“-İstanbul’da ne yapacan bensiz?
-Yapacak birşey bulunur.”
Göl kenarından enfes bir manzarayla karşılıyor bizi belgesel.
Akşamüzeri. Havanın serinliği perdeden salona yansıyor gibi. Doğanın içinde gölü izleyen iki erkek. Aralarında geçen diyaloğun ardından başlıyor belgesel. İstanbul sokaklarına gidiyoruz.
Belgeselin adı "Bu Ben Değilim." Zekiye Kaçak, Jeyan Kader Gülşen'in hem yönettiği hem senaristliğini yaptığı film ilk kez, İKSV'nin düzenlediği İstanbul Film Festivali'nde seyirci ile buluşmuştu. Yapımcılığını Jeyan Kader Gülşen yapmış. Ben belgeseli özel bir gösterim nedeniyle Postane İstanbul'da izleme şansı yakaladım.
Belgesel boyunca patriyarkanın kadınların kullanımıyla özdeşleştirdiği simgeleri görüyoruz. Toplumun baskıladığı, ‘erkek olma’ misyonu yüklediği kişiler, dikkatli bakılmadığı sürece kimsenin fark etmeyeceği ufak detayları kullanarak sahip çıkıyorlar kimliklerine.
Pembe bir kovayla balık tutuyor evli ve iki çocuk babası eşcinsel Mehmet. Kovanın yanından da Mehmet’in yanından da geçip gidiyor herkes. Çok geçmeden pembe kovanın yanına bir de Mustafa ekleniyor.
Belgeselin müzikleri de Vedat Yıldırım ve Cansun Küçüktürk'ten..
Belgesel boyunca açık kimlikli eşcinsel olarak bir tek Mustafa’yı görüyoruz. Eşcinselliğini 16-17 yaşlarında keşfettiğini ve bundan hiç utanmadığını söylüyor Mustafa. “Ailem bilmiyor ama şüpheleniyor. ‘Sen gay misin, ibne misin?’ diyorlar. 'Öyleyim' diyorum, inanmıyorlar” diyor.
Mehmet’e ilk görüşte aşık olunca tası tarağı toplayıp İstanbul’a yerleşiyor Mustafa. Eşcinsel bir arkadaşıyla birlikte Beyoğlu'nda, Beyoğlu’nun öteki kimliklerin mekanı Tarlabaşı’nda yaşıyorlar. Biz de ‘öteki’lerin gündelik hayat pratiklerine tanıklık ediyoruz.
“Yalnız ölmek istemiyorum, birey yetiştirmek istiyorum”
Mustafa’nın ev arkadaşıyla yaptığı sohbetler de cinsel kimlikleri etrafında şekilleniyor. Ev arkadaşı bir kadınla evlenmek ve çocuk yetiştirmek isteyen bir eşcinsel. “Erkeklerden yoruldum. Yalnız ölmek istemiyorum, çocuk yetiştirmek istiyorum” diyor. Eşcinsellerin hayata dair kaygılarını, aile kurumundan dışlanmışlıklarını bir tokat gibi çarpıyor yüzümüze… Çocuk sahibi olma, ‘aile olma’ isteklerinin toplum nezdinde bir karşılığı yok çünkü.
Mustafa’yla ev arkadaşının ‘eşcinsellik, evlilik, çocuk, aile’ kavramları altında yürüttüğü tartışma Mustafa’nın “biseksüel olabilirsen sen” cümlesiyle sonlanıyor. Toplum tarafından ‘marjinal’ görülen kişiler dahi bu hegemonyadan sıyrılıp kendilerini tam anlamıyla tanıyamıyorlar.
İlişkilerini yaşamak için İstanbul’a geliyorlar
Mustafa’yla arkadaşının tartışması sonlanırken arkada akan İstanbul görüntülerine yeni bir ses ekleniyor. Kürt ilinde doğan, kardeşi ölmesin diye 16 yaşında berdel yapılarak evlendirilen Yusuf. Evlendiğinde, evlendiği kadın da, kendisi de günlerce ağlıyor. Aynı odada, ayrı yataklarda uyuyorlar. İstanbul’a geldiğinde aşık oluyor Yusuf. Kendi gibi evli ve çocuklu bir erkeğe.
