Prof. Dr. Taner Gören arkadaşı ve meslektaşı Prof. Aktan'ı piyanosu, tenisi, felsefesi, mitoloji düşkünlüğü, hocalığı, hastaları, arkadaşları, öğrencileri ve iyi insanlığıyla anlatıyor.
Bugüne dek binlerce öğrenci yetişirdi. Kendi hocalarından gördüğünün aksine, öğrencileri ve asistanlarıyla kurduğu yakın ilişkilerle tanınıyor, seviliyordu. Mezuniyet törenlerinde en çok alkışlanan hocalardan biriydi.
Öğrencilerinin iletişim bilgilerini saklıyor, yıllar sonra aradıklarında dahi onlara isimleriyle hitap ediyordu. Bilime olduğu kadar sanata da meraklıydı. Çok iyi piyano çalıyordu. İyi bir okurdu.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Edebiyat Kolu’ndaydı. Özellikle felsefe kitaplarına büyük ilgi duyuyordu. Bu ilgisi sayesinde “Tıpta Etimoloji” adında bir seçmeli ders dahi açtı. İlaç isimlerinin kökenini araştırıyor, bunu öğrencileri ve arkadaşlarına anlatıyordu. “Mitolojik Kökenli Tıbbi Terimler” başlıklı bir ders verecek kadar etimolojiye meraklıydı.[1]
Öksürük şikâyetiyle gittiği hastanede Covid-19 sonucunun pozitif çıktığını öğrendi. Tedavisine evde devam edilmesine karar verildi. On günlük hastalık süreci sonunda, 15 Nisan 2021’de Bahçeşehir’deki evinde Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti.
Prof. Dr. Melih Aktan’ın hikâyesini otuz yılı aşkın bir süredir arkadaşı, can dostu olan İstanbul Tabip Odası Eski Başkanı Prof. Dr. Taner Gören’den dinliyoruz.
Arkadaşı Prof. Dr. Taner Gören anlatıyor
Melih’i anlatmak böyle bir durumda gerçekten insanda farklı duygular yaratıyor. O yok çünkü şu anda.
1980 yılında tanıştık Melih’le. İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kürsüsü’nde. İsmi öyleydi o zaman. İç Hastalıkları Kürsüsü eğitimine 1979’da başladım, o da benden kısa bir süre sonra başlamıştı. O tarihlerde birlikte çalışmaya başladık
Felsefe tutkusu
Melih’in dünya görüşü bana çok uygun olduğu için onunla yakın arkadaş olmaya başladım. Zaman içerisinde kendine özgü bir takım özellikleri nedeniyle bir bakıma da önümü açtı benim.
Çok okurdu Melih. İlkçağ felsefesi başta olmak üzere felsefe okumayı seviyordu. Bana en son Seneca’nın Ahlak Mektupları kitabını hediye etmişti.
Bir yandan hekimlik eğitimi görürken bir yandan da müzikle uğraşıyordu. Müzik onun çok önemli bir ilgi alanıydı. Çok iyi piyano çalıyordu.
Sporu da çok severdi. 1990’lı yıllarda, ben Ataköy’de otururken evimin önünde bir tenis kortu vardı. Orada buluşur, sabahın 7’sinde tenis oynardık.
Penisilin V'nin V'si
Etimolojiye çok meraklıydı. Penisilin V diye bir ilaç vardır. Melih bana ilaç isminin kökenini anlattığında çok şaşırmıştım. Penisilin hep iğne şeklinde yapılıyordu, çünkü ağızdan verildiğinde mide asidi onu yok ediyor ve etkisiz oluyordu.
Bilim insanları araştırıp mide asidinin yok edemeyeceği bir Penisilin formülü geliştirdiler ve ona Penisilin V adını verdiler.
V’nin açılımı “victory”, yani zafer. Bunun gibi birçok kelimenin kökeni araştırıp “Tıpta Etimoloji” diye öğrencileri için seçmeli bir ders oluşturdu sonra. Çok ilgi çekici derslerdi bunlar.
