29 Ekim 1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet’in, 100. yılındayız. Artık bir asrı geride bırakan Cumhuriyet’in, üç farklı dönemdeki üç yıldönümünü gazetelerin tozlu sayfalarında inceledik.
1933: “Çok kıymetli Rus misafirlerimiz”
Cumhuriyet’in hemen her alandaki atılımlarını hem tüm ülkeye hem de tüm dünyaya duyurmak amacı[1] öne çıkıyor 10. yıl kutlamalarında. Ayrıca dönemin basını, bu süreçte Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkilerinin önemine ve 10. yıl kutlamaları kapsamında Türkiye'ye gelen üst düzey Sovyet heyetine dikkat çekiyor, onları yakından takip ediyor.
Yunus Nadi yönetimindeki Cumhuriyet Gazetesi günler öncesinde başlıyor “Büyük Bayram” haberlerine. 27 Ekim 1933 tarihli manşeti de dikkat çekicidir: “Aziz Misafirlerimiz Geldiler”
10. yıl kutlamaları için Türkiye’ye gelen Sovyet yetkililer[2] Kızılordu süvari umumi müfettişi Budiyenni Yoldaş, Maarif Komiser muavini Krijanovski Yoldaş ve Heyet reisi Sovyet Harbiye Komiseri Voroşilof Yoldaş’ın[3] İstanbul’da ‘heyecanlı tezahüratlarla’ karşılandığını, ardından Ankara’ya doğru yola çıktıklarını yazıyor Cumhuriyet.
Başyazar Yunus Nadi ise “Çok kıymetli Rus misafirlerimiz” başlıklı yazısında Türkiye-Sovyetler Birliği dostluğunun dününe, bugününe ve yarınına değiniyor: “Yeni Türkiye ile yeni Rusya yeni tarihlerinin daha başlangıcında iken ve daha her iki taraf karşılarına çıkan binbir müşkülü yenerek yeni hayatlarını kurarlarken yekdiğeri çok iyi anlaşmışlar ve hakiki bir dostluğun asla yıkılmaz çok sağlam temellerini kurmuşlardır.”
“Her nevi kuvvet ve kudretin hakiki menbaı, milletin kendisi olduğuna kanaatim tamdır.”
“Ferdi saltanata ve onun temsil ettiği meşum idare şekline tevcih edilen her silah mukaddestir.”
Akşam Gazetesi’nin 29 Teşrinievvel (Ekim) 1933 tarihli “10 yıllık Cumhuriyet şerefine fevkalade nüsha”sında Gazi Mustafa Kemal’e atıfla yer alan bu iki söz dikkat çekiyor.
Gazetenin başyazarı Necmettin Sadak ise “Cumhuriyetin onuncu yılı” başlıklı yazısında, Cumhuriyet’in “millet ihtilalinden doğduğunu” belirterek şu satırları yazıyor: “Onu var eden, ona yaşama kuvveti, devam etme kudreti veren kutsi hadise Anadolu’da milletin ecnebi emperyalizmine, istilaya, zulme, esarete ve bu felaketlerle birlikte Saltanat’a isyanı oldu. Millet saltanata isyan etti çünkü, nesiller süren uzun seneler içinde vatanın başına gelen bütün musibetlerin illetini artık milletin ihtiyacına ve arzusuna uymayan bu mütefessih, mütereddi saray idaresinde gördü (…) Milli isyanın zaferi, cumhuriyetin ilanı idi.”
Hem Akşam hem de Cumhuriyet’in iç sayfalarında Sevr ve Lozan antlaşmalarının karşılaştırılması dikkat çekiyor.
Cumhuriyet “Sevr ölüm, Lozan hayattır!” derken, Akşam ise “Sevr’den Lozan’a esarette istiklale… Türk vatanı, Saltanat idaresinin ihanet ile nasıl olacaktı, Gazi Mustafa Kemal ne hale koydu?” diye soruyor ve iki antlaşmadan hareketle iki ayrı Türkiye haritası paylaşıyor.
