Hanife Emir eşi Nebil beyi "çok güzel bir eş, harika bir baba, değerli bir hekimdi, birlikte çok güzel anılarımız, çok özel bir on dört yılımız oldu" sözleriyle anlatıyor
Yenidoğan yoğun bakım servisindeki bebeklerin yaşama tutunmasını sağlıyordu. Ailelerin güvenle bebeklerini teslim ettiği, Cerrahpaşa’nın yetiştirdiği iyi bir hekimdi.
Çocuklara olan düşkünlüğü herkes tarafından bilinirdi. Kendisi de sağlık çalışanı olan eşi Hanife Emir’le aynı hastanede tanışmışlardı. On dört yıldır evliydiler.
Geride çok seven bir eş, iki çocuk, hayata döndürdüğü yüzlerce bebek ve yığınla güzel anı, hastalarına ve öğrencilerine harcadığı emekleri kaldı.
Hafif bir grip gibi seyreden hastalığı, çocuk kliniğinde virüs yükünün fazla olması nedeniyle iyileşir gibi olduğu anda yeniden nüksetti. On gün Antakya Akademi Hastanesi’nde, on gün de Ankara Şehir Hastanesi’nde entübe bir şekilde yattı.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Nebil Emir’in hikâyesini eşi Hanife Emir’den dinliyoruz.
Eşi Hanife Emir anlatıyor
Her şeyden önce Cerrahpaşa’nın yetiştirdiği çok değerli bir bilim insanı ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanıydı. Çok kıymetli bir insandı. Bunun yanında çok güzel bir eş, harika bir baba ve çocukları çok seven bir insandı. Birlikte çok güzel anılarımız, çok özel bir on dört yılımız oldu.
Intern’lüğünü ve uzmanlığını Cerrahpaşa’da yapmış. Hatay Mozaik Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’nin yenidoğan yoğun bakım servisinin kurucusu ve ilk sorumlusuydu. Orada yaklaşık on yıl kadar görevini sürdürdü, çok değerli çalışmaları oldu.
Sonrasında akademisyenlik yapmak istedi ve biz bu nedenle İstanbul’a döndük. Bahçeşehir Üniversitesi Hastanesi Medical Park Göztepe’de misafir öğretim görevlisi olarak göreve başladı.
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde hem öğrencilere ders verdi hem de çocuk polikliniğinde görevine devam etti.
Yurtdışı
Ardından bizim bir yurt dışı planımız gündeme geldi ve ailece yurt dışına yerleşmeye karar verdik. Bu vasıtayla Nebil Bey, Bahçeşehir’den ayrıldı, dil kursuna da gitmesi gerekiyordu çünkü.
Tam o esnada pandemi başladı. Pandemiden dolayı bütün ülkeler sınırlarını kapatınca plan askıya alındı ve yeniden Antakya Akademi Hastanesi’nde çalışmaya başladı.
Yenidoğan canlandırma
Nebil Bey, Çukurova Bölgesi’nin NRP (Yenidoğan Canlandırma Programı) dediğimiz yenidoğan resüsitasyon eğitici eğitmeniydi aynı zamanda. Sağlık Bakanlığı bünyesinde Afrika’da da görevlerde bulundu.
Nebil Bey’in çok değerli çalışmaları oldu, çok fazla ailenin hayatına dokundu ve onların hikâyesine tanıklık etti. Çok güzel bebekler kurtardı. Onları birlikte hayata döndürdük, ailelerine teslim ettik. Türkiye çok değerli bir hekimini kaybetti ne yazık ki.
Yenidoğan yoğun bakıma 900 gram bir bebek getirildi bir gün ve annenin dört ya da beşinci tüp bebek denemesiydi. Aile buna bağlı olarak hayli travma yaşamıştı ve bu bebek onların son umuduydu.
Bebek uzun süre yoğun bakımda kaldı. Sepsis dediğimiz bir enfeksiyon tablosu gelişti bebekte. Ağır tedaviler ve büyük mücadelelerle, emeklerle kurtuldu bebek. Bu bebeği hiç unutmuyorum çünkü eşim o dönem eve gelirdi ve sürekli yenidoğan yoğun bakımdan ararlardı bebekle ilgili.
Solunumu arttı-azaldı, değerleri yükseldi, diye bilgi verirlerdi. Nebil Bey de hemen hastaneye giderdi. Hayatımızın o dönemi hastanede geçti diyebilirim.