Ben 1983’te ihtisası bitirdim ve İç Hastalıkları uzmanı oldum. Melih de belki benden bir yıl sonra bitirdi ve mecburi hizmete gittik.
1988 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’ne geri döndüm, Kardiyoloji Anabilim Dalı’nda yüksek ihtisas yapmak üzere. Melih hematolojiye meraklıydı ve bu alanda yüksek ihtisas yapmak üzere mecburi hizmetten sonra İstanbul Tıp Fakültesi’ne geri döndü.
İstanbul Tıp’a adını yazdırdı
Hematoloji derinlemesine bilgi isteyen bir alan. Melih kronik lenfoid lösemi dediğimiz bir türde lösemisi olan hastalara yönelmeye başladı. Daha ağırlıklı olarak onları inceleyen ve onlarla çalışan bir hematolog olmaya başladı.
Emekli olduğunda kronik lenfoid lösemi hasta grubu en büyük olan hematolog olarak biliniyordu. Hakikaten hematolojiyi çok özümsemiş, en derinlemesine bilgisi olan bir öğretim görevlisiydi. Genetik konusunda da bilgisi çok fazlaydı.
Plazmaferez dediğimiz bir yöntem vardır. Plazmadan bir takım hücreleri temizlemek anlamında. Onu hematolojiye getiren akademisyen oldu Melih.
Bir süre sonra Bilim Dalı Başkanı oldu. Bir zamanlar yanına asistan olarak girdiği Muzaffer Aksoy’un oturduğu koltuğa sonunda Melih Aktan da oturdu ve bir Bilim Dalı Başkanlığı yaşadı.
Bu dönemde tabii birlikte çalıştığı arkadaşlarıyla olan ilişkilerini gözlemleme fırsatım oldu.
Hem asistanları, hem akademisyen arkadaşları hem de hastaları tarafından gerçekten çok sevilen bir öğretim üyesi olarak adını İstanbul Tıp Fakültesi tarihine yazdırdı.
Görsel: Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu ve Prof. Dr. Melih Aktan aynı karede
İyi hekimlik
Şu sıralar içinde bulunduğumuz hekimlik ortamı ve sağlık sistemimizin gidişatı bizim hiçbir şekilde hoşnut olmadığımız bir duruma geldi. Bu süreçte ne yazık ki iyi hekimlik çok büyük yaralar aldı.
Ve şu anda çok büyük sıkıntılar içinde olduğunu biliyoruz. Sağlığın ticarileşmesi dediğimiz bir kavram iyice ön plana çıktı. Özel hastanelerin sayısı arttı.
Sağlıktan para kazanma işi Türkiye’de büyük bir sektör haline geldi. Böyle bir süreçte Melih eğer isteseydi çok büyük paralar kazanacağı bir yola gidebilirdi.
Hatta bir ara bir özel hastanenin hematoloji bölümünün başına gelmesi teklif edildi ve Melih altı aylığına gitti. Fakat oradaki ortam hiçbir şekilde onun kafasına yatmadı ve tekrar İstanbul Tıp Fakültesi’ne döndü.
Empati
Ben hasta olsaydım ne hissederdim düşüncesiyle hastasına yaklaşırdı. Biz bunu öğrendik hocalarımızdan ve Melih bunu en iyi yapanlarımızdandı.
Empati yapmayı çok önemserdi. Asistanlara ve öğrencilere karşı da böyleydi. Biz hekimliğe başladığımızda çok kıdemli öğretim üyelerinin yanına yaklaşamazdık.Halbuki Melih, öğrencilerin en sevdiği akademisyenlerden birisiydi. Mezuniyet törenlerinde diploma verirken en çok alkışlanan öğretim üyelerindendi.
