“Türkiye Cumhuriyeti Devleti etkili bir filyasyon yönetmedi. Filyasyon adı altında yaptıkları ilaç dağıtmanın ötesine geçmedi.”
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur-Fincancı, 2020 Mart ayından beri süren Covid-19 pandemisinin sağlıkçıların çalışma koşullarına etkisini, pandemi kaynaklı ölümlere nasıl sürüklendiklerini ve bu ölümlerin hangi yollarla, ne ölçüde önlenebileceğini anlattı.
Fincancı, ölümlerin hangi gruplara göre değişkenlik gösterdiğini, yaş ve cinsiyet faktörünü, sağlıkçıların çalışma ortamlarının pandemi ve genel çalışma için elverişsizliğini önümüze seren bir tablo ortaya çıkardı.
Öncelikle bugüne dek kaç sağlık çalışanı Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti? Ve bu ölümlerde sağlık çalışanı erkeklerin sayısı neden fazlaydı?
TTB olarak oluşturduğumuz bir Siyah Kurdele sayfamız var. Öncelikle o sayfada emeği olan tüm arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyoruz. Hiç kolay bir iş değildi çünkü yaptıkları.
Sağlık Bakanlığı bu verileri paylaşmadığı için yitirdiğimiz sağlık çalışanlarının yakınları zaman zaman tek tek aranarak bilgilerine ulaşılmaya çalışılıyor. Bazen kayıplarda da ölüm nedeninin Covid-19 olup olmadığı konusunda bir kuşku olabiliyor.
Uzun süre hastanede ya da yoğun bakımda kaldıklarında, testleri negatife dönebiliyor insanların. Ama tüm sağlık sorunları ve ek sorunlar, genelde Covid-19 ile bağlantılı oluyor. Fakat dediğim gibi, ölüm belgesi düzenlenirken kayıtlara Covid-19’a bağlı ölüm olarak geçmeyebiliyor. O yüzden oldukça zor bir iş üstlendikleri. Büyük bir emeğin ürünü Siyah Kurdele.
Bugün itibariyle 491 sağlık çalışanı hayatını kaybetti. Bunların 448’ü aktif olarak sahada çalışıyordu, 43’i ise emekliydi. Aktif olarak görev yapmayanlar, sağlık çalışanı olması itibariyle TTB tarafından izlenmiş ve verileri derlenmiş meslektaşlarımız.
Bu çok ciddi bir rakam. Sağlık çalışanlarını yoğunlukla kaybettiğimiz dönem, geçen yıl Eylül ayıyla başlayan ve Eylül-Ekim-Kasım-Aralık’la devam eden bir dönemdi.
O süreçte çok ciddi boyuta ulaştı ölümler. Bizler ne yazık ki hızla, pek çok sağlık çalışanını kaybettik. Bazen günde beş ile on sağlık çalışanını yitirdiğimiz dönemler oldu.
Bu ölümlerin temel nedeni neydi? Ya da ölümlerin gerçekleşmesinde en çok payı olan kimdi, kimlerdi?
Sağlık çalışanlarının ölümünde pek çok etken rol oynuyor. Sizin de az evvel ifade ettiğiniz gibi erkek ölümleri önemli ölçüde daha fazla. Hekimlerde bu oran neredeyse yüzde 97’yi aşmış durumda. Ancak biliyoruz ki, erkeklerin virüsten daha fazla etkilenmelerinin yanı sıra ek hastalığı olanlar da ciddi risk altındaydı.
Özellikle şeker hastalığına, kalp-damar hastalıklarına, solunum sistemi hastalıklarına sahip olma ya da obezite düzeyinin fazlalığına göre risk grubuna giriyor insanlar.
Başka bir özellik sağlık çalışanlarının yaşları. Hekimler, eczacılar ve diş hekimlerinde yaş ortalaması daha yüksek. Hekimlerde yaş ortalaması 55 yaş civarında iken eczacı ve diş hekimlerinde 60 yaş üzerinde.