Beyoğlu’nda eşcinselliğini rahat yaşadığını ve kendi gibi birçok kişinin Ortadoğu’dan dahi İstanbul'a geldiğini söylüyor Yusuf. İran’dan, Irak’tan ve birçok yerde baskı altında olan erkeğin bu yüzden Beyoğlu’nda olduğunu anlatıyor bize.
Durumu eşine anlatmak istiyor ama eşinin onu anlamayacağını düşünüyor. Finalde de eşinin çocukları alıp Yusuf’u terk ettiğini öğreniyoruz.
“Kardeşin eşcinsel olsa ne tepki verirdin?”
Belgeseldeki en vurucu sahnelerden biri Mustafa’yla ev arkadaşına komşuları olan bir kadınla konuşmaları. Komşu, “Eşcinselleri önceden sevmiyordum, sizi tanıyınca sevdim” diyor. “Kardeşin eşcinsel olsa ne tepki verirdin” sorusunu yönlendirdikleri kadın bir kısa da olsa bir süre duraklıyor. Tanışmalar, kurulan ilişkiler sonrası verilen cevap ise onlar için kazanım.
Gündelik hayat pratiklerini, ilişkileri, cinsel kimliklerini irdelediğimiz eşcinsellerin ilişkilerindeki yaklaşımları da patriyarkal düzenden nasibini alıyor tabii… Toplumsal cinsiyet rolleriyle büyümüş karakterlerimizin içlerinden o öğretileri atması kolay olmuyor. Mehmet için ayrı, Mustafa için ayrı, Yusuf için ayrı roller var patriyarkada.
“Dayaktan kulak zarım delindi”
Mustafa Mehmet’in onu kıskandığını, kimseyle görüşmesini istemediğini anlatıyor. Defalarca kavga ettiklerini, Mehmet tarafından şiddete maruz kaldığını, bu yüzden kulak zarının yırtıldığını söylüyor. “Beni dövmesine izin verdim, karşılık vermedim. Dövsün, hıncını atsın, gitsin dedim.”
Şiddet her ilişkide, ilişkinin her yerinde alan açıyor kendine. Önce maruz bırakıldığımız, zamanla benimsediğimiz ve nihayetinde yeniden ürettiğimiz toplumsal cinsiyet rolleri ‘eşitlerarası’ gözüken ilişkilerde dahi domine ediyor davranışları.
Mehmet evli ve çocuk babası bir erkek. Mustafa’ya şiddet uygulamayı ‘normal’ görüyor çünkü bu ilişkide erk olan o. Çünkü bir ayna. Toplumun Mehmet’e uyguladığı simgesel şiddet, Mehmet’in ilişkisinde fiziksel bir hale bürünebiliyor kolaylıkla.
Mustafa açık kimlikli bir eşcinsel. Mehmet’in ona şiddet uygulamasını normal karşılıyor. Çünkü o da bir ayna. Çünkü o da toplumun öğretilerini içselleştirmiş ve pratiklerine yansıtıyor istemsizce.
“Eşcinsel değilim, eşcinsel sevgilim var”
Kendini eşcinsel olarak tanımlanamayan Mehmet “eşcinsel değilim, eşcinsel sevgilim var” diyor. Köyüne, fındık bahçelerine götürüyor Mustafa’yı. Annesi, babası, kardeşleri… Hepsi Mustafa’yı ‘yakın bir arkadaş’ olarak tanıyor.
Belgesel son sahnesinde başladığı yere dönüyor, göl kenarına. Mehmet ikna etmeye çalışıyor Mustafa’yı orada kalmaya. Mustafa İstanbul’a dönmek istediğinden, İstanbul’da özgür olduğundan, evlenmek istediğinden ve bir gün evlenirse bir erkekle evleneceğinden bahsediyor Mehmet’e.
İmkan ve imkansızlığın sınırları arasında bitiyor belgesel...İzleyen de kendi hayatının "imkansızlığına" değil de imkanlarına dönüyor.
(ZA/EMK)