Bir insan nasıl bir insan olmalıdır, insanlarla nasıl iletişim içinde olmalıdır, onlara nasıl bakmalıdır konularını çok önemserdi. Her zaman bir hekimin öncelikle iyi bir insan olması gerektiğini hem dile getirirdi hem de yaşamıyla bunu, öğrencilerine örnek olacak şekilde, gösterirdi.
Çok sıcak bir yaz gecesiydi, muhtemelen temmuz ayıydı. Gece dahiliye servisinde nöbetçiydim. Her katta asistan odası vardı, 2. kattaki asistan odasından sesler geliyordu.
Oraya yönlendim. Saat 21.00 sıraları. Melih hastayı karşısına almış, şikâyetlerini soruyordu. Karşısındaki hasta da sıcaktan kızarmış, sıkıntılı bir halde onun sorularına cevap vermeye çalışıyordu.
Onları izlemeye başladım. En nihayet hasta dedi ki “Hocam onu yarın sabah yapsak, benim uyku geldi” dedi.
Gecenin 21’inde hastasını sıkıştıran sorularla onu amnezi alırken görmüş olmak benim unutamadığım anılardan birisiydi Melih’le ilgili.
Covid-19
Tahminen ocak ayında, aşılama başladığı sırada hekimler aşı olabiliyorken ilk aşısını oldu. Mart başında da ikinci aşısını. Aradan bir hafta geçti, hiç ummadığımız bir şekilde Melih’in korona testi pozitif çıktı.
Ama belirgin bir semptomu yoktu. Ek bir hastalığı da yoktu. Biz o esnada sık sık telefonla görüşmeye devam ettik. Her gün arayıp soruyordum nasıl olduğunu. Biraz halsiz olduğunu, öksürüğü olduğunu söylüyordu.
Kalp damarı tıkanması
On gün sonra, 14’ünün akşamında vefat etti. Covid-19’un kalp damarlarında tıkanıklığa yol açması artık iyiden iyiye makalelerde de yazıyor.
Melih’in vefatıyla ilgili bizim kanaatimiz de bu yönde. Beklenmedik bir şekilde kaybettik Melih’i. Çok üzücü bir durum bu.
Tıp öğretmeni
Melih, babası ve annesinin gömülü olduğu Eyüp, Pierre Loti Mezarlığı’nda aile kabristanına gömüldü. En yakınları katılabildi cenazesine.
Ben gidemedim. Bu korona döneminin insanı son derece yaralayan böyle bir sonucu da var. Cenazelere katılamamak, istediğimiz gibi orada bulunamamak gibi. Ben her gün Melih’i hatırlıyorum bir şekilde. Hatırlamadığım gün yok. Çünkü birlikte paylaştığımız çok şey vardı.
Çok önemli bir kayıp sonuçta Türkiye için. Türkiye, Melih’in vefatıyla çok iyi bir insanı kaybetmiş oldu. Çok değerli, nitelikli bir bilim insanını kaybetmiş oldu.
Birçok öğrenciye örnek olan ve bundan sonra da birçok öğrenciye örnek olabilecek iyi bir tıp öğretmenini kaybetmiş oldu.
İnsan bir bakıma ölümsüzdür. Düşünebilmek kabiliyeti nedeniyle ölümsüzdür; ama ölümsüz olmak için bir takım eserler bırakması gerekiyor.
Eğer bunu yapabiliyorsa, ki bunu düşünceyle yapıyor, insan o zaman ölümsüz olur.
Melih önemli bir tıp kitabını, DeGowin’in Semiyoloji Kitabı’nı Türkçeye çevirdi Prof. Dr. Tevfik Ecder arkadaşıyla beraber. Onu ölümsüz kılan bir unsurdur bu. Onun için, Melih Aktan benim için ölümsüzdür.
