Trans Bir Erkeğin Hikayesi: Yaşama Hakkımızı İstiyoruz
Trans erkek Şafak Koç, Türkiye'de trans olmayı Atölye BİA öğrencilerine anlattı. Koç, "Yaşama hakkı, en başta zaten yaşamazsak barınma ve çalışma hakkımız da olmaz" diyor.
Şafak Koç 21 yaşında bir trans erkek. Koç, Türkiye'de trans erkek olmanın toplumsal olarak nasıl algılandığını Atölye BİA kapsamında Ezgi Toprak, Fatma Bektaş, Tuğba Akkesen ve Keremcan Karabatak'a anlattı.
Türkiye'de gey, lezbiyen, biseksüel, trans ve interseks (LGBTİ+) pek çok insan yaşıyor. Kimileri cinsel kimliklerini ya da cinsel yönelimlerini toplumda yaşanan şiddet ve baskılar nedeniyle açıklayamıyor. Şafak Koç, ailesinden ve toplumdan gördüğü tüm baskıya ve tehditlere karşı, kimliğini reddetmeden konuşmaktan korkulmaması gerektiğini söylüyor.
"En zoru ait olmadığım bir bedende doğmak"
Şafak Koç, cinsiyet geçişini tamamlamak üzere olan bir trans erkek. Türkiye'de trans erkek kavramına nasıl bakıldığını şöyle anlatıyor: "Biz cinsiyet değiştireceğiz ya da trans erkeğiz dediğimiz zaman, insanlara açıklama yapmaya çalıştığımız zaman genelde sabah uyandığımızda erkek olacağımız sanılıyor. Çok basit ve rahat bir süreç sanıyorlar fakat bu iki buçuk bazen üç yılı bulabiliyor."
Bu zorlu ve uzun sürecin yanında, insanların toplumda erkek olmanın kolay olduğunu dile getirmesiyle ilgili de eleştirileri var Koç'un. Erkek olmanın da kadın olmanın da bu ülkede zor olduğunu söyleyerek aslında en zor olanın, insanın ait olmadığı bir bedende doğması olduğunu dile getiriyor.
"Aşık olduğumda yazarak anlatıyorum"
Ergenlik döneminde daha yoğun bir şekilde toplumsal cinsiyetin dayatmalarına maruz kalan ve cinsel kimliğinden ötürü fazlasıyla sıkıntılar yaşadığını aktaran Koç, aşık olduğu kadınlara duygularını ifade etmek için öyküler yazdığını ve öykülerinde hayal ettiği yaşamları anlattığını söylüyor.
Barınma hakkının da ihlal edildiğine dikkat çekmek isteyen Koç KYK (Kredi Yurtlar Kurumu)' da heteronormatif toplumun yarattığı cinsiyetçi tavırlara maruz kaldığını ve yurttan ayrılmak mecburiyetinde bırakıldığını şu sözlerle anlatıyor:
''Yurttan atıldım daha doğrusu zorla çıkartıldım. Gerekçe olarak bana söylenen ise benim transseksüel olmam ve hukukta yerimin olmaması.''
"En başta yaşama hakkı"
Şafak Koç, bu ülkede tüm LGBTİ+ bireyler gibi yaşama hakkının da tehlikede olduğunu söylüyor.
"Yaşama olarak can güvenliğimin de aslında tehlikede olduğunu düşünüyorum. Yaşama hakkı, en başta zaten yaşamazsak barınma ve çalışma hakkımız da olmaz. Sıkıntınız, derdiniz varsa; kendinize yardım edebilecek en büyük insan kendinizsiniz." (ÖS/PT)
Kadınlar konuşuyor dinleyen yok, yasalar var uygulayan yok
Türkiye'de kadınların ve çocukların maruz kaldığı şiddet karşısında adalet sisteminin ne derece etkisiz kaldığını ve kolluk kuvvetlerinin sorumluluklarını yerine getirmekteki ihmallerini onlarca örnekle sıralayabiliriz.