Sonrasında o bebek iyileşti. Bebeği kucağıma alarak verdim aileye. O ailenin gözyaşlarını, bizim gözyaşlarımızı hiç unutmuyorum. Çok özel bir andı, inanılmaz güzel bir histi
Hep gülümseyen
Nebil’i hocalarına, arkadaşlarına sorduğunuz zaman her daim gülümseyen bir insan gelir akıllarına. Belki de hiç kimse kırgın değildir ona.
Çok narin, çok naif bir insandı. Sadece hastalarına değil; ebeveynlere, yetişkinlere ve arkadaşlarına da özenle yaklaşırdı. Cerrahpaşa’daki hocalarıyla konuşsanız onlar da aynı şeyleri söyleyecektir size. Çok özel bir insandı.
Mesleği dışında sporla ilgilenirdi. Futbol oynamayı çok severdi. Maçlara giderdi. Hastanede hekimlerle birlikte maç yaparlardı. Çocuklarıyla en keyifli vakit geçirdiği yerlerden biri havuzdu. Yüzmeyi çok seviyordu ve çocuklarıma da yüzmeyi hemen hemen babaları öğretti.
Nebil Bey’in babasının bahçeleri vardı, orada ailecek çok vakit geçirirdik. Aile merkezli bir baba olduğu ve ailesiyle çok vakit geçirdiği için yokluğu çocuklarımı ve beni derinden etkiledi.
Hafif grip
Nebil Bey hastalandığında çocuklarım ve ben İstanbul’daydık, o ise Antakya’daydı. Ben o hafta yanına gitmek için uçak bileti almıştım; ama bana telefonda “Hafif bir grip oldum. Şu an gelme Hanife, çocuklara da bulaşır,” dedi.
O süreçte hep konuşuyorduk, görüntülü bir şekilde de konuşuyorduk. Gerçekten belirtileri o yöndeydi, hafif bir grip geçiriyordu. İlaçlarını kullandı ve sonrasında toparladı.
Çalışmaya devam
Çocuk polikliniğinde ve servisinde çok zordur aileyi bir kişiyle odaya girmeye ikna etmek. Bir çocuğun yanında iki-üç kişi gelir ve siz ne kadar “Dışarıda bekleyin, içeriye bir kişi girsin,” deseniz de olmaz. Çünkü anne merak eder, baba merak eder, dede merak eder.
Çocuk polikliniğinde sistem böyle işlediği için virüs yükü de haliyle daha fazla oluyor. Nebil Bey toparladığı gibi çalışmaya devam etmişti.
Covid-19
Tabii tekrar hastalandı. Zaten Kasım ve aralık ayları Hatay’da vakaların çok yüksek olduğu bir dönemdi ve herkes çok ağır geçirdi enfeksiyonu.
Bu sefer test yaptırdı ve hemen izalosyona geçti. Ama hastalık süreci o kadar hızlı ilerledi ki ne olduğunu anlayamadık. İki gün gibi çok kısa bir sürede solunum sıkıntısı yaşamaya başladı, ardından da yoğun bakıma alındı.
Hekimler
Ben hemen Antakya’ya gittim. On gün Akademi Hastanesi’nde entübe bir şekilde yattı. On gün de Ankara Şehir Hastanesi’nde kaldı. Sağ olsun bu süreçte sayın Sağlık Bakanım Fahrettin Koca büyük bir özveriyle bize destek oldu.
Hastanedeki tüm sağlık personeli elinden geleni yaptı, sadece Nebil Bey için değil tabii, orada yatan herkes için. Nebil Bey’in hastalık sürecinden önce ve sonra da hekim arkadaşlarımız gecelerini gündüzlerine katarak, gözlerinden yaşlar gelerek inanılmaz bir mücadele verdiler.
Bunu hiç unutmayalım. Hekimler o kadar değerli bir iş yapıyorlar ki. Ve inanın bir hekim kolay yetişmiyor. Arkalarında çok büyük bir emek var.
Cenazesi
O kadar çok seveni vardı ki. Yurt içinden, yurt dışından herkes aradı. Desteklerini hiç esirgemediler. Onları, o uzatılan elleri hiç unutamam.
Bana aile gibi oldular. Cerrahpaşa Pediatri Anabilim Dalı asla bırakmadı beni ve hâlâ aynı şekilde arkamdalar. Ama maalesef bu mücadelenin sonunda Nebil Bey’i kaybettik. Çok acı bir şey bu.