Açık Radyo
Açık Radyo’nun düzenli destekçilerinden olan Melih Aktan’ın vefatından sonra Ayşegül Tözeren ve Selim Badur’un sunduğu “Önce Sağlık” programında Ayşegül Tözeren şunları kaydetti:
“Melih hoca çok iyi piyano çalardı, tam bir opera tutkunuydu ve şahane bir okurdu. TTB’nin Edebiyat Kolu’yla birlikte Melih hocayla pek çok kenti dolaşma şansı bulmuştum ben. Samsun’a, Adana’ya Yaşar Kemal’i anmaya, Edirne’ye birlikte gitmiştik Melih Hoca’yla. Kendisinin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.”
Görsel: TTB Edebiyat Kolu Edirne Gezisi
İstanbul Tabip Odası açıklaması
İstanbul Tabip Odası, 15 Nisan 2021'de sosyal medya hesabından Aktan için bir taziye mesajı yayımladı.
"İstanbul Tıp Fakültesi 1979 yılı mezunlarından, üyemiz, İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Melih Aktan'ı geçirmiş olduğu Covid-19 sonrası kaybettik.
"Acımız çok büyük. Değerli meslektaşımızın ailesi başta olmak üzere yakınlarının derin acısını paylaşıyor, tüm hekim camiasına başsağlığı diliyoruz."
Prof. Dr. Melih Aktan
İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı emekli öğretim üyesi.
İstanbul Tıp Fakültesi 1979 yılı mezunu.
Akut Lösemilerin Tanısında Sitoşimik Yöntemler’i tezini yazdı. DeGowin’in Semiyoloji Kitabı’nın iki çevirmeninden biri.
15 Nisan 2021’de Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Pierre Loti Mezarlığı’nda aile kabristanına defnedildi. 1955 doğumluydu.
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından...
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından beri "Küba" isimli köpekle ev arkadaşı.
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.
Ne kahraman ne kurtarıcı: Bir hekim, bir aydın, bir hak savunucusu
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak.
Özen B. Demir ve Onur Erden’in “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım” söyleşisi, Dr. Selim Ölçer’in mütevazı, renkli, samimi, içten ve sahici kişiliğiyle bizi tanıştırıyor. Biyografi kitabı, akıcı ve sohbet havasında, nehir söyleşisi tarzında hazırlanmış; sürükleyici ve bir çırpıda okunacak bir kitap.
Kitapta ayrıca Şükrü Hatun ve Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile Vecdi Erbay’ın İMC TV’de Diyarbakır Söyleşileri kapsamında 2013 yılında yaptığı söyleşi de yer alıyor.
Aile geçmişi ve politik bilincin oluşumu
Selim Ölçer, varlıklı bir aileden gelir. Annesinin ailesi bir tarafı toprak ağası, diğer tarafı şıh kökenlidir. Babası Adalet Partisi taraftarı; eve giren tek gazete Tercüman. Dindar bir ailede büyüyen Ölçer, ilkokul ve ortaokul yıllarında sağlam bir dini eğitim alır; Kur’an ve hadis okur, Ayet-el Kürsi’yi ezbere okuduğunu dile getirir.
Mehmet Ali Aybar Aybar’lı tarihi Türkiye İşçi Partisi (TİP), Mehdi Zana, Tarık Ziya Ekinci sayesinde Diyarbakır’da örgütlüdür. Selim Ölçer’in politik bilinci de TİP sayesinde şekillenir. İlk Doğu mitingi Silvan’da yapılır. Mehmet Ali Aybar’ın “Siz Kürt’sünüz, onun için eziliyorsunuz” sözü, Kürt kimliğinin oluşmasında etkili olur.