Maltepe’de bir karakoldayız. Bir kadın geliyor polislere “eski nişanlım beni öldürmekle tehdit ediyor” diyor. “Ne olur bir şey yapın, uzaklaştırma kararı istiyorum” diye devam ediyor.
Polis memuru da küçümseyen bir yüz ifadesi ile “senle uğraşamayız git” diye bağırıyor.
Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’nin gönüllü avukatlarından Bilge Çarpıcı duruma müdahale ediyor. “Niçin bağırıyorsunuz koruma kararı verin, zor durumda belli ki” diyor.
Polisten gelen yanıt şu: “Avukat hanım siz bunları bilmezsiniz. Bunlar E-5’den geliyor. Devletimiz bunlarla mı uğraşacak?”
Bunun üzerine avukat Bilge Çarpıcı kadına “İsterseniz başka bir karakola gidin” diye öneriyor. Kadın, “Bu beşinci karakol” yanıtını veriyor.
Kolluk güçlerinin 6284 No'lu yasayı uygulamadığı örnekler münferit değil, çok sık oluyor.
Avukat Çarpıcı’nın daha önce boşanma sürecinde avukatlığını yaptığı kadının da benzer bir durum yaşadığını anlatıyor:
“Kadını eşi baltayla dövmüş. Sonra boşandılar. Bu kez baltayla yine kadının kapısına gitmiş. Kadın korkmuş beni aradı. Ben de karakola gitmesini söyledim. Karakola gidiyor durumu anlatıyor. Polis memuru diyor ki, ‘hanımefendi yanlış geldiniz, dövmüş olsaydı gelseydiniz yardımcı olurdum ama henüz dövmemiş’ diyor. ‘Henüz dövmemiş, o yüzden adliyeye gidin’. Adliyeye gidin demek aslında şu, daha çok zorlaştırıyor ki bu işi, pes etsin, vazgeçsin.”
Avukat Çarpıcı, bu örnekleri Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’nin hafta başında gazetecilerle bir araya geldikleri toplantıda anlattı. Başka örnekleri de sıraladı.
Sadece Türkiye’de mi böyle sanıyorsunuz. Hayır maalesef dünyanın başka ülkelerinde de benzer örnekler var.
Örneğin, Fransa’da eski kocasının sistematik olarak başka erkeklere tecavüz ettirdiği Gisèle Pelicot tecavüz davasında mahkemede yargıçlar Gisele Pelicot'nun eski eşi Dominique Pelicot'yu suçlu buldu. Oysa, Pelicot bu saldırılardan çok daha erken kurtulabilirdi.
Guardian’da yer alan habere göre, 2010 yılında Pelicot, Paris’in doğusundaki Seine-et-Marne bölgesinde kadınların etek altı görüntülerini çekmekten tutuklandı ve DNA örneği alındı. Bu DNA örneği, 1999 yılında genç bir emlak danışmanına yönelik tecavüz girişimiyle eşleşti.
DNA eşleşmesine rağmen bu kanıt, 2010 yılında dava dosyasına eklenmedi. Bu, önemli bir ihmal olarak değerlendirilebilir çünkü bu kanıt Pelicot’un daha önce işlediği ciddi bir suçu ortaya çıkarabilirdi. Bu ihmal, Pelicot’un daha uzun süre serbest kalmasına yol açtı.
Aynı haberde şu bilgiler yer alıyor. Gisèle Pelicot’un eski eşi Dominique Pelicot, Paris’te bir emlak danışmanına 1991 yılında tecavüz edip öldürmek ve 1999 yılında başka bir kadına tecavüz girişiminde bulunmakla suçlanıyor. Bu durum, Pelicot’un onlarca yıldır bir seri suçlu olabileceği ihtimalini gündeme getiriyor.
Fail olup serbest olanlar var
Paris yakınlarındaki Nanterre'de soruşturmayı yürüten yetkililer, iki soğuk dosyayı yeniden açarak Pelicot’u resmi soruşturma altına aldı. Polis, genç emlakçılarla ilgili diğer vakalarla olası bağlantıları inceliyor. Pelicot’un ilerleyen tarihlerde yeni bir davayla karşı karşıya kalabileceği belirtiliyor.