Sağlık çalışanları arasında özellikle daha ağır çalışma koşullarına sahip olan ve hastayla daha yoğun bir şekilde uğraşmak zorunda kalan hemşire ve ebelerin yaş ortalaması ise oldukça düşük. 40’lı yaşlara düşüyor bu gruplarda ortalama. Ve onlarda erkek değil, kadın ölümleri ön plana çıkıyor.
Acil birimlerde yine yoğun şekilde kayıplar yaşandığını biliyoruz. Örneğin TTB olarak yaptığımız bir çalışmada, hayatını kaybeden 11 acil birim çalışanının 10’unun ambulans şoförü olduğunu gördük.
Kayıpların her biri aslında bize nelere özen gösterilmesi gerektiğini, hangi konularda daha somut adımlar atılması gerektiğini de gösteriyor. Özellikle sahada daha yoğun çalışma yürütmek zorunda kalan kişilerde yaş ortalamasının düşüyor olması, 40’ın altına iniyor olması, önemli bir veri.
TTB olarak ne tür önlemler aldınız ya da kayıpların önüne geçilmesi için, en azından daha az oranda gerçekleşmesi için ne tür öneriler getirdiniz?
Biz başından beri Covid-19 bir işçi sınıfı hastalığı diyorduk. İşçi sınıfı hastalığı olmasının bir göstergesi olarak özellikle ek hastalıkları, ciddi sağlık sorunları olan işçi sınıfında daha yaygın olarak gördük zaten hastalığı.
Görsel: Şebnem Korur-Fincancı, koronavirüs salgını bahane edilerek işten çıkarılan Sinbo işçileriyle.
İşçilerin sosyo-ekonomik düzeyleriyle ilişkili olarak yeterli ve uygun beslenememeleri, yaşam koşullarının güçlüğü, çalışma koşulları nedeniyle ek hastalıklara yatkınlıklarının da da artıyor olması çok genç yaşlarda ölümlere neden oldu. Sağlık çalışanlarının bütününe baktığımızda da tablo böyleydi.
İşçi sağlığı alanında çalışan meslektaşlarımızda gördüğümüz tablo şu çünkü: İşyeri hekimleri diğer hekim gruplarına göre daha yüksek oranda hayatlarını kaybetti.
Türkiye’de aktif bir şekilde çalışan işyeri hekimi sayısına oranladığımızda da diğer gruplardaki oranlara göre, buradaki ölümlerin daha fazla olduğunu görüyoruz.
Burada Covid-19’un bir işçi sınıfı hastalığı olması kadar işyeri hekimlerinin çalışma koşullarının ve çalışma ortamlarının uygunsuzluğunun da rolü var.
Sağlık çalışanları yeterince korunabildi mi? Siz TTB olarak ne tür önlemler aldınız?
Başlangıç döneminde sağlık çalışanları hastalanmaya ve ölmeye başladığında gördüğümüz tablo şuydu: Koruyucu malzemeyle ilgili ciddi sorunlarımız vardı. Kişisel koruyucu malzeme eksikliği vardı. Uygun malzeme bulmakta zorlanıyorduk.
Çalışanların sağlığını korumak devletin yükümlülüğü olmasına rağmen bu konuda ciddi bir özensizlik gördük, eksiklik yaşadık. Hatırlayın, başta maske ücretsiz dağıtılacak dendi, sonra dağıtalamadı. Topluma yönelik olarak da yapılması gerekenlerde aksaklıklar yaşandı.
Depodan bozma dinlenme odaları
TTB o dönemde, 2020 Mart sonrası, yoğun bir çalışmayla maske ve siperlik sağlamaya gayret etti sağlık çalışanları için. Çalışma ortamlarının rolü büyük ve çalışma ortamıyla ilgili değerlendirmelere baktığımızda önemli bir risk faktörü görüyoruz: Hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının, çalışmak zorunda olduğu ortamların uygunsuzluğu.