Anadili kişinin onurudur. “Kürtçe bilim dili değildir” savlarına karşın, anadilini tanıma, anadilde sağlık hizmeti sunma gibi gerekçelerle Mezopotamya Vakfı’nın kurulmasında ve Mezopotamya Tıp Kongresi’nin düzenlenmesinde aktif yer alır. Kürtlerin, “Başın sıkışırsa sırtını ya sağlam bir arkadaşa ver ya da dağlara,” deyişine uygun bir yaşam sürer. Gerek hekimlik pratiğinde, gerek insan hakları mücadelesinde…
Selim Ölçer’in akrabası olan Yusuf Azizoğlu (1917-1970) Silvan Belediye Başkanlığı, milletvekili, Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Silvan’ın yetiştirdiği ilk hekimdir. Sonrasında Selim Ölçer gelir. Pek bilinmez ama sosyalizasyonun uygulayıcılarındandır. Onun Sağlık Bakanlığı (1962-1963) döneminde uygulanmıştır. Azizoğlu’nun müsteşarı olarak çalışan Nusret Hoca (Fişek), anılarında onu dürüst bir devlet adamı olarak anlatır.
Silvan, Ermeni yoğunluğunun olduğu bir ilçe. Bölgede birçok Ermeni köyü vardır. Orada bir şekilde kalmayı başaran, koruma altına alınanlar, yıllarca kimliklerini gizlerler. Nüfus cüzdanlarından İslam yazar. Silvan’da uzun yıllar kent sineması olarak kullanılan yapı, Ermeni cemaatine ait bir kilisedir. 1988 yılında camiye dönüştürülmüş. Bölgede birçok zanaat (dokumacılık, şalcılık), ticaret ve bağcılıkla uğraşırlar. Selim Ölçer’in annesinden dinlediği anekdot, 1915 olaylarını tüm çıplaklığıyla göstermesi açısından önemlidir: “1915’de Ali amcan Muş bölgesinde askerlik yaptı. Oradaki Ermeni köylerini yakarken, ertesi gün askerliği bitiyor. Son akşam gelmiş artık. Saat beşte askerlik bitecek. Son köyü yakarken orada bir kız çocuğuna rastlıyor, bir kız çocuğuna. Komutanına gidip diyor ki, ‘Benim kızım yok, izin verirsen ben bunu öldürmeyeyim, alıp götüreyim kendimle.’ Kimseye anlatmamak kaydıyla onaylıyor komutan…”
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Eğitim ve meslek yolculuğu
Selim Ölçer henüz 14 yaşında (1962) ayrılır Silvan’dan. Lise, tıbbiye ve uzmanlık eğitimi Ankara’da. Diyarbakırlı olduğu kadar Ankaralı. Dostluğa, barışa, demokrasiye inanan bir Kürt aydınıdır. Siyasi, mesleki mücadelesi Ankara’da. 68 kuşağından. Tıbbiye’de 1970’lerde Fikir Kulübü Başkanlığı yapar. Faşistlerin, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı ve Osman Durmuş’un (1999-2002 Sağlık Bakanı) içinde olduğu bir grubun, Ankara Tıp Fakültesi Morfoloji binasına basarak Selim Ölçer’i bir kamyonete bindirip kaçırma hikâyesi var. 60’lardan 2000’lere kadar Ankara. 2000 sonrası tekrar Diyarbakır.
“Sempatizanlık ve aidiyet” olarak kendisini 68 kuşağı içinde 68’in devrimcisi olarak tanımlar. “Öyle yüksek teorik donanımı olan, militanlık yapan bir sosyalist olmadım,” diyerek de ilave eder. Kendisini sosyalizme hayranlık duyan, yönelimi olan, sol değerlere bağlı birisi olarak ifade eder. 68 kuşağı içinde yer almıştır ama 12 Eylül öncesi 78’in militan, örgütlü mücadelesi içinde yer almamıştır. 1977-80 KBB ihtisas dönemi, 1980-84 aynı klinikte şef muavini olduğu, mesleki konularda yetkinleşmeye yoğunlaştığı dönemdir.