Pelicot, 2011-2020 yılları arasında Provence bölgesindeki Mazan köyünde eşi Gisèle Pelicot’un yemeklerine uyku ilaçları ve anksiyete ilaçları karıştırarak onu bayılttı ve bu süre zarfında onlarca erkeği onunla cinsel ilişkiye girmeye davet etti. Pelicot’un bilgisayarında “kötüye kullanım” adıyla düzenlenmiş bir dosyada, bu saldırıların videoları bulundu. Pelicot, mahkemede suçlarını kabul ederek, “Ben bir tecavüzcüyüm” dedi.
Perşembe günü görülen davada, Pelicot ile birlikte toplam 50 erkek suçlu bulundu. Ancak videolarda görülen yaklaşık 20 erkek kimlik tespiti yapılamadığı için hala serbest.
Pelicot’un eşi Gisèle’ye yönelik suçları, Pelicot’un 2020 yılında Carpentras’taki bir süpermarkette kadınların etek altı görüntülerini gizlice kaydetmekten tutuklanmasının ardından ortaya çıktı.
Cinsel istismar mağduru çocuğa “bugün git yarın gel” yanıtı
Yeniden Türkiye’ye dönersek, aynı toplantıda Avukat Arzu Sena Topuz, cinsel istismar mağduru bir çocuğu ve ailesini polise yönlendirdiğinde polisin “Bugün gidin yarın gelin” dediğini anlattı. Oysa delillerin tespit edilmesi ve adli tıp raporlarının hakikati açığa çıkarabilmesi adına bu tür durumlarda, yargısal sürecin hemen başlaması gerekiyor. Çocuk evde banyo yaparsa örneğin deliller yok olabilir, suç kanıtlarını istemeden yok edebilir. Polis ise işinin yoğunluğunu bahane ederek çocuğu ve ailesini karakoldan geri gönderiyor.
6284’ü uygula
Türkiye'de kadınların ve çocukların maruz kaldığı şiddet karşısında adalet sisteminin ne derece etkisiz kaldığını ve kolluk kuvvetlerinin sorumluluklarını yerine getirmekteki ihmallerini onlarca örnekle sıralayabiliriz.
Kadınların 6284 Sayılı Kanun kapsamındaki hakları açıkça tanımlanmışken, bu yasanın uygulanmadığı veya etkin bir şekilde işletilmediği durumlar yalnızca mağdurları korumasız bırakmakla kalmıyor, ne yazık ki aynı zamanda yeni suçların önlenmesine de engel oluyor.
Yakın zaman önce Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 6284 No’lu yasanın uygulanması için bir kampanya başlattı. Çünkü bu kanun da kadınların nafaka hakkı gibi saldırı altında. İstanbul Sözleşmesi’nin fesi edilmesinin ardından eğer bu yasada da değişiklik yapılırsa kadınlar, erkek şiddetine karşı savunmasız kalacak. Deyim yerindeyse denize düştüklerinde bir can simitleri dahi olmayacak.
Geçen günlerde MEF Üniversitesi Kadın Hakları Klubü’nün düzenlediği bir erkinlikte erkek öğrencilerinden biri “Sanırım 6284 No’lu yasaya göre kadının beyanı esas deniliyor ve erkek tutuklanıyor. Bu doğru mu sizce?” diye sordu.
İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi’nden avukat Aylin Moroğlu ve Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği avukatı Begüm Osma ile birlikte anlattık. “Kadının beyanı üzerine bu erkeği bu kadından uzaklaştırın ve bu suçu işlemiş mi diye bakın deniyor aslında. Direkt suç kanıt olmadan kadın dedi diye bir erkeğin tutuklandığı yok” dedik. En özcesi.
Hatırlatmak gerekirse, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, Türkiye'de kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek amacıyla yürürlüğe girdi.