1943: “Yeni Türkiye samimi bir barışçı”
II. Dünya Savaşı yıllarıdır. 1939’da başlayan savaşta ibre tersine döndüğü, Müttefik güçlerinin Nazi Almanyası ve İtalya’ya karşı taarruza geçtiği yıldayız. Savaşta tarafsız kalan Türkiye’de ise Cumhuriyet’in 20. yıldönümü manşetlerinde öne çıkan unsur haliyle “sulh” oluyor.
Hemen hemen tüm gazete manşetlerinde “Ebedi Şef” Mustafa Kemal ve “Milli Şef” İsmet İnönü’nün portreleri yan yana bulunuyor.
Akşam Gazetesi, 29 Teşrinievvel (Ekim) 1943’te “Cumhuriyet Türkiye için sulh ve sükûn, refah ve umran devri” oldu manşetiyle çıkarken, gazetenin başyazarı Necmettin Sadak da şu satırları yazıyor: “Cumhuriyeti kuran, onun hareket ve hayat idealini ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ düsturunda toplamıştı. Kendi dünyamızda sulhu korumaya çok çalıştık. Fakat cihan sulhu Türkiye’nin kudreti üstünde bir işti. Cumhuriyet, yurd içinde sulhu korumaya muvaffak oldu. Eğer Cumhuriyet rejimi, yirmi yıldır alacak hesabında kendi lehine yazacak hiçbir şey yapmamış olsaydı dahi, dünyayı kasıp kavuran harb ateşi ortasında, bu coğrafya durumunda, dört yıldır harb dışında kalabilmiş olmak, tarihe ve millete karşı adının hep şerefle, takdirle anılmasına yeterdi.”[4]
“20’nci Cumhuriyet yıldönümü şenlikleri dünden itibaren yurdun her yerinde başladı” diyen Ulus Gazetesi’nde ise başyazar Falih Rıfkı Atay savaşın dışında kalınmasının mimarı olarak İnönü’yü işaret ediyor, onun etrafında kenetlenme çağrısı yapıyor:
“Yeni Türkiye’nin samimi bir barışçı olduğu kadar hakkına ve toprağına asla dokundurmaz, kararlı ve şerefli bir devlet olduğuna dünya inanıyor. Bu politikadır ki ikinci dünya harbinin dört yılını savaşdışı geçirmemizi sağladı (…) Bilerek, anlayarak ve isteyerek birleşmemizin timsali Milli Şef’tir: Bugün bütün Türk vatandaşların gönlü gözü ona dönmüştür. Onun etrafında toplu kaldıkça neler kazandığımızı ve neler kazanacağımızı biliyoruz.”[5]
1953: “Batı'nın en kuvvetli müttefiki”
Türkiye Cumhuriyeti, 1946’da çok partili hayata geçerken, 1947’de ise sıcak savaş boyunca koruduğu “tarafsız” konumunu terk ederek Soğuk Savaş’ta “komünizm tehdidine karşı” Batı yanlısı bir politika izlemeyi tercih etti. 14 Mayıs 1950’de ise 27 yıllık CHP iktidarı son buldu ve Demokrat Parti dönemi başladı.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes liderliğindeki 1950’li yıllarda, Türkiye’nin siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda Batı’yla bağımlılık ilişkileri gelişti. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kore Savaşı’na dahli, NATO’ya üyeliğin yolunu açtı.
“Siyasi, askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi muzafferiyetleriyle tetviç edilmezlerse, kazanılan zaferler pâydar olmaz.”
“Bir milletin siyasî mukadderatında mevki sahibi olabilmek için onun ihtiyacını müşahede ve onun kudretini taktirde ehliyet sahibi olmak birinci şarttır.”
Zafer Gazetesi’nin 29 Ekim 1953 tarihli manşetinde Mustafa Kemal Atatürk’e atıfla yer alan bu iki söz dikkat çekiyor. İç sayfalarda ise bu sözlerin ‘uygulayıcısı’ Demokrat Parti’nin ithal ikameci, liberal ekonomi politikaları başlık başlık anlatılıyor.
