Geriye dönüp baktığımda fark ediyorum ki, "AKP Okumaları" başlığı altında daha önce yazdığım beş yazı 2008 yılının Ocak ile Nisan ayları arasında yayınlanmış. Çok ama çok net hatırlıyor ve vurguluyorum; o tarihlerde, yani yaklaşık 10 ay önce AKP’nin ne olduğuna, Kürtlere dair politikaları konusunda ne yapmak istediğine ilişkin yorumlarım için kimileri, “henüz erken” diyordu.
Hatta “kimileri” de AKP, asker kapış(tırıl)masında AKP’den yana “Taraf’ız” diyorlar, demokratlık adına “Taraf”lılıklarını manşete çıkarmaktan rahatsız da olmuyorlardı. Zaman en doğru ilaçtır, derler. Doğrulanmak ise başka bir “hüzünbaz” ilaçtır.
O “malum” yazılarda ne demiştik, birer paragrafla hafıza tazelemek adına anımsayalım…
Ne demiştik:
“Adalet ve Kalkınma Partisi, Kürdî duruşu net ve muhalif bir Diyarbakır ve bölge temsiliyetli belediyeler iktidarında, Kürt Sorununu çözemiyor değil, net ifade ile çözmek istemiyor. Çözmek istemiyor! Çünkü 80 senelik Kürde dair geleneksel Türk politikasının, İslami rengini net olarak ifade ederek, kolu kanadı kırılmış, temsiliyet yeteneğini ve şansını yitirmiş, amiyane tabiriyle “burnu sürtülmüş” Kürtlere iane dağıtırcasına “Türk İslam sentezli” bir duruş ve vuruşla “Biz verdik bununla yetinin” kabilli kararlarını yerel genel seçimler sonrasına ihale ve havale etmişler gibi…”(AKP Okumaları-I. Aslına Rücu Etmek. 19 Ocak 2008)
Ne demiştik:
“Kendi partisinde en az 70 ‘Kürt kökenli’ milletvekili olduğunu ifade eden Başbakanın ne hikmetse yine kendi bildikleri jargonla sorulması gereken bir soruya veremedikleri bir yanıtta (soru) gizli değil mi? Kürtlerin doğuştan varolagelen ana dillerini, çok muteber saydığınız inancınız gereği kullanma hakkının da olması gerektiğini neden dibacenize koymaz ve savunmazsınız? Bu soruya AKP’nin verebileceği hiçbir yanıtı yoktur. Çünkü meselesi şudur; işine geldiği zaman kullandığı Kürt ve İslam perspektifinin aslında sadece İslami yanı, asli ajandanın olmazsa olmazıdır. Yani Kürdün üzeri İslamî bir örtüyle örtülmüştür. Her “Kürt” dediğinizde karşınıza ‘İslamiyet’te, kavmiyet yoktur. Aslolan Ümmettir.’ sözü çıkarılır. Kürt yanı yedek lastiktir, sadece politik olarak kullanılmaya matuftur, ötesi tümüyle gereksiz teferruattır…” (AKP Okumaları–2. Örtü(nün) Altındakiler. 24 Ocak 2008)
Ne demiştik:
“Erdoğan Diyarbakır’da patlatılan bomba üzerine ziyaret ettiği şehirde (Diyarbakır’da) kimi ‘sınırlı seçili’ sivil toplum örgütleri ile Valilikte toplantı yapıyor. Toplantı esnasında ‘Kürt Sorunu’ da bir şekilde ülkedeki diğer bütün sorunların ‘ana’sı olarak dile geliyor. Başbakanın ifadesi ironik; Daha ne isteniyor ki; ‘Avustralya’daki Türklere de haftada iki saat Türkçe televizyon yayın hakkı var. Size de bu hak verilmiş, yetmiyor mu?’. Yanıtı ayıp olmasın diye çıkışta bir yetkiliye başbakana ulaştırılsın diye bir stk yetkilisinin sözünde gizli: ‘Başbakan bunu başka yerde dillendirmesin, adamın üstüne gülerler. Anlaşılan sayın başbakan ya bizi sayı olarak 150 bine düşürmeye çalışıyor. Ya da bizleri (Kürtleri) Avustralya’ya çalışmaya giden işçiler gibi (mi) algılıyor’.” (AKP Okumaları–3. Bugün Allah için ne yaptın? 01 Şubat 2008)