Kanun, şiddet mağdurlarının korunması için hızlı ve etkili tedbirler alınmasını öngörür. Uzaklaştırma kararları, şiddet uygulayanın silahına el konulması, mağdurun barınma ve ekonomik destek gibi ihtiyaçlarının karşılanması gibi düzenlemelerle mağdurların güvende olmasını sağlamayı amaçlıyor.
Ancak uygulamadaki ihmal ve keyfi tutumlar, bu yasanın sağladığı korumanın çoğu zaman sadece kağıt üzerinde kalmasına neden oluyor.
Az önce avukatların anlattığı örneklerde görüldüğü üzere erkeği tutuklamak nerede kaldı, kadınların beyanların ciddiye dahi alınmıyor.
Kadınların şiddet tehlikesi altında olduğu açıkça görülmesine rağmen, polisler ya mağdurları ciddiye almıyor ya da bürokratik işlemleri bahane ederek sorumluluktan kaçınıyor. Oysa ki kanun, şiddet tehdidinin ciddiye alınmasını ve koruma tedbirlerinin derhal uygulanmasını zorunlu kılıyor.
Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) bu konuda çıtayı koymuş durumda. “Yasaları uygulamayanlar, yasa yapamaz”.
Kadınlar konuşuyor, dinleyen yok. Yasalar var, uygulayan yok. Şiddeti önlemek için gereken şeylerden biri, kağıt üzerindeki kelimelerin hayata geçirilmesi. Çünkü her ihmal, bir kadının hayatta kalma şansını elinden alıyor.
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden. İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Ekim 2018’den bu yana bianet’te çalışıyor.
“Şiddet senin küfürlerinde başlıyor” demek ne demek?
Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nden Şehlem Kaçar ve Hilal Esmer: "Orospu lafından korkan, bu korkuyla ömrünü şekillendirmiş nesiller var bu ülkede. Aşağılayıcı lakaplar ezilen özneler tarafından sahiplenildi, şiddet uygulayanın silahı elinden bu şekilde de alınabildi."
“Küfürlerde sıklıkla kadın bedeni, cinselliği veya kimliği hedef alınır. Küfürlerde genellikle mağdur edilen taraf, toplumsal hiyerarşinin dezavantajlı tarafında olanlardır” diye anlatıyor Şehlem Kaçar.
“Cinsiyetçi dilde erkek adamın ne yaptığı ya da 'adamlık' tanımlanır. Eğer çevresindeki kadına baskı uygulamıyorsa erkek, 'karı gibi' olmakla ya da başka 'aşağılayıcı' ifadelerle hakarete uğrar" diye tamamlıyor Hilal Esmer.
Feminist hareketin sıkça gündeme getirdiği ve özellikle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde dile getirilen “Cinsel Şiddet Senin Küfürlerinde Başlıyor” sloganı ne anlama geliyor? Kullandığımız kelimeler, şiddeti nasıl yeniden üretiyor ya da meşrulaştırıyor?
Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nden Şehlem Kaçar ve Hilal Esmer, bianet için anlattı.
"Şiddeti normalleştiren dil, yaygınlaştırır"
Dil, cinsiyetçilikle nasıl bir bağlantı kuruyor? Gündelik dilde farkında olmadan kullandığımız cinsiyetçi ifadeler nelerdir?
Ş.K. Dil, sadece bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda toplumsal yapıların, güç ilişkilerinin ve ideolojik çerçevelerin taşıyıcısı olarak işlev görür.
Bu nedenle dilin cinsiyetçilikle ilişkisi üzerine derinlemesine düşünmek, toplumsal cinsiyet eşitliği için kritik bir adımdır.
H.E. Kullandığımız gündelik dil, güldüğümüz şakalar, okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmlerdeki örnek alınan davranışlar...
Tüm bunların hepsi bir kültürün oluşmasında başat etkisi olan öğelerdir. Dolayısıyla kullandığımız cümle kalıpları, atasözleri, jargon, espri ve benzeri tüm iletişim dili şiddet davranışlarını meşrulaştırabilir ve kişiler bunları normalleştirebilir, içselleştirebilir. Bunun tam tersi de olabilir.