Cenazesini Antakya’ya getirdik. İnsanlar elbette gelmek istedi; ama pandemiden dolayı kısıtlamalar vardı. Buna rağmen çok kalabalıktı cenazesi. Samandağ’daki aile mezarlığına defnettik Nebil Bey’i. Ki ondan on altı saat önce de Nebil Bey’in babasını Covid’den kaybetmiştik.
Çok zor günlerdi. Çocuklarım çok yıkıldı. Hiç unutmuyorum döndüğümde kızım bana: “Bana söz vermiştin anne, babamı getirecektin. Getirmedin. Seni görmek istemiyorum,” dedi. Çocuklarıma neyi, nasıl anlatabilirim? Ben yirmi gün boyunca eşimin yanında öldüm öldüm dirildim.
Keşke aşı o zaman bulunmuş olsaydı ve Nebil Bey aşı olabilseydi. Belki daha hafif atlatırdı ve şu an yanımızda olurdu. Tek “keşke” dediğim şey bu. Bizim de bir ailemizin, sevenlerimizin olduğunu herkesin hatırlaması ve bunun için de herkesin aşı olması lazım. Aşı olarak sadece kendimizi korumuyoruz, sevdiklerimizi de koruyoruz. Herkesi koruyoruz.
Yas sürecini yalnız yaşamak
En acı deneyimlerimden biri sevdiklerimin bu süreçte yanımda olamayışıydı. Sevdiklerimi bu riske atamazdım. Kimseyi bu riske atamazsınız çünkü. Hâlâ devam eden yas sürecimin en zor kısmı buydu. Ki eminim, herkes için de en zoru buydu.
İnsanlar lütfen bizi unutmasın. Bizler birer sayıdan ibaret değiliz. Bizim de hayallerimiz var. Ve ben eşimle kurduğum hayalleri onsuz devam ettireceğim. Bu çok acı bir şey. İnsanların aşı olmayacağım derken bizleri, bu hikâyeleri gözlerinin önüne getirmelerini yürekten isterim.
Çok üzgünüm. Yenidoğan yoğun bakımdaki bebekler Nebil amcasız kaldılar…
TTB'den mesaj
Türk Tabipler Birliği (TTB) 18 Aralık 2020’de Dr. Nebil Emir’in vefatına dair bir başsağlığı mesajı yayınladı.
“#Ölüyoruz. Antakya'da özel bir hastanede çalışan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Nebil Emir'i COVID-19 nedeniyle kaybettik. Ailesine ve tüm sağlık camiasına başsağlığı diliyoruz.”[1]
Defne Rotary'den ödül
Antakya Defne Rotary Kulübü Başkanı Nermin Tiftikçi geleneksel “Aile ve Toplum Hizmet Ödülü”nü 1 Mart 2021’de, sağlık emekçilerine adadıklarını söyledi.
“Aile ve toplum hizmetleri ödülümüzü Covid-19 nedeniyle aramızdan ayrılan, ikisi de çocuk hastalıkları uzmanı olan Dr. Adnan Ezelsoy ve Dr. Nebil Emir’in anısına eşleri Dr. Mukaddes Ezelsoy ve Hanife Emir’e takdim ettik. Bir diğer ödülümüz ise Hatay Tabip Odası’nda tüm sağlık emekçileri adına Hatay Tabip Odası Başkanı Dr.Sadık Nazik’e.”
Dr. Nebil Emir
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı. İlkokul, ortaokul ve liseyi Samandağ'da okudu. 1999'da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun oldu.Antakya ve İstanbul'da çeşitli hastanelerde çalıştı. Üniversite hastanelerinde dersler verdi.
18 Aralık 2020'de tedavi gördüğü Ankara Şehir Hastanesi'nde Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdi. 1975, Samandağ doğumlu.
(TY/APK/YK)
Covid-19 nedeniyle hayatını kaybeden sağlıkçıların yakınları anlatıyor YAŞAYAMAZLAR MIYDI? Video-Söyleşiler: Tuğçe Yılmaz
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından...
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından beri "Küba" isimli köpekle ev arkadaşı.
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.
Ne kahraman ne kurtarıcı: Bir hekim, bir aydın, bir hak savunucusu
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak.
Özen B. Demir ve Onur Erden’in “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım” söyleşisi, Dr. Selim Ölçer’in mütevazı, renkli, samimi, içten ve sahici kişiliğiyle bizi tanıştırıyor. Biyografi kitabı, akıcı ve sohbet havasında, nehir söyleşisi tarzında hazırlanmış; sürükleyici ve bir çırpıda okunacak bir kitap.
