Saraçhane bir başlangıç olabilir mi?

Siyaset, sadece "siyasetçilere" bırakılmayacak kadar ciddi bir konudur.
Siyaset yapma hakkını halkın elinden çalan ideolojik sefalet, halkın sahip olması gereken özgüveni de yok ederek siyasetin bütün çözümlerini hizmet ettiği sınıfsal çıkarlar üzerinde inşa eder.
Bugün ülkemizde bu ideolojik sefalet, halkın sosyal ekonomik sefaletine rağmen tutunduğu damarları kaybetme korkusuyla her türlü meşru olmayan yolları denemek zorunda kalıyor.
Ana muhalefetin toplumsal bütünlüğe hitap eden temel demokratik çözüm ilkelerinin karşı bir antitezini savunmak yerine, belden aşağıya vurma taktikleri kulkanarak rakibini gözden düşürülmesi makbul siyaset sayılıyor.
Ülkenin demokratik haklarını kullanmasını sağlayacak serbest seçim zemini her geçen gün meşru niteliğinde savrularak ülkenin kaynaklarının heba edilmesine, üretim gücünün gerektiği ölçüde kullanılmamasına yol açıyor.
Büyümeye rağmen artan gelir adaletsizliği acımasız bir emek sömürüsü ile başabaş gidiyor.
Ülkenin ulusal servetlerini yeni bir adaletli gelir dağılımı üzerinde değerlendirecek çok seçenekli fırsatları kullanma ekonomisi yerine, devlet sırtından geçinen kolaycı yöntemlerle şişirilmiş verimsiz bir sermayenin iştahına göz yumuluyor, hatta bu bilerek reşvik ediliyor.
Belirsizlikten beslenen güç dayatması
Gelirleri giderlerinden daha hızlı büyümeyen bu verimsiz ekonomi yapısı gereği, kaçınılmaz olarak enflasyona yol açıyor ve bunun ceremesini daha da yoksullaşan halk çekiyor.
Türkiye, burada sıralanması sayfalar sürecek zor şartların esiri kalmış bir yıkıntı döneminden geçiyor. Bu yıkılmanın göstergelerinin anayasal temelde izahı yapılacak hukuksal ve kurumsal nedenleri var. İşin birinci bozulmuşluk ekseni bu. Diğeri de bu eksenle simbiyotik bir ilişki halinde hareket eden demokratik rejimi yok sayan tutum ve alışkanlıklardır.
Bunların var olma iraderindeki kararlılık toplumsal beraberliğin en temel ilkelerini görmemezlikten gelecek kadar aşırı uçlarda. Bu ise politik mücadelenin meşru biçimlerini sürekli yıpratan bir sürece dönüşüyor ve bir yandan kendini daha çıkmaza sokan bir yıpranmışlığa yol açarken öte yandan mücadelenin hedefine oturulan muhalefet tarafını da itibarsızlaştırma yoluyla zihinsel bir kaosa ya da belirsizliğe sebep oluyor.
Başka bir deyişle toplumsal muhalefetin iktidar olma hamlesini boşa çıkartmak için uygulanan bu manevralar aynı anda sistemin bütünsel olarak çöküntüye uğramasına, belirsizlikten beslenen bir güç dayatmasına dönüşüyor.
Sorunun çözümü için serbest rekabetin yerini zorlayıcı, inkarcı, yok edici bir dayatma doldurmaya başlıyor.
Daha pratik ve dramatik anlamda açıklamak gerekirse, CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu'nun yarışmadan sözde hukuk kuralları ile vareste tutulmaya çalışılması demokrasiye indirilmiş bir darbe niteliği taşıyor.
Demokrasinin varlığının seçim sonuçları kadar seçilme koşullarının da beraber ele alındığı bir siyasi anlamı olduğu hiçe sayılıyor böyle olduğunda.
Bu konu ülkemizin geleceğini belirleyecek demokratik yolların heba edilmesiyle sonuçlanacak siyasi bir yıkıma dönüşebilir ve bu durum 21. Yüzyılın ortasına doğru evrilmesi şiddet boyutlarına varacak başka bir kriz ortamında bizi tehlikeli sulara sürükleyebilir.
Bu evrilmenin iç siyaset tarafındaki ekonomik dalgalanmalar eğrinin dibe vurduğu anlarda toplumun sağlıklı tepkiler göstererek devreye girmesini engelleyecek şekilde manipülasyonu da kızıştırabilir.
Geçenlerde Yılmaz Özdil'in yazısında "arkadan yaklaşmakta olan cankurtaranın yol isteme ısrarı" büyük hasara yol açabilir deniyordu. Geliyorum diyen tehlikenin uygulayıcı adımları ise son dört gündür şaşırtıcı bir hızla devam ediyor. Diploması otuz yıl sonra Üniversite tarafından iptal edilen Ekrem İmamoğlu için açılan davaların peşisıra başlayan yeni tutuklamalar ve yasaklar artık Türkiye'de siyasi rejimin niteliğini artık başka bir yöne çevirmiştir.