Doğru mesajlar veren ifadeler şiddetsiz ve eşit bir kültürü yaygınlaştırır. Şiddeti normalleştiren mesajları içeren bir dil kullanımı da şiddeti yaygınlaştırır.
Cinsiyetçi küfürler ve aşağılayıcı ifadeler, sadece bireyler arası bir iletişim aracı değil, aynı zamanda toplumda kimin güçlü, kimin zayıf olduğunu belirleyen bir mekanizmadır.
"Erkek dili" olarak adlandırılan söylem nedir? Toplumda kadınların ve LGBTQ+’ların bu dile karşı yaşadıkları zorluklar nelerdir?
Ş.K. Erkek egemen söylemler, küfürler, kadınların ve LGBTİ+'ların daha zayıf bir konuma yerleştirilmesine hizmet eder.
Örneğin, küfürlerde sıklıkla kadın bedeni, cinselliği veya kimliği hedef alınır. Küfürlerde genellikle mağdur edilen taraf toplumsal hiyerarşinin dezavantajlı tarafında olanlardır. Güç odaklarına yönelik bir küfür ben bilmiyorum, mesela patron ya da heteroseksüel bir küfür olarak kullanılıyor mu?
H.E. Dil ve küfürler üzerinden üretilen kalıplar erkekleri de kadınları da baskılıyor ve çok dar bir kalıba sokmaya zorluyor.
O kalıptan bir milim taşarsa kadınlığını ya da erkekliğini ispatlamak zorunda bırakılıyor, veya o cinsiyetten aforoz ediliyor.
Bu kalıpları çoğumuz biliyoruz ama tekrar etmek gerekirse, erkeklerin cinsellikte onay veren olması, saldırgan olması, duygularını gizlemesi, etrafındaki kadınları sürekli kontrol etmek zorunda olması, diğer erkeklerle rekabet etmesi, kadınlara atfedilen her türlü ses, renk, görüntü, duygu, düşünce, davranış vb.den kendini uzak tutması gibi baskılar var.
Cinsiyetçi dilde erkek adamın ne yaptığı ya da "adamlık" tanımlanır. Eğer çevresindeki kadına baskı uygulamıyor ise erkek karı gibi olmakla, kadın satıcısı, gavat, ibne vs gibi "aşağılayıcı" hakaretlere uğrar ve sürekli o şiddet uygulayan baskılayan erkek hizasına çekilir.
Cinsiyetçi kültür erkeği kadının sahibi olarak tanımladığı için biz dilde de bunun yansımalarını görüyoruz. Kadınlara yönelik şiddeti bu yüzden daha çok "kadının sahibi" olarak görülen erkeklerin uyguladığını görüyoruz. sevgili, abi, partner, baba, koca vb...
"Değersizleştirmek şiddetle sonuçlanır"
Cinsiyetçi dili dönüştürmek için toplumsal düzeyde ne gibi adımlar atılabilir? Eğitim sisteminde dilin cinsiyet eşitliğine duyarlı hale getirilmesi için neler yapılabilir?
H.E. Düşünce, dil ve davranış/eylem.. bunları zaten birbirinden ayıramayız, ayrı düşünemeyiz. Toplum tabanında neyin, hangi eylemin olumlandığı, neyin meşrulaştığı kişilerin düşünce ve davranışlarını değiştirir. bakın karar alıcı dün kötü dediğine bugün iyi diyor ve bu kişilerin eylemlerini etkiliyor.
Çocuğu, kadını, LGBTİ+'yı mülteciyi hayvanı hedef gösterdikleri zaman (küfürle hakaretle, baskılama unsuru olarak vb.) şiddet o öznelere doğru yoğunlaşıyor. Dil de burada en önemli araç, bir vasıta.
Cinsel şiddet de dahil olmak üzere tüm şiddet biçimleri zaten güç ilişkilerinden beslenir. Şiddet zaten gücün uygulanmasının bir sonucudur. Erkek, toplumsal normlarla eşit olmayan bir konumda "güç uygulayabileceği" kişilere bunu yapıyor.
