Son zamanlarda erkek şiddeti Türkiye’nin en önemli gündem maddelerinden biri. Sorunun görünür olması da iyi bir şey aslında. Ama bu konuda geliştirilen “sosyal sorumluluk” projeleri ve bunların medyaya yansıma şekilleri çözüme mi hizmet ediyor yoksa daha vahim sorunlar mı ortaya koyuyor çok tartışmalı.
Geçtiğimiz sene hükümetin kadınlara “8 Mart hediyesi” olarak sunduğu 6284 nolu Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un gündeme gelmesiyle, gazeteciler arasında yeni bir şiddet mağduru bulup manşetten verme yarışı başlamıştı hatırlarsanız.
Sonra morarmış göz makyajıyla “şiddeti görünür kılma” kampanyaları başladı.
Buna gerek var mıydı? Gözlerine mor makyaj yapan sanatçıların fotoğrafları gazetelerde ve billboardlarda yokken biz şiddetin ne kadar yaygın olduğunu bilmiyor muyduk? Kadın örgütlerinin “kadınlar her gün en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürülüyor” çığlıklarını duymuyor muyduk? Evimizden, ailemizden, mahallemizden, komşularımızdan, arkadaşlarımızdan aşina değil miydik şiddet hikayelerine?
Daha geçen hafta şiddet mağduru kadınlar yararına düzenlenen kermeste “bazı kadınların kaşındığını” söyleyen Hülya Avşar’ın mor bir makyajla fotoğraf çektirmesi mi gerekiyordu erkek şiddeti sorununun vahametini anlamamız için?
Kampanyayı basında yer aldığı haliyle kısaca özetleyeyim:
“Türkiye'nin 8 başarılı ve ünlü kadını, 8 Mart için bir araya geldi. 'O ben olabilirdim' diyerek şiddet kurbanı 8 kadının hayat hikayesini canlandırdı Hülya Avşar, Bergüzar Korel, Nur Fettahoğlu, Burcu Esmersoy, Meltem Cumbul, Ezgi Mola, Dolunay Soysert ve Songül Öden, makyajla şiddet kurbanı 8 kadının yerine geçti. Onların adına duygu dolu mektup yazdı.
“Tüm bu duygusal anlar ve çok özel görüntüler ile sanatçıların empati kurdukları şiddet mağduru kadınların duygularını anlattıkları mektuplar 7 Mart Perşembe günü saat 17:30'da Çırağan Sarayı'nda gerçekleştirilecek olan ‘8 Mart 8 Kadın’ gecesinde tüm Türkiye ile paylaşılacak.”
Bence kampanyanın ismi yanlış olmuş. Kamuoyunda tanınan kadınların sosyal sorumluluk projelerine, özellikle de kadın hakları konusundakilere katılmalarını önemli buluyorum. Ama hiçbiri dememiş mi “O benim zaten” diye?
Çünkü o kadınlar biziz. Hepimiz Ayşe Paşalı’yız, Şefika Etik’iz, Melek Karaaslan’ız… Onlar kadın oldukları için şiddet gördüler, kadın oldukları için öldürülmelerinde bir beis görülmedi, kocaları “cinnet getirip öldürdü”. Biz kadınların empati kurabilmek için yüzümüze sürdüğümüz mor farlara, kırmızı boyalara ihtiyacımız olmamalı.
Bir de “empati kurdukları mağdur kadınların duygularını anlattıkları mektuplar” okunacakmış düzenlenen gecede. Erkek şiddetine karşı mücadelede sembol haline gelen Ayşe Paşalı’yı “canlandıran” Hülya Avşar birkaç gün önce duygularını ifade etmemiş miydi, “Sadece erkekler dövüyor diye bir şey yok, kadınlar dayak yiyor gibi geliyor bana. Kadının kaşınanı var, kaşınmayanı var, haksız yere dayak yiyeni var. Dayak konusunda bazı kadınlar hafif kaşınıyor. Adamı tahrik ediyorlar. Akıllı kadın dayak yemez" diyerek.
Kampanyalarda yer alan kişilerin duyarlılıkları yerine popülerlikleriyle doğru orantıda seçilmesi bir yana, fotoğraflar neden görmek, ulaşmak istediğimiz sonuç değil de olmaması gerekeni görselleştiriyor? Darp edilmiş kadın fotoğrafları, erkek şiddetinin bir insan hakkı ihlali olduğunu anlatmayı nasıl becerebilir? Zaten gerçekten darp edilmiş, öldürülmüş kadınların makyajsız ve kanlar içindeki bedenlerinin fotoğraflarını gazetelerde sürekli görmüyor muyuz?
Saldırganlara akıl veren fotoğraflar
“O Ben Olabilirdim” projesi fotoğraflarını görünce, 14 Şubat’ta Vatan gazetesinde gördüğüm bir haber geldi aklıma. Bakınca fotoğrafların da aynı sanatçıya ait olduğunu gördüm. Tüm medya erkek şiddeti haberlerini manşetten vermeye başlayınca, fotoğrafçılar da konuya “duyarsız kalamıyor” belli ki.
Sevgililer Günü’ne yaraşır kırmızı abiye elbiseler giymiş dört kadın, dört erkek eli, bir sopa, bir bıçak, bir satır, bir tabanca… Haberin başlığı da “Mehmet Turgut’un objektifinden 4 kadın, 4 ölüm şekli…” Öldürme biçimlerine dair akıl verici cinsten bir fotoğraf. Haberde fotoğrafçı konuya ilişkin görüşünü de açıklamış: “Kadına el kaldıran erkeklerin pipilerinin küçük olduğunu düşünüyorum”.
Şiddet her zaman görünür değildir
Fotoğrafçılara bu konuda çalışırken biraz daha yaratıcı olmalarını ve ilham almak için 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nde Mehveş Evin’in kaleme aldığı “Şiddet Mor Bir Gözden İbaret Değil” başlıklı yazıyı okumalarını öneriyorum. Yazıda BM’nin düzenlediği reklam yarışmasında kazanan afişin sloganının “Şiddet her zaman görünür değildir” olduğunu hatırlatıyor.
Diğer taraftan mor makyajın bu kadar çok kullanılması üzerine de düşünmek gerek. Birçok kadının şiddet gördüklerinin farkında bile olmadığını biliyoruz. Geçenlerde konuştuğum bir aile hakimi de bundan bahsediyordu. Çarpıcı bir örnek verdi: Aile mahkemesine başvuran bir kadın, kocasının onu her gün dövdüğünü ardından da cinsel ilişkiye girdiklerini anlatıyor. Kadın darpın ardından zorla girilen cinsel ilişkinin evlilik içi tecavüz olduğunun farkında değil. Sevişmek böyle bir şey zannediyor.
Belki de bu fotoğrafların bazıları için çok görüp, duydukları için normalleştirdikleri, sorun olarak algılamadıkları için görmezden, duymazdan geldikleri erkek şiddetinin ciddiyetini, kadınların hayatları üzerinde travmatik etkilerini fark etmelerini sağladığı düşünülüyor. Kim bilir?
Ama mevzunun yanlış yönde “popülerleşmeye” başlaması büyük bir sorun. Erkek şiddeti artık görünür bir sorun. Her fırsatta “dayak yemiş gibi fotoğraf çektirme” aşamasını geçtik artık, bunun bir modaya dönüşmesi ise çirkin ve faydacı bir yaklaşım. Sorun (problemli de olsa) görünür, çözüm görünmez kılınıyor. (ÇT)