Rejimin darbe niteliği sayılacak ısrarlı tutumları ile gelinen bu noktada demokrasi ve hukuk kayıplarını önlemek için sağduyu ile hareket edecek özgürleşmeden yana bir dayanışmaya ihtiyaç vardır. Ülkenin geleceğini bir sorun olmaktan çıkartacak sağlıklı doğru adımlarla yüzyılını geride bırakmış Cumhuriyetimizin demokrasi bilinci ile bunu sağlayacak yeteneğinden kimsenin şüphesi olmasın.
Türkiye siyaseti otoktratik bir rejimin kıskacında
Dev uyandı. Daha öncekilerle mukayese edildiğinde, çevreci duyarlılığın tetiklediği özel hayata müdahale etmeye yeltenen iktidara karşı seküler duruşu ifade eden Gezi olaylarından öznesi ve bu noktaya getiren süreç itibarıyla farklı bu kez. Ama tek benzerliği yine kitlesel oluşu.
Üzerine bilimsel anlamda çok şey yazılmalı, konuşulmalı. Özetleyecek olursak en önemlisi şimdiki direnişin bir sembolleşen kahramanı var ve o da İstanbul'da milyonların kalbini kazanmış Ekrem İmamoğlu.
Diyeceksiniz ki partisinde onu istemeyenler de var hata onun parti içinde başlattığı değişimi oldukça kişiselleşmiş bir hırsa bağlayıp hızla artan gücünden rahatsızlık duyanlar da. Dün konuştuğum CHP'li siyasetçilerin bana anlattıklarından anlıyorum bunu. Ama öte yandan yine partisi içinde Ekrem bey çoğunluk bir kesim tarafından artarak destekleniyor. Tipik parti içi rekabet diye açıklıyorum bunu. Haklı itirazlar da var elbet ama bu bütünü görmeyi engellememeli bana kalırsa. Ayrıca siyaset sosyolojisi tarihinden olagelen veriler dikkate alındığında yapılacak izahın tarlhsel maddi temelleri de mevcut.
Burada dikkat edilmesi gereken taraf şu: Ekrem beyin her görüşten halkla diyalog kurma yeteneği etrafındaki desteği duygusal bir bağa dönüştürmüş durumda. Onu bazı nedenlerle eleştirenlerin bile göz ardı edemedikleri nokta budur. Bu kişisel farklılık tek başına kendisini başarılı kılmayan yetmez hiç süphesiz. Türkiye siyaseti otoktratik bir rejimin kıskacında kurtulmak istiyor ki en büyük neden bence bu.
İmamoğlu’nun başkalarına göre şahsileşmiş bir çaba gibi gösterilen başarı çizgisi tarihsel koşulların buluşması ile ortaya çıkmış bir aşamada. En önemlisi de onun kişisel yetenekleri toplumsal muhalefete canlılık veren üstün gelme şansını yaratmış halde. Hatta denebilir ki toplumun CHP'nin de önüne geçen pozisyon alışı Ekrem beyi halka yaklaştırmıştır.
Bu nedenle şu aşamada kimse Ekrem İmamoğlu'nu doğrudan karşısına alamıyor. Bu durumda parti içinde birlik beraberaberlik söylemi itirazlara üstün geliyor. Doğrusu da bu. Ama asıl mesele bundan sonra ne olacağı. Onu da hem parti yönetiminin becerileri hem de kitlelerin katkısı belirleyecek. Elbette bu sürecin başarısında önemli bir etken daha var: siyasi kariyerinde yenilmeyi asla kabullenmek istemeyecek olan iktidarın başındaki kişiyi unutmamak gerekiyor, çünkü demokrasi ve hukuka uygunluğu asla kabul edilemez tutumu onu cumhurbaşkanlığı kimliğinden uzaklaştırıp keyfiliğe sürüklemiş, bir parti lideri kimliğine daha çok yakınlaştırmıştır. Kaldı ki bu iki kimliği pragmatist bir lider olarak birlikte kullanmaya her zaman eğilimli biridir kendisi.
Artık olan olmuş ama henüz her şey bitmemiştir. Bu noktada özgürlük ve demokrasiden yana olmayı sağlayacak başarılı blr toplumsal mücadele tarihe adını koyacak. Belki çok hızlı olmayacaksa da tarih toplumların ihtiyaçları doğrultusunda gereken fedakarlıklarla biçimlenir. Bunun gerçekleşmesi için en yaşamsal engel aşılmış durumda: Toplumsal cesaret!

Ekrem İmamoğlu protestoları: Gazeteciler sabah baskınlarıyla gözaltına alındı

Abdullah Zeydan: "Hiçbir güç halkın iradesinden daha güçlü değildir"

AYDINLARDAN ÇAĞRI
"Bu zorbalığı kabul etmiyoruz"
(EMK)