Sokakta tanımadığı bir kadına ya da çocuğa da güç uygulayabiliyor, giysisine veya davranışına karışabiliyor.
Örneğin patronuna kızan bir erkek patronuna şiddet uygulayamıyor, demek ki öfkeyi kontrol edebiliyor. Ama patronuna veya başka bir şeye öfkelenip karısına, çocuğuna şiddet uygulayabilir çünkü bu şiddet meşru ve normal.
Kızını dövmeyen derseniz, kadın erkek eşit değil derseniz, dine ve muhafazakar aile yapısına referans verirseniz, kadın sessiz olur gülmez dans etmez vs derseniz bu şiddet normalleşir. kol kırılır yen içinde kalır, çokça örnek sayabiliriz. Bunların modern versiyonları da var.
Ş.K. Bu tür dilsel yapılar, toplumdaki hiyerarşilerin devamını sağlar ve fiziksel şiddetin kültürel zeminini oluşturur. Aşağılayıcı dil, sadece kadınların ve LGBTİ+'ların değersizleştirilmesine değil, aynı zamanda bu değersizleştirilmenin şiddetle sonuçlanmasına kapı aralar. Böylece, dilsel şiddet, fiziksel şiddeti besleyen bir döngü haline gelir.
Dil bu bağlamda, bireyler arasındaki güç ilişkilerini pekiştirirken, toplumsal şiddet mekanizmalarını güçlendiren bir yapı sunar. Küfürler ve ayrımcı ifadeler bu nedenle toplumsal cinsiyet hiyerarşisini güçlendirir ve kadınlar üzerinde baskı kurma aracı olarak şiddeti besler.
Dilin gücü, yalnızca söylenen sözlerde değil, yarattığı toplumsal algılarda da gizlidir. Şiddet içerikli dil, erkekleri güç ve kontrolle ilişkilendirirken, bu gücü kullanma gerekliliğini doğallaştırılır.
"Erkek adam" gibi ifadeler, erkeklere yönelik bir baskı kurarak, şiddeti bir "görev" olarak sunar ve bu algı, şiddet davranışını destekleyen bir zemine dönüşür.
Cinsiyet eşitliğini teşvik eden bir dil kullanımı konusunda kurumlar ve bireyler neler yapabilir?
Ş.K. Cinsiyetçi dili dönüştürmek için toplumsal düzeyde atılacak adımlar, eğitim, medya ve bireysel farkındalığı kapsayan geniş bir çerçevede ele alınmalıdır. Eğitim sisteminde cinsiyet eşitliğine duyarlı bir dil öğretimi sağlamak kritik bir adımdır.
Okul müfredatına kapsamlı cinsellik eğitimi, toplumsal cinsiyet eşitliği dersleri eklenmeli, öğretmenler bu konuda farkındalık kazanmalı ve ders kitapları cinsiyetçi kalıplardan arındırılmalıdır.
Ayrıca, medya organları ve kültürel üretimlerde cinsiyet eşitliğine uygun dil kullanımı teşvik edilmeli; gazetecilere ve içerik üreticilerine yönelik atölyeler düzenlenmelidir. Hak temelli habercilik rehberleri, medya ve dilde cinsiyetçi söylemleri kırmada etkili araçlar olabilir.
bianet'in toplumsal cinsiyete duyarlı haber yaparken dikkat etmemiz gerekenleri anlattığı yayınları ve Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’in oyledegilboyle.org ve csgorselarsiv.org siteleri özellikle cinsel/cinselleştirilmiş şiddet haberleri yaparken nelere dikkat etmemiz gerektiği ve hak temelli görsel kullanımının yaygınlaşması için ziyaret edilebilir.
Sonuç olarak, dilin güçlendirici ve dönüştürücü potansiyeli, cinsiyet eşitliği ve LGBTİ+ hakları mücadelesinde büyük bir etkiye sahip.
Toplumdaki yerleşik cinsiyetçi kalıpları ve dil yapılarını sorgulamak, dilin taşıdığı gücü doğru kullanarak daha adil ve eşitlikçi bir dünya inşa etmenin anahtarlarından biridir.