Mesleğinde başarılı bir hekimdir. Açık rinoplasti denilen ameliyatı ilk kez kendisinin getirdiğini söyler. 1987 yılında Yugoslavya Zagreb’de bu ameliyatı öğrendiğini, sonra Türkiye’ye getirdiğini ifade eder. Meslek yaşamında hekim olarak yoksulun yanında yer almıştır. 2000’li yıllardan sonra döndüğü Diyarbakır’da açlık sınırında yaşayan yoksul insanlara yardım için kurulan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurucuları arasında yer alır. Dernek 2016 yılında kapatılır. “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlaması ile yargılandığı dava şu an Yargıtay’dadır.
Genellemelerden kaçınmak gerektiğini bilerek yazıyorum. Doğu toplumlarında duygusallığın öne çıktığını, peşinden sürüklendikleri “kahramanları, liderleri, önderleri” olduğunu söylesek çok da hatalı yargıda bulunmuş olmayız. Bu anlamda Batı toplumları daha rasyoneldir. Bir Kürt aydını olarak Selim Ölçer de, “Ben ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım kardeşim. İnanmam. Bizler belki toplumun şöyle veya böyle önderleri olabiliriz, ufak tefek liderleri olabiliriz. Ama toplumun kahramanı, kurtarıcısı, bilmem nesi değiliz,” derken Batılı bir zihin dünyasını görüyoruz. Her ne kadar kendisi abiliği kabul etmese de, o Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarihinde saygın bir yeri olan abilerimizdendir.
Öbür yandan memleketi olan, çok kültürlü, çok kimlikli kadim şehir Diyarbekir’ın kültürel kodlarında da abilik vardır. Şair-yazar Veysel Öngören (1931-98), eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana (1940-…), yazar, siyasetçi, hekim Tarık Ziya Ekinci (1934-2024) hekim Mahmut Ortakaya (1938-…), gazeteci, şair Ahmet Arif (1923-91) bunlardan sadece birkaçıdır. O, klasik sol jargondaki şeflik, abilik kültürüne uzaktır. Başkanlık kültürüne, kurtarıcılık anlayışına yatkın değildir. Bu nedenle ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanır. Ama şurası bir gerçektir ki hekim hareketinde; 1986-90 Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı, 1990-95 TTB-MK Başkanı olarak yönetsel sorumluluklar üstlenmiş, TTB tarihinde bir döneme (1980-2000) damgasını vurmuştur. Övgüye ihtiyacı olmasa da, isminin anılması yakın tarih açısından önemlidir. Bu anlamda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun son dönem genel kurul konuşmalarıyla ilgili bir anekdotu kendisinden dinleyelim: “Her kongrede kalkar, Nusret Hoca’yı (Fişek) över, ‘Erdal Atabek şöyle yaptı’ der. Ata Soyer’leri zikreder… Bir tek defa bile ağzına almaz ismimi… Bu niye zor mesele?”
TTB ve ATO’da iz bırakan dönem
Ortak aklı öne çıkartan, katılımcılığı önemseyen, ortak üretme kültürüne yatkın birisi olarak, bir başkandan çok orkestra şefi gibi ATO’da ve TTB’de yönetsel görevler üstlenmiştir. Dostluğu, yoldaşlığı, birlikte bir şeyleri kurtarmayı önemser. Muhabbet adamıdır. Döneminde hekim mücadelesinde büyük işler başarılmıştır. Ama o, mütevazılığı elden bırakmaz.
80 sonrası ilk memur eylemi, 12 Eylül darbesine karşı ilk çıkış, hekimlerde ilk uyanış, ilk hekim hareketi, beyaz eylemler; onun ATO Başkanlığı döneminde hekimlerin oda çevresinde örgütlenmesiyle olmuştur. Muayene hekimleri bile bu eylemlere katılmıştır. Bakanlık önünde beyaz önlük atmalar, hastanelerde toplu nöbetler, sessiz yürüyüşler (1988)… 90 yıllarda eylem otobüsü ile Numune Hastanesi’nin önüne girmeleri, o dönemi yaşayanlar için hâlâ hafızalardadır. Dinamik, etiğe, sendikalaşmaya, demokrasiye ve insan haklarına sıcak bakan bir TTB’yi güçlü bir ekip olarak birlikte yaratmışlardır.