Özellikle akıllı bina adı altında inşa edilen binalarda ve Şehir Hastaneleri gibi ortamlarda camları açılmayan binalarda çalışıyor sağlık çalışanları. Son dönemlerde yoğun bir biçimde tartışma konusu olan ve rehberlere giren bir bilgi de SARS-CoV-2 virüsünün hava yoluyla bulaşma özelliği.
Hava yoluyla bulaşı önlemenin en etkili yollarından birisi yeterli havalandırmanın sağlanması. Tabii ki bir takım havalandırma araçları, üstün teknoloji yöntemleri, merkezi havalandırma sistemleriyle taze havayla hızlı bir değişim söz konusu olabilir. Ama bunlar pahalı yöntemler ve her yerde bunları sağlama olanakları yok.
Oysa bizim çok daha basit bir aracımız var, o da camları yeterince açabilmek. Ama camınız varsa ve camınızı açabiliyorsanız. Biliyoruz ki hastanelerin çoğunda, camı olmayan poliklinik odalarında hizmet vermek zorunda kalıyor sağlık çalışanları.
Camı olmayan, depodan bozma odalarda dinlenmek zorunda kalıyorlar. Bu alanlarda çok sayıda sağlık çalışanının aynı anda dinlenmesi söz konusu olabiliyor.
Bunlar elbette sağlık çalışanlarında salgının daha fazla yayılmasında önemli etkenler. Doğrudan hastalarla temasta bile ortamın yeterli havalandırılması ile kendilerini koruma imkânları varken bu olanaktan da yoksun kalıyor maalesef sağlık çalışanları.
Yüksek oranda hayatını kaybedenlerden biri de aile hekimleriydi. Bunun nedeni neydi?
Aile hekimliği binalarının uygunsuzluğu önemli bir ölçüt bizim için. Apartman dairesinden bozma yerlerde, bodrum katlarında aile hekimliği birimleri var. Ve burada çalışmak zorunda kalıyor aile hekimleri. Alan yetersizliği var. Bekleme alanlarının, giriş ve çıkışın ayrı ayrı olması ve tabii ki hastalarla temas ettikleri alanların yeterli boyutta ve yeterli havalandırmaya sahip olması gerekiyor.
Aile hekimlerindeki hastalanma oranının böyle bir niteliği de var. Daha az risk altında gibi değerlendiriliyor aile hekimleri. Ama biz karşımıza geldiğinde kimin Covid-19 olup olmadığını bilmiyoruz. Koruyucu malzemelerin yetersizliği; ama aynı zamanda koruyucu malzemelerin niteliği de bir etken.
Maske ve mesafe sorunları devam ediyor aile hekimlerinin. Çalışma alanlarının genişliği çok yetersiz ve bu alanlarda çok sayıda insanın aynı anda bulunması sorunu yaşanıyor.
Maskelerin yeterliliği ayrı bir tartışma konusu. Maskeler ulaştırıldığında dahi bu maskelerin niteliği ile ilgili sorular gündeme gelmişti. Hatta bu maskelerin üretildiği cezaevlerinden birinden şikâyet gelmişti, cezaevlerinde üretilen maskelerin niteliğinin salgında koruyucu özellik taşımadığına dair.
Salgının daha hızlı yayılması ve ölümlerin artmasında, sorumluluğu topluma yıkan bir anlayış da var. Siz bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Devletin yurttaşlarına karşı yükümlülükleri var. Bunların başında anayasada da tanımlanmış olan, yurttaşların beden ve ruh sağlığının en yüksek düzeyde korunması yükümlülüğü geliyor. Bir küresel salgında yurttaşların bireysel olarak korunma açısından sorumlulukları tabii ki vardır; ama öncelikli yükümlülük devletin yükümlülüğüdür.
Nedir bu yükümlülükler? Temel olarak: Birincisi tedavi süreçleriyle ilgili etkin adımların atılması, ikincisi ise tedavi öncesi koruyucu birtakım adımların gerçekleştirilmesi.