Kitapta ayrıca Şükrü Hatun ve Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile Vecdi Erbay’ın İMC TV’de Diyarbakır Söyleşileri kapsamında 2013 yılında yaptığı söyleşi de yer alıyor.
Aile geçmişi ve politik bilincin oluşumu
Selim Ölçer, varlıklı bir aileden gelir. Annesinin ailesi bir tarafı toprak ağası, diğer tarafı şıh kökenlidir. Babası Adalet Partisi taraftarı; eve giren tek gazete Tercüman. Dindar bir ailede büyüyen Ölçer, ilkokul ve ortaokul yıllarında sağlam bir dini eğitim alır; Kur’an ve hadis okur, Ayet-el Kürsi’yi ezbere okuduğunu dile getirir.
Mehmet Ali Aybar Aybar’lı tarihi Türkiye İşçi Partisi (TİP), Mehdi Zana, Tarık Ziya Ekinci sayesinde Diyarbakır’da örgütlüdür. Selim Ölçer’in politik bilinci de TİP sayesinde şekillenir. İlk Doğu mitingi Silvan’da yapılır. Mehmet Ali Aybar’ın “Siz Kürt’sünüz, onun için eziliyorsunuz” sözü, Kürt kimliğinin oluşmasında etkili olur.
Anadili kişinin onurudur. “Kürtçe bilim dili değildir” savlarına karşın, anadilini tanıma, anadilde sağlık hizmeti sunma gibi gerekçelerle Mezopotamya Vakfı’nın kurulmasında ve Mezopotamya Tıp Kongresi’nin düzenlenmesinde aktif yer alır. Kürtlerin, “Başın sıkışırsa sırtını ya sağlam bir arkadaşa ver ya da dağlara,” deyişine uygun bir yaşam sürer. Gerek hekimlik pratiğinde, gerek insan hakları mücadelesinde…
Selim Ölçer’in akrabası olan Yusuf Azizoğlu (1917-1970) Silvan Belediye Başkanlığı, milletvekili, Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Silvan’ın yetiştirdiği ilk hekimdir. Sonrasında Selim Ölçer gelir. Pek bilinmez ama sosyalizasyonun uygulayıcılarındandır. Onun Sağlık Bakanlığı (1962-1963) döneminde uygulanmıştır. Azizoğlu’nun müsteşarı olarak çalışan Nusret Hoca (Fişek), anılarında onu dürüst bir devlet adamı olarak anlatır.
Silvan, Ermeni yoğunluğunun olduğu bir ilçe. Bölgede birçok Ermeni köyü vardır. Orada bir şekilde kalmayı başaran, koruma altına alınanlar, yıllarca kimliklerini gizlerler. Nüfus cüzdanlarından İslam yazar. Silvan’da uzun yıllar kent sineması olarak kullanılan yapı, Ermeni cemaatine ait bir kilisedir. 1988 yılında camiye dönüştürülmüş. Bölgede birçok zanaat (dokumacılık, şalcılık), ticaret ve bağcılıkla uğraşırlar. Selim Ölçer’in annesinden dinlediği anekdot, 1915 olaylarını tüm çıplaklığıyla göstermesi açısından önemlidir: “1915’de Ali amcan Muş bölgesinde askerlik yaptı. Oradaki Ermeni köylerini yakarken, ertesi gün askerliği bitiyor. Son akşam gelmiş artık. Saat beşte askerlik bitecek. Son köyü yakarken orada bir kız çocuğuna rastlıyor, bir kız çocuğuna. Komutanına gidip diyor ki, ‘Benim kızım yok, izin verirsen ben bunu öldürmeyeyim, alıp götüreyim kendimle.’ Kimseye anlatmamak kaydıyla onaylıyor komutan…”
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Eğitim ve meslek yolculuğu
Selim Ölçer henüz 14 yaşında (1962) ayrılır Silvan’dan. Lise, tıbbiye ve uzmanlık eğitimi Ankara’da. Diyarbakırlı olduğu kadar Ankaralı. Dostluğa, barışa, demokrasiye inanan bir Kürt aydınıdır. Siyasi, mesleki mücadelesi Ankara’da. 68 kuşağından. Tıbbiye’de 1970’lerde Fikir Kulübü Başkanlığı yapar. Faşistlerin, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı ve Osman Durmuş’un (1999-2002 Sağlık Bakanı) içinde olduğu bir grubun, Ankara Tıp Fakültesi Morfoloji binasına basarak Selim Ölçer’i bir kamyonete bindirip kaçırma hikâyesi var. 60’lardan 2000’lere kadar Ankara. 2000 sonrası tekrar Diyarbakır.
