Bu yazı 88 yıl önce Fransız işgalinden kurtulduğu söylenen Maraş’ın 2008 Türkiye’sinde Cumhurbaşkanının da hazır bulunduğu Maraş’taki törende “Açım” diye sesini duyurmaya çalışırken ağzı polis zoruyla kapatılan ve açlığı azına tıkılıp boğazına düğüm edilen ismini bilmeyip görüntülerini televizyonlardan izlediğim Maraşlı ve “Açım” diyen kadına ithaf edilmiştir.
Yazan ve yazdıran utansın? Çok sık duyuyoruz değil mi? Yoksulluk kaderdir, sözünü. Nedense, bu sözü, kaderciliği öne çıkaran, vatandaşını elaçıcılığa ve dağıtılan üç paralık yardımlara mahkûm kılan siyasal iktidarların dönemlerinde daha çok duymaya başladık.
Duymaya başlamakla kalmadık, siyaseten yönlendirilen emir ve talimatlara da tanık olduk. Mesela Başbakan demeye getirdi ki, "Ben Valinin eliyle kömür dağıtanını, işini en iyi yapan vali olarak kabul ederim". Bunu duyan kimi valiler de sektirmeden vatandaşın “yoksul” kapısında bir tarafından dokundukları kömür poşetleri ile çıktılar kamera karşısına. Başbakan severse kömür ve erzak dağıtan valisini, tabii ki valisi de kadraja girmek için gayret gösterecek. Oysa biz yıllar yılı valinin hizmet üretenini, hizmet yaratanını, istihdam için gayret gösterenini, ezcümle işsizliğe bir nebze olsun çözüm üretenini “makbul” bilirdik. Demek ki devran değişmiş. Artık elinde yardım poşetiyle kapı kapı dolaşan vali, “makbul bürokrat”.
Bir vali tarifi
Bakın Diyarbekirli Ziya Bey (Gökalp soyadını sonradan almıştır), 28 Haziran 1909’da Peyman gazetesinin ilk sayısında yayınlanan "Diyarbekir nasıl bir vali ister" isimli makalesinde ne tür bir vali, bürokrat profili çizmiş!
"Diyarbekir'e vali olacak zatın yalnız hüsn-i niyyet sahibi, müstakim, faal olması kâfi değildir. Azm-i hürriyetperveride tamamen mücahid (hürriyet yandaşlığında mücadeleci) ve iğfalata kapılmayacak (aldanmayacak), telkinata kulak asmayacak, suretde basir ve dekaayikşinas olması da muktezidir (Etki altında kalmayacak, ileri görüşlü ve prensip sahibi olması gerekir). İcraatı esasiyyeye hasretkeş olan Diyarbekir Vilayeti, masa başında evrak havalesiyle idare olunamaz. Kazalarda, sancaklarda, nahiyelerde gözle görülecek, elle yapılacak çok işler vardır.
Bu intizamsız ülkeye vali olacak zatda kuvvetli bir yürek, kuvvetli bir beyin, kuvvetli bir pençe mevcut olmalıdır. Öyle bir yürek ki, havfu gazab (Korku ve kızgınlık) yerine muhabbetle meşhun (Sevgi ile dolu), Öyle bir beyin ki, i'tiyat ve taklide bedel fikr-i ibda'ile (Yaratıcılıkla) münevver. Öyle bir pençe ki, tereddüt ve tehalüke mükaabil (aceleciliğe karşılık) azmi kat'i ile mücehhez (kesin karar sahibi) bulunsun. İşte Diyarbekir böyle bir vali ister."
Tabi ifade edilir ki, Ziya Gökalp, bu yazıyı kaleme aldığı dönemin Diyarbekir Valisi ile çatışması üzerine bu makaleyi kaleme almış ve paylaşmış. Sözümüz herhangi bir ilden azadedir (Diyarbakır da dâhil), kimse üzerine alınmasın. Ama şimdinin hükümet adına kömür tevzii memuru gibi çalışan kimi valileri basında izleyince doğrusu aklıma Ziya Gökalp’in tam 100 yıl evvel yazdıkları geliverdi işte…
Tablo değişmiş
Neden elinde “yardım torbası” erzak, giyim kömür ve benzeri malzeme ile dolaşan / dağıtan bürokrat ya da işadamları “makbul vatandaş”! Onu da paylaşayım. Çünkü kurgulanan siyasetin geleceğinde bu türden işe yeltenenlere yaratılan şans, ancak bu şekilde sağlanabilecek de ondan. Dağıtacağı her kurban etinde, gıda paketinde, kömür poşeti elindeki görüntüsü ile siyasal erkin ajandasında “makul” ve de “makbul” ölçülerde kendine yer sağlayacak.
