Kafkaesk bir roman gibi yaşadığımız bu günler hiç bitmeyecek sanki. Herkes artık dibe vurduğumuzu konuşuyor. Korkunç bir toplumsal-siyasal çürüme içinde yaşıyoruz; nasıl yaşamaksa bu! Sanki bekliyorduk böyle olacağını, hazırdık karşılamaya! “Niye şaşırdın ki?” diye soranların çaresizliğe boyun eğişleri bundandı herhalde...
Ülkede seçimle gelmiş yöneticileri bir çırpıda suç örgütü üyesi diye ilan eden, 3741 sayfalık; kimin nasıl yazdığı meçhul, kimin kaç ayda okuyacağı belirsiz devasa bir iddianame sanki okunmasın, sadece öylece kabullenilsin diye uzatılmış kaotik bir metin olarak kâbus gibi önümüze fırlatılmış duruyor.
Kafka aramızda yaşasaydı kim bilir kaç roman daha çıkarırdı bundan!
Metro inşaatı yakınında yıkılan evin altında kalanlar, kaçak binada korumasız çalışan işçi kadınların çoluk çocuk bir arada ölümü göze alarak nasıl çalıştıkları ve sonra çıkan yangında ölmeleri, otelde zehirlenerek hayatlarını kaybeden dört kişilik bir ailenin günlerdir konuşulan acılı haberleri.
Kaza nedeni izah edilemeyen düşen askerî uçakta kaybettiğimiz askerlerimiz ve onların üzüntülü aileleri, bu sırada geçen yıl toprak kayması ile meydana gelen maden cinayetine rağmen aynı yerde faaliyete yeniden geçme hazırlıkları, iktidara yakınlığı bilinen bir şirketin doğayı katleden, durmak bilmeyen iştahı…
Daha da yazsam “yeter, kes artık” diyeceğiniz, durmak bilmeyen sıkıcı olaylar hepsi. Her sabah televizyonu açar açmaz bir yenisiyle karşılaşmaya artık alıştığımız berbat haberlerin içinde boğulup kalmamız… İşte hayat buysa, günlerdir, haftalardır, aylardır yaşadığımız şey böyle bir şey.
İşin daha korkuncu, bu durum ayakta kalmaya çalışan yoksul, ezilmiş, çaresiz insanların çektikleri ıstırabı bile hafife alacak bir ironiye doğru gidiyor. Sürünerek yaşamak böyle bir şey oldu artık. Bir ülke böyle de batıyor işte: Bir yanda 40 dakikada tükenen, en ucuzu 7 bin TL olan Tarkan konseri biletleri konuşuluyor, diğer yandan çocuğunu yarı aç okula göndermek zorunda olan annelerin gözyaşlarıyla dolu, fakirleşmenin zenginlere yaradığı bir memleket burası…
Şikâyet eden, sorumluyu gösterenler üzerinde ise yargının kılıcı sallanıyor hemen. Rıza, gerçek egemenlerin sözlüğünde en itibarlı kelime oldu. “Razı değilsen başına gelecekleri düşün,” dercesine ağzını açana başlatılan sorgulamalar, gelsin tutuklamalar. Yargı, hukuku cezalandırmaya yönelik bir sorguya dönüştürmüş sadece; adaleti sağlamak için değil…
Yargıya güvenin yıkılması yok oluşun özet hikâyesi aslında. Bunun tetiklediği yaşam güvensizliği, devlet dediğimiz üst otoriteye bakışı da belirliyor.
Devlet, basit bir klientelizmin elinde yararlanma ve güç devşirme aracı olmuş. “Kollama, kayırmacılık, iltimas ya da patronaj ilişkisi, siyasi destek (genellikle oy) karşılığında mal ve hizmetlerin (iş, ihale, sosyal yardım, bürokratik ayrıcalık) değiş tokuş edildiği, asimetrik bir toplumsal ve siyasal ilişki biçimidir” diye açıklıyor bunu siyaset bilimciler. Bizde olanın tam karşılığı bu…
Bir de bunun karşı hamlesi sayılacak toplumsal refleksler var elbet. Tarih boyunca sol düşüncenin söylemlerinden eksik etmediği tespitler, savunduğu doğrular yüzünden neler çektiğini bilmeyen mi var! Solun savunduğu terminoloji ne çabuk unutuldu oysa. Yoksulluğun, iş cinayetlerinin, asgari ücret belirleme komedisinin altında sınıf temelli bir paylaşım düzeni var ve bunun asıl sorumlusunun ise kapitalizm olduğunu savunmak yanlış değil.
Şimdi kim kurtaracak bu çıkmazdan bizi? New York’ta belediye seçimini eski bir solcu kazanıyor, neden? Brezilya’da Devlet Başkanı Lula eski bir sosyalist. Şili’de ilk turda komünist Jara oyların çoğunu almış, biliyor musunuz? Evet, dünyada sol eskisi kadar güçlü olmasa da, şimdi haşin bir küresel rekabetin yarattığı çok yönlü tehdit, sol-sosyalist siyaset eksikliğinin türevi sayılmalı.
Türkiye’de de durum farklı değil. CHP, parti içinde Kılıçdaroğlu aymazlığı/gericiliği terk edildiğinden beri kendine yeni bir çıkış yolu arıyor. Ülkenin umudu olmuş artık. Bütün bunların dünya genelinde yaşanan siyasal buhran ile yan yana olması tesadüf değil.
Üstelik tam bu sırada ülkenin asırlık Kürt sorununu, kendi şartlarına göre evrilecek bir kıvamda olmasına çalışan derin güçlerin sahiplenmesi de tesadüf değil. Bunun da adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması için kafa yoracak yeni bir sol-sosyal demokrat zihin haritası şekillenmek zorunda. CHP yakında yeni bir kurultay daha yapıyor. Sanırım bu konu da ele alınacak.
Evet, böyle bir kargaşadan geçerken kafamızın karışmaması asıl öncelik olmalı. “İyimser olmak zorundayız” demek tam da böyle günlerde anlamlı geliyor bana.
(AG/EMK)