Bu adımların gerçekleştirilmesi ise özellikle risk gruplarında ve temaslı takipleriyle yaygın bir şekilde taramalar yaparak, bulaş zincirini kırmakla mümkün. Bulaş zincirini kırmak için ilk vakaya dek ulaşan bir taramaya ihtiyaç var.
Etkisiz ilaçların dağıtımı
Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti etkili bir filyasyon yönetmedi. Filyasyon adı altında yaptıkları ilaç dağıtmanın ötesine geçmedi. Üstelik bu ilaçlarla ilgili çok ciddi bir kötü kullanım iddiası da var biliyorsunuz.
Bu ilaç üreticilerinin, özellikle iktidara yakın çevreler olduğu ve bunlardan ihaleyle alınan ilaçlar olduğu iddialarından bahsediyorum. Bunun yanı sıra biliyoruz ki, dağıtılan ilaçlar etkili ilaçlar da değil. Özellikle başta yaygın olarak dağıtılan Hidroksiklorokin’in yan etkilere neden olduğu bilinen bir gerçek.
Favipiravir dağıtımı hâlâ devam ediyor. Bu ilacın da etkili olmadığı yapılan çalışmalarla kanıtlanmış durumda.
Temaslı takipleri yapılmadı
Temaslı takipleri yapılmıyor. Temaslı tespitiyle ilgili ciddi sorunlar var. Burada da yine devletin sorumluluğu var. Temaslını bildirmek sanki yurttaşın sorumluluğu gibi düşünülüyor ama şunu unutmayalım: İnsanlar bu dönemde sosyo-ekonomik destek konusunda hiçbir çaba olmadığı için işsiz kalmak kaygısı ile temaslısını bildirmekten kaçınmaya başladı.
Kısa çalışma ödeneği adı altında insanlar ücretsiz çıkarılıp, günlük 40 liraya bile tekabül etmeyen bir destekle karşı karşıya kaldılar. Bununla ne kiralarını ne elektriklerini ödeyebilirler, ne de ısınmalarını sağlayabilirler.
Bir de buna beslenme ekleniyor tabii ki. Gündelik işlerde çalışan insan sayısının çok fazla olduğunu biliyoruz. On günlük bir karantina süresi demek, gündelik işlerde çalışan insanların aç kalması demek. Onlar da temaslısını bildirmekten kaçındılar.
Bu süreçte dönüşümlü çalışma modelleri geliştirilebilirdi, çalışan sayısı seyreltilerek mesafenin korunması sağlanabilirdi.
Aşı karşıtlarına yönelik tutum
Maske takın diyor devlet; ama dört kişilik bir ailenin aylık maske masrafı 200 lirayı geçerken insanların 200 lirayı sadece maskeye ayırması olanaklı değil.
Aşılanmak birbirimizi korumak adına bizim hem bireysel hem de toplumsal sorumluluğumuz, ama yine devlet tarafından bunun için etkili yollar da geliştirilmedi. Aşılama hızının artırılma olanağı var.
Tweet atmakla olmuyor bu iş. Aşı sistemi insanların randevu sistemine girip randevu almasıyla işlememeli. Aşıyı topluma ulaştıracak kanallar açmalıyız. Örneğin toplu aşılama gibi. Okullarda toplu aşılama yapılabilir, aşı istasyonları kurulabilir ve aşı yaygın bir biçimde yapılabilir.
Aşı karşıtlığına yönelik tutumu da çok çarpıcı bence devletin. Aşı karşıtlarına yönelik etkin bir tutumu yok. Ama aile hekimlerinin eylemini yasaklıyor. Ama basın açıklamalarımızı yasaklıyor.