Ne demiştik:
“Başbakan demeye getirdi ki; Ben Valinin eliyle kömür dağıtanını, işini en iyi yapan vali olarak kabul ederim. Bunu duyan kimi valiler de sektirmeden vatandaşın ‘yoksul’ kapısında bir tarafından dokundukları kömür poşetleri ile çıktılar kamera karşısına. Başbakan severse kömür ve erzak dağıtan valisini, tabii ki valisi de, kadraja girmek için gayret gösterecek. Oysa biz yıllar yılı valinin hizmet üretenini, hizmet yaratanını, istihdam için gayret gösterenini, ezcümle işsizliğe bir nebze olsun çözüm üretenini ‘makbul’ bilirdik. Demek ki devran değişmiş. Artık elinde (ilerde oya dönüştürülecek) yardım poşetiyle kapı kapı dolaşan vali, ‘makbul bürokrat’.” (AKP Okumaları–4. 12 Şubat 2008)
Ne demiştik:
“Bugün 2008’nin Türkiye’sine baktığımızda İslami mentaliteyi alabildiğine pragmatizmle harmanlayıp kullanan ve demokrasi kültürü açısından da demokratlığın zerresi ile dahi tanışmamış ve tanışmaya da ne isteği ne de niyeti olmayan bir parti olan AKP ile karşı karşıyayız. Bu denli iddialı bir demokratlık “tarifi”ni bir parti (AKP) üzerinden vermemin sebebi şudur. 80 yıldır cumhuriyet rejiminin yumuşak karnı olan “Kürt Meselesi” konusunda bunca “devletçi” bir perspektife ve çözümsüzlükten rant sağlama mantığına hapsolmanın başkaca bir izahı yoktur da ondan.” (AKP Okumaları–5. Hak, Müstahak, ya da din ve etnisite. 19 Nisan 2008).
İşte böyle vesselam…
Adalet ve Kalkınma Partili bir vekil, Abdülkadir Akgül, Demokratik Toplum Partili vekil Hasip Kaplan’a karşı ‘Devletine karşı geleni vurmaktan’ pek hoşlanacağı sözünü sarf etmiş. Bir diğeri, bakan, hem de Savunma Bakanı Vecdi Gönül; 80 yıllık devlet söyleminin resmi hislerine tercüman olaraktan adeta şarkıyı tekrar terennüm edercesine ‘seni sevmeyen ölsün’ demeye getirerek; “Bugün eğer Ege’de Rumlar, Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler yaşasaydı acaba aynı milli devlet olabilir miydik?” demiş.
İşin doğrusu kendi anlayışı olan Türk İslam ve ümmet mantığı dışındakilerin sevse de sevmese de kendine başka diyarlar araması mantığına işaret eden bir siyasal lider işin başında olunca, silsileyi meratip yoluyla bu mantık aşağılara doğru yansıyor. Yani lider ister istemez kendi prototipini yaratıyor. Bu mantık sokağa yansıyınca, o kötü!
İslamcılıkla milliyetçiliğin buluşması
Belki bütün bu paylaşılanlardan sonra söylenecek olan sözler şudur: Eskiden Milliyetçi Hareket Partililer bu ve benzer düşünceleri paylaşırlardı, “Faşisttir. Söyledikleri yakışır” der, geçilirdi. Şimdi “mütedeyyin” olması gereken olarak bilinen ve “din eksenli” politika yapanlar bu söylemleri söylüyor, MHP’liler aksine sahiplenmiyor. Ağızlarından din adına, ümmet felsefesi adına “kucaklaşmayı” eksik etmeyenler “kapışmayı” hayata geçirmek adına bunları söylüyor. Kanımca tehdit ve tehlike burada!