Zafer’in kurucusu ve başyazarı Mümtaz Faik Fenik ise “Cumhuriyet’in ilk yıllarında demokrasinin kurulamadığını” ve Atatürk’ün ölümünden sonra “millet iradesinin üstüne kalın bir perde çekilmek istendiğini” belirterek şöyle der: “Ve nihayet Cihan Harbi’nden sonra Türk milleti artık kendisine layık olan idare şeklinin icaplarını yerine getirmek için candan gelen bir heyecanla mücadeleye girişmiştir. Onun bu mücadelesini cebir ile kahr ile önlemek isteyenler olmuştur (…) her şeye rağmen şef sistemini, jandarma dipçiği ile, hapisle, sürgünle ve hiç değilse vatandaşı ekmeğinden ederek, Anayasa’daki bütün hakları çiğneyerek yürütebileceklerini sanan gafiller türemiştir. Ama bu asil Türk milleti, Milli Mücadelede nasıl düşmana karşı topyekûn bir savaşa girişmişse, bu demokrasi inkılabında da gözünü budaktan sakınmayarak, fakat kanunun rehberliğinden bir an olsun ayrılmayarak her tehlikeye karşı göğsünü siper eylemesini bilmiştir.”[6]
Cumhuriyet Gazetesi ise 29 Ekim 1953 tarihli sayısında, 30. yıldönümü kutlamalarının bir gün öncesinde başladığını vurguluyor, NATO Avrupa Başkomutanı Alfred M. Gruenther’in kutlamalar kapsamında Türkiye’ye geldiğini haber veriyor.
“Cumhuriyet ne şahsi bir rejim ne de bir zümre egemenliğidir” diyen Cumhuriyet yazarı Hasan Ali Yücel ise sözlerini şöyle sürdürüyor: “Cumhuriyetimiz, bir zümre tahakkümü de değildir. İdare edenlerin idare edilenlere, askerin sivile veya sivilin askere, zenginin fakire veya işçinin patrona baskı yapmasını kabul etmez. ‘Sınıfsız cemiyet’ derken cemiyetimizde sınıf olmadığı iddia edilmemiştir. Prensip, sınıflardan birinin öbürlerini gütmemesidir.”[7]
NATO Avrupa Başkomutanı Alfred M. Gruenther’in Türkiye ziyareti Cumhuriyet'in 30. yılı kutlamalarıyla sınırlı kalmıyor. Zafer Gazetesi 31 Ekim 1953 tarihli manşetinde, bir gün önce İzmir'deki NATO karargahını ziyaret eden General Gruether’in “Türk milleti askeri ile iftihar etmekte çok haklıdır” sözünü öne çıkarırken, Cumhuriyet Gazetesi ise Gruether’in 'atom bombası' mesajını manşetten veriyor: “NATO uçakları icabında atom bombası taşıyabilecek şekilde teçhiz edilecekler.”
Dipnotlar:
[1] “Cumhuriyetin 10 yılda yaptıklarını millete ve dünyaya göstermek için bugün gazetemizi 64 sahife neşrettik. Fakat bu feyizli ve bereketli Cumhuriyet devrinde yapılan işler o kadar çoktur ki 64 sahifemiz dahi bu işlerin mühim bir kısmını ihtiva edemedi.” Cumhuriyet, “10 yılın bilançosu”, 29 Ekim 1933.
[2] Sovyetler Birliği Savunma Halk Komiseri Kliment Voroşilov başkanlığındaki üst düzey bir heyetin 26 Ekim 1933’te başlayan Türkiye ziyareti, Ekim Devrimi’nin 16. yıldönümü olan 7 Kasım’da sona eriyor.
[3] 1928’de açılan Taksim Cumhuriyet Anıtı’nda heykeli bulunan iki Sovyet generalinden biri Voroşilov’dur -diğeri Mihail Frunze. Mustafa Kemal’in hemen ardında yer alan bu heykeller, Kurtuluş Savaşı’nda Sovyet desteğine duyulan minnettarlığı simgeliyor.
[4] Necmettin Sadak, “Sulh içinde 20 yıl”, Akşam Gazetesi, 29 Ekim 1943.
[5] Falih Rıfkı Atay, “Yirminci yıldönümü”, Ulus Gazetesi, 29 Ekim 1943.
[6] Mümtaz Faik Fenik, “Zafer şimdi demokrasinin olmuştur!”, Zafer Gazetesi, 29 Ekim 1953.
[7] Hasan Ali Yücel, “30 yıl”, Cumhuriyet Gazetesi, 29 Ekim 1953.
(VC)