H.E. Dil, yaklaşımın bir yansıması ve göstergesidir. böyle düşünelim, dili tek başına değiştirme çabası en fazla sorgulatabilir.
Dil üzerinden yaklaşımın dönüşmesini hedefliyoruz biz. Siz tecavüz şakasına gülmezseniz, çevrenizdeki milyonlarca insan da gülmezse, ve yadırgarsa, toplumsal yaklaşım dönüşür, fütursuzca yapılamaz, normalleşemez.
"Toksik erkeklik" kavramı dilde nasıl ifade ediliyor? Erkekler, dilde bu kavramı nasıl sürdürüyor ve buna karşı ne yapabilirler?
Ş.K. "Toksik erkeklik" kavramı, erkeklik çalışmalarında sıklıkla tartışılan ve Raewyn Connell’in "hegemonik erkeklik" teorisine dayanan bir olgudur. Connell, hegemonik erkekliği, toplumda erkekliğin normatif bir model olarak sunulması ve bu modelin güç, kontrol ve baskı üzerine inşa edilmesi olarak tanımlar.
Bu normatif model, erkeklerin güçlü, duygusuz, saldırgan ve rekabetçi olması gerektiği fikrini yayar. Dil, bu toksik erkeklik modelini sürdüren en önemli araçlardan biridir. "Erkek adam ağlamaz," "sert ol," "adam gibi ol" gibi ifadeler, erkekliği güç ve şiddetle ilişkilendirirken, duygusal zayıflığı ve kırılganlığı reddeder. Bu söylemler, erkeklerin yalnızca baskınlık yoluyla değerli olduklarını hissetmelerine neden olur, bu da şiddet eğilimlerini pekiştiren bir kültürel norm yaratır.
Bu dilsel baskılar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirir ve erkekler için duygusal ifade özgürlüğünü kısıtlar. Buna karşı durmak için erkeklerin, hegemonik erkeklik modeline eleştirel bir bakışla yaklaşmaları gerekir.
Erkeklik çalışmalarında tartışıldığı gibi, erkeklerin alternatif erkeklik modelleri geliştirmeleri, dildeki toksik kalıpları reddetmeleri ve duygusal zenginlik, empati ve eşitlik temelli bir dil kullanmaları, bu dönüşüm için önemli bir adım olabilir. Erkeklerin hem bireysel hem de toplumsal düzeyde toksik erkeklikten sıyrılması, daha kapsayıcı ve sağlıklı toplumsal cinsiyet ilişkilerinin kurulmasına katkı sağlayacaktır.
H.E. Toksik erkeklik ile "erkeklik" arasında ne fark var ben tam anlamıyorum. geçmişte erkeklik, maçoluk, taş fırın erkekliği denen şeyin modern karşılığı sanırım toksik erkeklik kavramı. Oysa devletin ve ataerkil yapının değerli gördüğü, teşvik ettiği kadınlık da, erkeklik de toksik.
Dil bilincini değiştirmek, erkek şiddetini azaltmada etkili olabilir mi? Bu dönüşümün kısa ve uzun vadede nasıl bir etki yaratacağını öngörüyorsunuz?
H.E. Cinsiyetçi dil öğreniliyor çocukluktan itibaren. Öğrenilen bişey öğrenilmeyebilir. yani bu bir kader değil, doğa değil bişey değil. Dil ve tüm kültürel araçlar üzerinden şiddetsizliği, onay dilini ve davranışlarını, eşitliği, hak temelli yaklaşımı teşvik ederseniz, meşrulaştırırsanız bu öğrenilir.
Kısa vadede belki büyük değişimler gözlemleyemeyiz ama geçmişte bunun örneklerini gördük. Aşağılayıcı lakaplar ezilen özneler tarafından sahiplenildi, şiddet uygulayanın silahı elinden bu şekilde de alınabildi.
Orospu lafından korkan, bu korkuyla ömrünü şekillendirmiş nesiller var bu ülkede. Bunların dönüşmesini de görüyoruz
Ş.K. Biraz anlamlara bakabiliriz, bu anlamlar sabit değil. Toplumsal ve kültürel değişimlerle birlikte anlamlar da dönüşebilir.