Yani bir yanıyla öncesinde pek de prim vermediğimiz dini, “molla diktası” mantıklı anlayışın, Türk Irkçılığı ile buluşarak yaratacağı tehdit! “Allah’tan ki, İslami camia içinde bu “densizliğe” tavır koyan “Vicdan Sahibi Müslümanlar” hâla var. Hilal Kaplan, Neslihan Akbulut ve Özlem Yavuz’un “AK Parti iktidarı son demeçleri ile incittiği Gayrımüslim ve Kürt vatandaşlarımızın yaralarını sarmadığı sürece birbirimizi dışlamak değil tanımak için farklılıklarımız olduğunun bilincinde olan Müslümanlar olarak biz utanıyoruz ve utanmaya devam edeceğiz.” Paragrafı ile biten ve “Yolu vicdan evinden geçenler olarak utanıyoruz” başlıklı bir manifesto ayarındaki makaleleri önemli. (Taraf.-hertaraf. 16.Kasım.2008)
Yerel seçimler referandum olacak
Son bir iki kelam da AKP ile beklenen son kapışma olan Mart 2009 yerel seçimleri için söylemek gerek. Erdoğan’ın milliyetçi ve anti Kürt söylemlerinin muhataplık manasında oya teşmil eden yüzünü, eskiden beri siyasal anlamda MHP sahipleniyordu. Yani bu yeni sahiplenmenin inandırıcı olmayacağını ve AKP’ye yaramayacağını cümle âlem biliyordu. “Bölge” ile Devlet arasında epeyce pamuk ipliği haline dönüşen “bağ”, 22 Temmuz 2007 seçimlerine doğru AKP’nin pek mahir olduğu “din” faktörünü kullanarak, kısmen de Kürdi yanı olan söylem ve adaylarla samimiyetsiz olduğu halde arzı endam edince, bölgeyle bu bağ kısmen onarılmıştı. AKP, seçim sabahı yine kısmen bu bağ kurmanın semerelerini de almıştı.
Resmi ideoloji ile “hesabınızı keserseniz” buna kimsenin bir diyeceği olmaz. Sonuçlarına bütün sizden öncekiler gibi katlanırsınız olur biter. Ama bir de alttan alta resmi ideolojinin “temsili kuvvetleri” ile bağınızı hissedilir derecede tesis etmenin hesabını yapmayı olmazsa olmazınız gibi kurarsanız, işte o zaman işin rengi de ahengi de değişiverir. İşte bu bağ kurma mantığı işin ahengini kurmada yetersiz kalan siyasetçilerin elinde, başka kesimlerle, mesela “zinde kuvvetlerle” olması gereken bir “devlet partisi” ilişkisini tartışmalı ve tehlikeli alana sürükledi. Kanımca dananın kuyruğunun kopma noktası da burada idi. Bugün gelinen nokta açısından AKP “zinde güçlerin” politikasına teslim olunca, sürekli çözümsüzlükte ısrarcı olan devlet temsiliyetli siyaset ile bölge bağı mecburen kopmuş oluyor.
Bu sebepten önümüzdeki yerel seçimler bir referandum özelliği taşıyacaktır. Bu aşikâr. Bu durum bugünün sürprizi değil. Bir “Devlet Partisi” kimliğiyle Adalet ve Kalkınma Partisi, yedeğine CHP ve MHP’yi de katarak, henüz ilan edilmemiş resmi bir gizli bölge ittifakıyla; tam karşısındaki DTP arasında geçecektir. Hem de öyle az-buz değil; kitlesel, entelektüel ve politik boyutta bir Demokratik Toplum Partisi sahiplenmeciliğinde. Bunu seçime dört ay kala bugünden söylemek birçoğunuza sürpriz sayılmasın. Tıpkı öncekiler gibi…(ŞD/EÜ)