İskender Sayek’in katkılarıyla ilk kredilendirme kurulu kurulmuştur. Toplum ve Hekim daha canlı hale getirilmiş, Tıp Dünyası yayına başlamış, STED (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi) çıkarılmıştır. UDEK (Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu) kurulmuştur. Katılımcılık ve kitleselleşme adına GYK, kol ve komisyonların kurulması, var olan komisyonların aktifleştirilmesi bu dönemdedir. Hekim mücadelesini insan hakları mücadelesinden ayrı düşünmemiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kuruluş süreçlerinde yer almıştır.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: TTB/X)
O, meslek odası çalışmalarında dinamik siyaset ile meslek aktivizmini dengelemiştir. Politik ama politize olmayan bir TTB’nin yaratılmasında katkıları büyüktür. Her olayda “hekimler bu işe ne der?” sorusunu aklından çıkarmamıştır. Nusret Hoca’ya olan saygısını, sevgisini her daim ifade eder. Selim Abi ve o döneme damgasını vuran herkesin söylediği “Nusret Hoca TTB’nin çok önünde bir insan” olmasıdır. Bir generalin oğludur ama gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de darbecilere karşı durmuştur. Sosyalizasyonun mimarı, duayen bir hekim olarak idam cezasına ve işkenceye karşı tutumundan dolayı yargılanmıştır (1985).
Selim Ölçer; mecburi hizmet, uzmanlık ve meslek yaşamında onun öğretileriyle hekimlik yaptığını söyleyerek ona olan saygısında kusur etmez. 1986-90 yıllarında ATO çevresinde “çağdaş hekimler” olarak örgütlenen, daha mücadeleci, dinamik bir ekip ED-TTB’nin (Etkin Demokratik TTB / 1990) nüvesini oluştururlar. Ata Soyer’in mizahi anlatımıyla ekip; 68’den arta kalan, 78’den ucuz yırtan, 80 sonrası mezun olup hekimlik yapmak isteyenlerdir. “Nasıl bir TTB tartışmasına giriş” başlığı altında bir metinle ilkelerini, çizgilerini, yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Nusret Hoca başkanlığındaki mevcut yönetim “Gerçekler bilinmeden hayal bile kurulamaz” adlı bir metinle tartışmaya katılır. Daha genç ve dinamik olan Selim Ölçer ekibi bir heyet oluşturarak (Selim Ölçer, Şükrü Hatun, Okan Akhan, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Recep Akdur) “Sensiz bir şey yapmak istemiyoruz, lütfen beraber girelim listeye” diyerek hocanın evine kadar gidip ikna etmek için çaba gösterirler. Nusret Hoca “Ben sizinle ortak programa girmem, ben sokak politikacılarıyla çalışmam” diyerek ayrı listeyle seçime girer. Sonuçta 7 kişilik TTB-MK’ye; Nusret Hoca’nın listesinden kendisi ve oğlu Gürhan Fişek, diğer listeden Selim Ölçer, Recep Akdur, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Ata Soyer girer.
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak. Yakın tarihi yazmak, bir noktada yakın gelecekle konuşmaktır. Bu hafızayı ortaya çıkardıkları ve akıcı bir nehir söyleşisi gerçekleştirdikleri için Özen Demir ve Onur Erden’e teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek...
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı, 2018 yılı Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisansı mezunu. 2020 yılında Mersin Barosundan avukatlık ruhsatı aldı. Aktif avukatlık yapmadı. 1998-2008 yılları arasında Mersin Tabip Odasında 4 dönem yönetim kurullarında yönetsel sorumluluklar aldı. 2020-24 TTB-Yüksek Onur Kurulu üyesidir. “TTB’ye Adanmış Bir Ömür: Dr Mahmut Ortakaya” kitabının yazarı.