Devletin aşılama konusunda atabileceği çok somut bir adım var: O da aşılamayı zorunlu kılacak yasal düzenlemeler yapmak. Ölçülülük ilkesiyle işletilen yasal bir zorunluluk aşılamayı da artıracaktır. Çiçek aşısı zorunluluğu tanımlanırken olduğu gibi. Bunu Covid-19’a uyarlamak hiç zor değildir ve kaldı ki, bunun yasal zemini de bulunmaktadır.
Covid-19 Türkiye’de ve dünyada meslek hastalığı olarak kabul ediliyor mu?
Türkiye’de meslek hastalığı olarak kabul ediliyor, demek kolay değil. Tabii meslek hastalığı kabulüne yönelik birtakım kolaylıklar gerçekleştirildi Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından. Başvurular kolaylaştırıldı.
Ama nedensellik bağı, illiyet bağı hâlâ aranıyor. Bununla ilgili ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Çünkü mesleki uygulama esnasında bu virüsü edinmiş olması bekleniyor sağlık çalışanlarının. Ama sağlık çalışanları zaten önemli bir zamanını ya mesleki uygulamanın içinde geçiriyor ya da bu mesleki uygulamaya erişebilmek için yollarda geçiriyor.
Ve bunların hiçbiri uygun ortamlar değil. Pek çok ülkede illiyet bağı aranması düzenlemesinden vazgeçildi. Bu tür düzenlemesi olmayan ülkelerden biri Türkiye ne yazık ki. Oysa bu çok kolay bir şekilde gerçekleştirilebilirdi. Ancak gelin görün ki KHK’larla yönetildiğimiz belirsizlik rejimi içerisinde, bu tür yasal düzenlemeler yapılması da çok kolay olmuyor.
Biz TTB olarak Covid-19’un meslek hastalığı olarak kabul edilmesi konusunda sağlık çalışanlarının yanında yer alıyoruz ve bu konuda ısrarcıyız. Meclis’e ilettiğimiz yasal düzenleme önerileri ve milletvekilleriyle ortak bir şekilde yürüttüğümüz çalışmalarla bu ısrardan vazgeçmiyoruz.
Örneğin geçtiğimiz günlerde bir meslektaşımızın eşi başvuru yaptı TTB’ye. Eşinin vefatının meslek hastalığından kaynaklandığının kabul edildiğini; ama nakdi tazminat yükümlülüğünün yerine getirilmediğini söylüyordu.
Covid-19’un meslek hastalığı sayılmaması ve illiyet bağı aranması hem bu alanda yoğun emek veren ve risk altında olan insanlarımız için ciddi bir sorun hem de onları yitirdiğimizde geride kalan yakınları için ciddi bir güvence eksikliği.
Pandemi sürecinde belki de Sağlık Bakanlığı’ndan daha güvenilir bir merci olarak toplumun karşısına çıktınız; ama TTB olarak sizin de “Keşke şunu başka türlü yapsaydık” ya da “Keşke şunu yapabilseydik,” dediğiniz oldu mu?
Pandeminin başından itibaren TTB’de o dönem yönetimde olan arkadaşlarımız çok hızlı bir refleks gösterdiler. Pandemi ilân edilmeden önce bir takım çalışmalar yapmaya başladılar zaten, bunun bir pandemiye evrilme olasılığını da dikkate alarak.
Ve özellikle kamuoyunu aydınlatmaya yönelik pek çok çalışma yürütüldü, metinler hazırlandı. İşlerimizi istediğimiz gibi gerçekleştirmemiz konusunda bir takım sınırlılıklar var biliyorsunuz ki.
Sağlık Bakanlığı özellikle bizi zorlayan bir tutumla davrandı. Verileri paylaşmaya yönelik çabamızın etkisi gerektiği gibi olmadı, olamadı ne yazık ki.
Aslında etkili olduğunu da söylemek mümkün çünkü farkındaysanız tüm bu baskılarla beraber, Sağlık Bakanlığı da adım adım verileri biraz daha gerçeğe yakın açıklamak zorunda kaldı.
