, 1969), 18,
[9] Mark A. Runco ve Steven R. Pritzker, Encyclopedia of Creativity, 2. ed, c. 1 & 2 (Elsevier, 2011).
[10] David C. Fossum, “A Cult of Anonymity in the Age of Copyright: Authorship, Ownership, and Cultural Policy in Turkey’s Folk Music Industry” (Doktora Tezi, Brown University, 2017), 44.
[11] Christopher Small, Musicking: The Meanings of Performing and Listening (Wesleyan University Press, 1998), 4.
[12] Bruno Nettl, The Study of Ethnomusicology (University of Illinois Press, 2005), 261.
[13] Jason Toynbee, “Music, Culture, and Creativity”, The Cultural Study of Music, ed. Martin Clayton, Trevor Herbert, ve Richard Middleton içinde. (New York and London: Routledge, 2011), 161.
[14] Lawrence Lessig, Free Culture: How Big Media Uses Technology and the Law to Lock down Culture and Control Creativity (Penguin Press, 2004).
Proje hakkında"İyi Günde Kötü Günde: Bir Arada Yaşamak" podcast ve yazı serisi Hafıza Merkezi Berlin ve IPS İletişim Vakfı/bianet’in yürüttüğü bir proje kapsamında hazırlanıyor. Projenin koordinatörleri Hafıza Merkezi Berlin’den Özlem Kaya ve IPS İletişim Vakfı’ndan Öznur Subaşı, proje danışmanı Özgür Sevgi Göral, proje editörü ise Müge Karahan. "Bir arada yaşam” konusunu odağına alan seride aile, ceza, korku, nefret, yaratıcılık, ırkçılık, hafıza, yalan, antroposen ve arkadaşlık temaları ele alınacak. Bölümler on beş günde bir salı günleri yayınlanacak. |
(MA/SO/NÖ)