“Sempatizanlık ve aidiyet” olarak kendisini 68 kuşağı içinde 68’in devrimcisi olarak tanımlar. “Öyle yüksek teorik donanımı olan, militanlık yapan bir sosyalist olmadım,” diyerek de ilave eder. Kendisini sosyalizme hayranlık duyan, yönelimi olan, sol değerlere bağlı birisi olarak ifade eder. 68 kuşağı içinde yer almıştır ama 12 Eylül öncesi 78’in militan, örgütlü mücadelesi içinde yer almamıştır. 1977-80 KBB ihtisas dönemi, 1980-84 aynı klinikte şef muavini olduğu, mesleki konularda yetkinleşmeye yoğunlaştığı dönemdir.
Mesleğinde başarılı bir hekimdir. Açık rinoplasti denilen ameliyatı ilk kez kendisinin getirdiğini söyler. 1987 yılında Yugoslavya Zagreb’de bu ameliyatı öğrendiğini, sonra Türkiye’ye getirdiğini ifade eder. Meslek yaşamında hekim olarak yoksulun yanında yer almıştır. 2000’li yıllardan sonra döndüğü Diyarbakır’da açlık sınırında yaşayan yoksul insanlara yardım için kurulan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurucuları arasında yer alır. Dernek 2016 yılında kapatılır. “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlaması ile yargılandığı dava şu an Yargıtay’dadır.
Genellemelerden kaçınmak gerektiğini bilerek yazıyorum. Doğu toplumlarında duygusallığın öne çıktığını, peşinden sürüklendikleri “kahramanları, liderleri, önderleri” olduğunu söylesek çok da hatalı yargıda bulunmuş olmayız. Bu anlamda Batı toplumları daha rasyoneldir. Bir Kürt aydını olarak Selim Ölçer de, “Ben ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım kardeşim. İnanmam. Bizler belki toplumun şöyle veya böyle önderleri olabiliriz, ufak tefek liderleri olabiliriz. Ama toplumun kahramanı, kurtarıcısı, bilmem nesi değiliz,” derken Batılı bir zihin dünyasını görüyoruz. Her ne kadar kendisi abiliği kabul etmese de, o Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarihinde saygın bir yeri olan abilerimizdendir.
Öbür yandan memleketi olan, çok kültürlü, çok kimlikli kadim şehir Diyarbekir’ın kültürel kodlarında da abilik vardır. Şair-yazar Veysel Öngören (1931-98), eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana (1940-…), yazar, siyasetçi, hekim Tarık Ziya Ekinci (1934-2024) hekim Mahmut Ortakaya (1938-…), gazeteci, şair Ahmet Arif (1923-91) bunlardan sadece birkaçıdır. O, klasik sol jargondaki şeflik, abilik kültürüne uzaktır. Başkanlık kültürüne, kurtarıcılık anlayışına yatkın değildir. Bu nedenle ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanır. Ama şurası bir gerçektir ki hekim hareketinde; 1986-90 Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı, 1990-95 TTB-MK Başkanı olarak yönetsel sorumluluklar üstlenmiş, TTB tarihinde bir döneme (1980-2000) damgasını vurmuştur. Övgüye ihtiyacı olmasa da, isminin anılması yakın tarih açısından önemlidir. Bu anlamda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun son dönem genel kurul konuşmalarıyla ilgili bir anekdotu kendisinden dinleyelim: “Her kongrede kalkar, Nusret Hoca’yı (Fişek) över, ‘Erdal Atabek şöyle yaptı’ der. Ata Soyer’leri zikreder… Bir tek defa bile ağzına almaz ismimi… Bu niye zor mesele?”
TTB ve ATO’da iz bırakan dönem
Ortak aklı öne çıkartan, katılımcılığı önemseyen, ortak üretme kültürüne yatkın birisi olarak, bir başkandan çok orkestra şefi gibi ATO’da ve TTB’de yönetsel görevler üstlenmiştir. Dostluğu, yoldaşlığı, birlikte bir şeyleri kurtarmayı önemser. Muhabbet adamıdır. Döneminde hekim mücadelesinde büyük işler başarılmıştır. Ama o, mütevazılığı elden bırakmaz.