Vatandaşın, dağıtılan “yardımı” medyadaki görüntü eşliğinde alırkenki “ruh hali” hiç mi hiç onları ilgilendirmiyor. Çünkü onlar siyaseten bütün kurgularını “kahrolası” bir paradigma üzerine kurmuşlar: Yoksullaştır. Sonra yoksullaştırdıklarını yoksulluğun kader olduğuna illa ki inandır. İnandırdıktan sonra da kendine bağımlı kıl. Tabii ki bunun son aşamasında da siyasal olarak bu hali pür melalin semeresini oya dönüştür ve seni parlamentoya taşısın. Bütün kurgu bu…
Eskiden siyasal muhafazkârlığı kendine ilke edinse de Adalet Partisi'nden (AP) tutun, Cumhuriyet Halk Partisine (CHP) ya da Anavatan Partisi'ne (ANAP) varıncaya kadar yelpazede yer alan partilerin hemen tümünün bir kalkınma programları olurdu. Şu kadar yılda bilmem şu kadar kalkındık diye öğünürlerdi. Şu kadar yılda işsizliğe şu kadar çözüm ürettik derlerdi.
Gayrı safi milli hâsılayı şu seviyeye yükselttik diye de eklerlerdi. Bilirlerdi elbet yoksulluk ve yoksunluk, kapitalist ekonominin varlık nedenidir. Birilerinin zenginliği bir başka birilerinin yoksulluğu sayesindedir. Ama bu gerçek kol kırılır yen içinde bir gerçekliktir. Kesinlikle dillendirilmemelidir. Ama yoksul’a her fırsatta anlatılmalıdır ki; “Ülke fırsatlar ülkesidir. Çalışılırsa bir gün yoksullar da zengin olabilecektir.”
Öyle anlaşılıyor ki; bugün tablo değişmiş!
Evet, bir gün zengin olmanın “mümkün” olabileceği, yoksullara bireysel olarak yine anlatılıyor da! Ama asıl olan şu; Yoksulluğunuz sizin kaderiniz. Madem inançlısınız, Tanrının sizi yoksul yarattığını kabul edeceksiniz. Kaderinize rıza göstereceksiniz. Bakın! Allahtan ki bu kadirşinas ülkenin gönlü de cebi de zengin ve paylaşmasını bilen “kadiri mutlakları” var.
Onlar sizi en az sizler kadar düşünüyor işte. Sizin daha fazla düşünüp de yoksulluğu kendinize dert etmenize gerek de yok, zaman da! Her gün sizi açlıktan öldürmeyecek kadar gıdanızı himmet buyurup bu zat-ı muhteremler, kapınıza kadar gelip verecekler. Siz de mazlum vatandaşlar olarak halinize ve tanrınıza şükredeceksiniz. Seçim günü de sizleri bu kadar düşünen inançlı, milliyetçi ve mukaddesatçı parti(lere)ye oylarınızı vermekten her halde imtina etmeyeceksiniz!
Doğu'ya etkisi
Bütün bu kurgunun ve realitenin Doğu’ya yansıyan yüzünü merak edenler olmuştur elbet… Çok yazıldı bir kez daha yazmak beis değil…
Yoksulluk, Doğu insanının, Kürt'ün, alnına yazılmış / yazdırılmış / kazınmış kara bir lekedir. Kaba ve sistematik bir devlet politikasıdır. Bu politikanın bir ayağı tümüyle doğu ise, diğer ayağı da birçok nedenle en çok da zorunlu göç nedeniyle batının metropollerinin varoşlarına ilişmiş / sığınmış yoksul Kürtlerdir. Bu sebeple adı, işadamı ve bürokrat bir de siyasetçi olan kimilerinin medyatik görüntülerle zuhur eden “siyasal yardımseverliği” bu sistematik sürdürülür yoksulluk halinin kaba bir tezahürüdür. Mahkûm edilmek, hatta teşhir edilmek görevi ile de eşdeğerdedir.(ŞD/EÜ)
* Şeyhmus Diken'in yazısı Taraf gazetesinin 20 Şubat tarihli sayısında yayınlandı.