Şiddetin önlenmesi eşitlik mekanizmalarının kurulmasından geçer. Dilin dönüşümü, hem bireylerin hem de toplumsal hareketlerin çabasıyla gerçekleşebilir ve bu süreçte en önemli unsurlardan biri, kelimelerin yeniden sahiplenilmesidir.
Özellikle "kuir" (queer) kelimesi, bu dönüşümün en güçlü örneklerinden biridir. Kuir kelimesi, tarihsel olarak cinsel yönelimleri ve kimlikleri heteronormatif düzenin dışında kalan bireyleri aşağılamak için kullanılırdı. Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru LGBTİ+ hareketleri bu kelimeyi sahiplenerek onu olumlu bir anlamla yeniden yapılandırdı. Kuir, şimdi heteronormatif olmayan cinsellikleri ve kimlikleri ifade eden, normatif olmayan tüm kimlikleri kapsayan, direniş ve güçlendirme anlamı taşıyan bir terim haline geldi. Bu, kelimenin anlamının toplumsal hareketler tarafından nasıl dönüştürülebileceğine dair güçlü bir örnek sunar.
Benzer bir şekilde "ibne" kelimesi de toplumsal dönüşüm ve dildeki yapı bozumunun bir örneğidir.
Türkiye'de "ibne" veya “orospu”kelimeleri, uzun yıllar boyunca bir hakaret ve aşağılayıcı bir küfür olarak kullanıldı. Ancak LGBTİ+ ve feminist hareket, bu kelimeleri geri kazanarak bir direniş ve kimlik ifadesi haline dönüştürdü.
Dildeki bu dönüşümler, aynı zamanda düşünce dünyasının nasıl değişebileceğini gösterir. İnsanlar, yıllarca aşağılayıcı bulunan bu kelimelerin yeniden sahiplenilmesi ile, bu kelimelere yüklenen negatif anlamların sarsıldığını, dilin bu baskıcı işlevinin geri çekildiğini ve bu işaretlerin yeniden güçlendirme aracı haline geldiğini görmektedir.
Bu dönüşümün, hem bireysel hem de toplumsal seviyede düşünce ve algıların değişmesine katkı sağladığını söylemek mümkündür.
Kuir ve ibne kelimelerinin yeniden sahiplenilmesi, bu bağlamda sadece dilde değil, aynı zamanda toplumsal düşünce ve pratiklerde de bir devrim yaratmıştır. Bu dönüşümün ardında yatan en temel gerçek, dilin durağan bir yapı değil, sürekli olarak evrilen, esnek bir mekanizma olmasıdır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde de bu esneklikten yararlanılabilir. Cinsiyetçi dilin yapı bozumuna uğratılması, dilin toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren değil, bu rollerin ötesine geçen, özgürleştirici ve eşitlikçi bir araç haline gelmesini sağlayabilir.
Örneğin, küfürlerde kadın bedeni ve kimliği üzerinden yapılan hakaretlerin sorgulanması ve bu tür söylemlere karşı alternatif dil formlarının geliştirilmesi, hem dilde hem de toplumsal normlarda bir dönüşüm yaratabilir.
"Adam gibi" yerine "insan gibi" ifadeler kullanılması, "karı gibi" gibi cinsiyetçi söylemlerin terk edilmesi, kadınları ve LGBTİ+'ları hedef alan aşağılayıcı dilin eleştirilmesi ve bu dillere karşı direniş hareketlerinin yaygınlaştırılması, dilin daha kapsayıcı ve eşitlikçi bir hale gelmesini sağlayabilir.
Eğitim sisteminde, medya kuruluşlarında ve günlük hayatın her alanında dilin bu potansiyeli fark edilerek, cinsiyetçi ve ayrımcı yapılar eleştirel bir gözle değerlendirilmeli ve alternatif dil pratikleri geliştirilmelidir.
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden. İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Ekim 2018’den bu yana bianet’te çalışıyor.