80 sonrası ilk memur eylemi, 12 Eylül darbesine karşı ilk çıkış, hekimlerde ilk uyanış, ilk hekim hareketi, beyaz eylemler; onun ATO Başkanlığı döneminde hekimlerin oda çevresinde örgütlenmesiyle olmuştur. Muayene hekimleri bile bu eylemlere katılmıştır. Bakanlık önünde beyaz önlük atmalar, hastanelerde toplu nöbetler, sessiz yürüyüşler (1988)… 90 yıllarda eylem otobüsü ile Numune Hastanesi’nin önüne girmeleri, o dönemi yaşayanlar için hâlâ hafızalardadır. Dinamik, etiğe, sendikalaşmaya, demokrasiye ve insan haklarına sıcak bakan bir TTB’yi güçlü bir ekip olarak birlikte yaratmışlardır.
İskender Sayek’in katkılarıyla ilk kredilendirme kurulu kurulmuştur. Toplum ve Hekim daha canlı hale getirilmiş, Tıp Dünyası yayına başlamış, STED (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi) çıkarılmıştır. UDEK (Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu) kurulmuştur. Katılımcılık ve kitleselleşme adına GYK, kol ve komisyonların kurulması, var olan komisyonların aktifleştirilmesi bu dönemdedir. Hekim mücadelesini insan hakları mücadelesinden ayrı düşünmemiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kuruluş süreçlerinde yer almıştır.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: TTB/X)
O, meslek odası çalışmalarında dinamik siyaset ile meslek aktivizmini dengelemiştir. Politik ama politize olmayan bir TTB’nin yaratılmasında katkıları büyüktür. Her olayda “hekimler bu işe ne der?” sorusunu aklından çıkarmamıştır. Nusret Hoca’ya olan saygısını, sevgisini her daim ifade eder. Selim Abi ve o döneme damgasını vuran herkesin söylediği “Nusret Hoca TTB’nin çok önünde bir insan” olmasıdır. Bir generalin oğludur ama gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de darbecilere karşı durmuştur. Sosyalizasyonun mimarı, duayen bir hekim olarak idam cezasına ve işkenceye karşı tutumundan dolayı yargılanmıştır (1985).
Selim Ölçer; mecburi hizmet, uzmanlık ve meslek yaşamında onun öğretileriyle hekimlik yaptığını söyleyerek ona olan saygısında kusur etmez. 1986-90 yıllarında ATO çevresinde “çağdaş hekimler” olarak örgütlenen, daha mücadeleci, dinamik bir ekip ED-TTB’nin (Etkin Demokratik TTB / 1990) nüvesini oluştururlar. Ata Soyer’in mizahi anlatımıyla ekip; 68’den arta kalan, 78’den ucuz yırtan, 80 sonrası mezun olup hekimlik yapmak isteyenlerdir. “Nasıl bir TTB tartışmasına giriş” başlığı altında bir metinle ilkelerini, çizgilerini, yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Nusret Hoca başkanlığındaki mevcut yönetim “Gerçekler bilinmeden hayal bile kurulamaz” adlı bir metinle tartışmaya katılır. Daha genç ve dinamik olan Selim Ölçer ekibi bir heyet oluşturarak (Selim Ölçer, Şükrü Hatun, Okan Akhan, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Recep Akdur) “Sensiz bir şey yapmak istemiyoruz, lütfen beraber girelim listeye” diyerek hocanın evine kadar gidip ikna etmek için çaba gösterirler. Nusret Hoca “Ben sizinle ortak programa girmem, ben sokak politikacılarıyla çalışmam” diyerek ayrı listeyle seçime girer. Sonuçta 7 kişilik TTB-MK’ye; Nusret Hoca’nın listesinden kendisi ve oğlu Gürhan Fişek, diğer listeden Selim Ölçer, Recep Akdur, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Ata Soyer girer.
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak. Yakın tarihi yazmak, bir noktada yakın gelecekle konuşmaktır. Bu hafızayı ortaya çıkardıkları ve akıcı bir nehir söyleşisi gerçekleştirdikleri için Özen Demir ve Onur Erden’e teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek...
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı, 2018 yılı Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisansı mezunu. 2020 yılında Mersin Barosundan avukatlık ruhsatı aldı. Aktif avukatlık yapmadı. 1998-2008 yılları arasında Mersin Tabip Odasında 4 dönem yönetim kurullarında yönetsel sorumluluklar aldı. 2020-24 TTB-Yüksek Onur Kurulu üyesidir. “TTB’ye Adanmış Bir Ömür: Dr Mahmut Ortakaya” kitabının yazarı.