Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) bugününü irdelerken sanırım 1990’lı yıllara, yani Turgut Özal’ın siyaseten öne çıktığı yıllara göz atmak doğru olur.
Özal, o yılların Anavatan Partisi'nde (ANAP) özellikle dillendirdiği manidar sözünün arkasındaydı: “Dört eğilimi birleştirdik”.
Dört eğilimi gerçekten sokakta da birleştirmiş miydi? Ya da bu birleştirme derdinin sokağa yansıyan yüzü ne kadardı?
Eminim ona yeterince yanıt verilemiyordu. Sadece Özal'lı politika açısından o günler için böyle bir ihtiyaç vardı ve bu dillendiriliyordu.
İtiraf etmek gerekir ki liberal politikanın sola yansıyan yüzü açısından kısmen başarılı da olunmuştu. Her ne kadar kimi tarikatlarla “bağı” olduğu bilinse de, “farklı siyasal tercihleri” olanları bir araya getirme mantığı “muhafazakarlık” manasında Özal’da aman aman zuhur etmemişti.
Bunun bir canlı örneği, o günlerde Özal’dan adaylık teklifi alan ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Adayı da olan rahmetli Felat Cemiloğlu’nun bana anlattıklarında gizliydi.
Felat Bey o günlerde Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanıydı, kendisiyle görüşmüş ve önerilen adaylığı kabul etmemesini kendisine dillendirmiştim.
Bana söylediği şuydu: “Özal’la bir gece yarısı konutunda, ayağında pijaması ile buluştuk. Teklif kendisinden gelmişti. Ben, kendimle ilgili kısa bilgi vermeye kalktığımda. ‘Gerek yok’ dedi. ‘Senin hakkında her şeyi, Diyarbakır cezaevinde PKK’ye yardım ve yataklıktan yattığını dahi biliyorum. Bir tek şey hariç, bugüne kadar senin adını Ferhat olarak biliyordum. Bugün öğrendim ki, adın Felat’mış. Seni Diyarbakır’dan Belediye Başkan adayı yapmak istiyorum. Siyasal düşüncen ne olursa olsun benim için önemli değil. Diyarbakır’ı gerçekten her yönüyle bir yıldız şehir yapmak istiyorum’ dedi. Ben de adaylık önerisini kabul ettim.” (Cemiloğlu’nu bu yönüyle tanımak için Hasan Cemal’in Kürtler kitabının ilk 38 sayfasına bakmak gerekir.)
Özal’ın 90’lı yıllarının ANAP’ının ilk yıllarında klasik sol cenahtan çok ciddi ve haklı eleştiriler gelse de geniş kesimler bu dört eğilimin belli ölçülerde ANAP’ta zuhur ettiğine inandı. Tartışması da epeyce yapıldı.
Araya en az 15 sene girdi. Ve bugün benzer söylemleri AKP dile getiriyor. Yani anlayacağınız AKP 15 sene evvelki aşı bugün daha da muhafazakarlaşmış bir şekilde içine bir miktar “demokratlık” sosu da katarak “muhafazakar demokrat” kimliğiyle sunmaya ve pazarlamaya çalışıyor/çalışmakta...
Ama itiraf etmek gerekir ki ikisi arasında ciddi farklar var. Kanımca en önemlisi de şu: 90’lı yılların ANAP’ında grup olarak var olduğu dillendirilen ve hissedilen eğilimler bugünün AKP’sinde ifade edildiği gibi yok!
Devasa muhafazakar ana gövdenin kenarında, köşesinde ayrık otları gibi kendine yer arayan ve örgütsel muhafazakar görüntünün etkisinde kalıp, ideolojik İslamcı AKP kimliğinden alabildiğine etkilenerek AKP’lileşeceği bugünden belli giderek küçülen bireysel kimliklerin abartılı tezahürünün sokağa ve medyaya yansıyan yüzlerinin abartılı hali pür melali bizim gördüğümüz AKP’deki varolduğu söylenen “diğer” eğilimler…
AKP istediği kadar parti içinde geçmişteki ANAP benzeri değişik eğilimlerden söz ededursun, yansıyan bu durumun kaba hali. AKP istediği kadar geçmişte sol kimliği olan Ertuğrul Günay’ı bakan yapsın görünen ve gidişat bu.
AKP istediği kadar Alevileri amiyane tabiriyle “kafalamak” için Muharrem Ayının yüzü suyu hürmetine alevi orucunun iftarını resmi protokolle açsın, görünen bu.
Geçmişte CHP Kemalizm üzerinden Alevileri Kürtlere karşı parçalama politikası yürüttü, bu politika kısmi politik “başarılar” yaşasa da geri tepti. Bugün bunu mezhepsel inanç argümanını kullanarak AKP yapmaya çalışıyor, tutmuyor. Tarihte göstermiştir ki; politik olarak devletin içine çekilmiş olanların üzerinden yürütülmeye ya da kotarılmaya çalışılan politikalar kitlesel olarak tutmaz, tutmuyor, tutmadığı ortada.
Yukarıda ve öncesinde, bütün yazılanlar AKP ile sivil alan ilişkisi için de geçerli.
Tayip Erdoğan Diyarbakır’da patlatılan bomba üzerine ziyaret ettiği şehirde kimi “sınırlı seçili” sivil toplum örgütleri ile Valilikte toplantı yapıyor. Toplantı esnasında “Kürt Sorunu” da bir şekilde ülkedeki diğer bütün sorunların “ana”sı olarak dile geliyor.
Başbakanın ifadesi ironik; Daha ne isteniyor ki; “Avustralya’daki Türklere de haftada iki saat Türkçe televizyon yayını hakkı var. Size de bu hak verilmiş, yetmiyor mu?”.
Yanıtı ayıp olmasın diye çıkışta bir yetkiliye başbakana ulaştırılsın diye bir STK yetkilisinin sözünde gizli: "Başbakan bunu başka yerde dillendirmesin, adamın üstüne gülerler. Anlaşılan sayın başbakan ya bizi sayı olarak 150 bine düşürmeye çalışıyor. Ya da bizleri (Kürtleri) Avustralya’ya çalışmaya giden işçiler gibi (mi) algılıyor”.
Doğru söze ne denir ki! Allah layığınızı versin demekten maada!
Dindar olanlar çok iyi bilir. Dindar insan tanrısıyla perdesiz, aracısız konuşandır. Yani cesurdur.
Ama anlaşılan o ki Adalet’in, Kalkınma destekli “soldan ve Aleviden çarklı” terazisi tartıyı iyi tartmıyor gibi. Önce ”Kart Kurt” edebiyatıyla şimdi de tavuğa “kış”, kediye “pış” diyerek “kışt, pışt” edebiyatıyla “meseleye” neşter atılmaya çalışılıyor. Tutmaz…
AKP kendi egosunun çatlaklarından hayatı okumaktan vazgeçsin. İyisi mi Anadolu’da hemen her kasaba bakkalının dükkan girişine astığı tabelayı kendi ve inançlı boynuna assın:
"Bugün, Allah için ne yaptın?”.
Bu soruya inancı gereği AKP bihakken doğru dürüst yanıt verebiliyorsa bizim de söyleyecek sözümüz yok…
Bu konuda bir ya da iki yazı daha yazacağım, bu sayfada…(ŞD/EZÖ)
* Şeyhmus Diken'in yazısı Taraf gazetesinde de yayınlandı.