TTB olarak bu şeffaflığın sağlanmasına yönelik, Sağlık Bakanlığı üzerinde daha etkili bir baskı kurulabilir miydi?
Burada tabii ki özellikle meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin toplumla buluşma ve toplumla örgütlü bir mücadele yürütme konusundaki eksikliklerini de dikkate almak gerekir.
Toplumla yeterince buluşamıyoruz. Bunun nedenleri üzerine düşünmekte yarar var. TTB’nin tek başına ya da demokratik kitle örgütlerinin, emek örgütlerinin tek başına baskısı yetmez. Toplumun talebi çok önemli. Toplum hakikati talep etmelidir. Toplumun uzun süredir bilimle olan ilişkisi sarsıldığı için, özellikle bu postmodern dönemde, hakikat ötesi çağda bilimle olan ilişkiyi yeniden tesis etmek çok da kolay değil.
Daha çok çaba sarf etmemiz gerekir hepimizin. Keşke şunu yapmasaydık dediğim bir şey yok; ama el birliğiyle yapabileceklerimiz var. Bu aşamada da ben tüm meslektaşlarıma bir çağrıda bulunmak zorundayım.
Meslek örgütleri içinde daha çok emek vermeliler. Pandemi sürecinde evet daha fazla destek gördük, yanımızda yer alan insanların sayısı arttı ama biz bir avuç insan tüm zamanımızı, yaşamımızı bu mücadeleye adıyoruz.
Tüm meslektaşlarımızın böyle bir mücadele içinde olması daha etkili bir çalışma olanağı verir bize. Bizim yapabileceğimiz de onlarla teması daha fazla arttırmak, daha fazla sahada olmak ve onlarla daha fazla buluşmak olmalı.
TTB Merkez Konsey Başkanı. Adli Tıp Uzmanı, Prof. Dr., Barış Akademisyeni. TTB'nin 72. Büyük Kongresi'nde Etkin Demokratik TTB Grubunun seçimi kazanmasıyla TTB Merkez Konsey Başkanı seçildi. (16 Kasım 2020) Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı (11 Nisan 2009- 16 Kasım 2020) İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndaki görevinden zorunlu emekli oldu (2019). Özgür Gündem gazetesi ile dayanışma amacıyla başlatılan “Bir günlük nöbetçi genel yayın yönetmenliği” kampanyasına katıldığı için “terör örgütü propagandası yapmak” suçlaması ile tutuklandı (20 Haziran 2016). Adli Tıp Uzmanları Derneği'nin kurucu üyelerinden (1992). Aldığı ödüllerIRCT Bent Sorensen Grant (1997) |
(TY(APK/YK)
Covid-19 nedeniyle hayatını kaybeden
sağlıkçıların yakınları anlatıyor
YAŞAYAMAZLAR MIYDI?
Video-Söyleşiler: Tuğçe Yılmaz
Hangi politikalar sağlıkçıların Covid-19'dan ölmesini önler(di)?/ Tuğçe Yılmaz
Soruyoruz; sağlıkçı Covid-19'u hastanede kaptığını nasıl belgeler?/ Hüsnü Yıldırım
Pandemide çalışma yaşamı için “Unutulanlar”/ Onur Hamzaoğlu
TTB Başkanı Prof. Dr. Korur-Fincancı yanıtlıyor: Yaşayamazlar mıydı?
Hakkâri’nin Mehmet Dayısı: Sağlık çalışanı Mehmet Mollamahmutoğlu
Hatay'ı yasa boğan kayıp Dr. Adnan Ezelsoy
Emektar eczacı Taki Türkyılmaz
Çocukların amcası: Dr. Nebil Emir
Bir Göç Hikâyesi: Dr. Mohammad Şamaa
Hematolojide deha: Melih Aktan
Nazilli’nin Profesörü: Esat Ülkü
Dilek Tahtalı 33 yaşında gitti, Köpük ondan armağan
Hocaların Hocası: Cemil Taşçıoğlu