Örtü, her daim bir şeyleri gizlemekte mahirdir. İşin içine efsun katmak, bir bilinemezi çağrıştırmak açısından örtü, hep varolagelmiştir. Ol sebepten ne zaman “muhafazakâr” politika(cı)lar söz konusu olursa, örtü mevzuu onlarla birlikte bende çağrışım yaratır. Dolayısıyla kim ne derse desin örtü hep siyasal manada anlam yüklüdür. Meramım türban meselesinin örtüye, örtünmeye meyyal yüzünü tartışmak değil. O başka iş. Bir başka açıdan örtü’nün ardındaki gerçekleri konuşmak asıl gayem.
Yıllar önce Siirt’in 7 kilometre yakınındaki Tillo beldesine bir dostumun rehberliğinde gitmiştim. Merak ettiğim 300 yıl evvel orada yaşamış ve orada defnedilmiş “İbrahim Hakkı Hazretlerinin” hayatı ve yaşadığı mekânı hakkında bilgi edinmekti. Bir de türbesini ve beldeyi ziyaret etmekti. O ziyarette istediklerimi almıştım. İbrahim Hakkı, Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğmuş ve daha 7 yaşlarında iken hocası Hazreti Fakirullah’ın yanına yerleşmiş. Arada gerçekleştirdiği küçük seyahatlerin dışında ölümüne kadar Tillo’dan hiç ayrılmamış. Marifetname onun eseridir. Yaşadığı Tillo’da kurduğu rasathanede gökyüzünü, ayı, güneşi, yıldızları ve yerkürenin hareketlerini izleyerek Piri Reisin çağdaşı olmasına ve ikisi birbirlerinden hiç haberdar olmamalarına rağmen, o çağın devrimi sayılabilecek dünya haritasını çizen şahsiyettir İbrahim Hakkı. Bu bilgiler bende iken hem Tillo’da hem de sonrasında bütün İslami kaynaklarda gördüğüm şuydu: İbrahim Hakkı’nın bir bilim ve fen insanı olmasına rağmen sadece dini yönünün öne çıkarılmasıydı. Ve yapılan, zatı bir “din âlimi” gibi lanse etmekti.
O gün bu gündür ne zaman “inanç yönü” de olan bir şahsiyetle ilgili bir şeyler okusam hep bir başka yönü de var mı diye düşünedururum. Genellikle de yanılmam. Neden mi? Paylaşayım. İbrahim Hakkı Tillo’ya 4 kilometre uzaklıkta tepeye bir duvar yapar. Duvarın ortasına da bir pencere oturtur. Her yıl 21 Mart’ta Newroz günü hava açıksa doğan güneşin ışınları o pencereden süzülüp 4 kilometre ötede Tillo’daki İbrahim Hakkı’nın hocası Hazreti Fakirullah’ın naşının bulunduğu türbenin tepe bacasındaki prizmaya çarpar ve kırılma yaratarak türbenin zeminindeki hocasının naaşının başucunu aydınlatır. Bu çok önemli bir bilimsel çabanın ürünü değil midir?
Şimdi diyeceksiniz ki; bu kadar uzunca bir girizgâha ne gerek vardı? Onu da paylaşayım. Basına yansıdı. İlla DTP’li belediyeleri istiyorum diyen Tayip Erdoğan geçen seçimlerde kısmen muradına erdi. Partisinin aldığı illerden biri Van’dı. Van ilinde şimdi birçok park var. Bu parklardan biri de Ehmedê Xanî Parkıdır. Herkes bekler ki; şimdi Van belediyesi, Kürtler açısından bu denli önemli bir zata yakışan bir iş yapar değil mi! Hiç değilse Ehmedê Xanî’nin Kürtçe bir dörtlüğünü parkın uygun bir yerine nakşeder.
Yapabilirler mi! İmkânı yok. Çünkü besbelli Xanî’yi iyi okumuşlar. İşte bunu iyi belledikleri için, tam tersini yapıyorlar. AKP’li belediye şimdilerde parkı satmak düşüncesindedir. Ancak böylelikle bir Kürdün adından kurtulunacaktır…
Hâlbuki bu ülkede Mevlana çok bilinir. Mevlana, eserlerini Farsça yazmıştır. Ve Mevlana her yıl ala u vala ile kutlanmaktadır. Ama Kürtler açısından hiç de Mevlana’dan geri kalmayan ve eserlerini Kürtçe yazan ünlü mütefekkir Ehmede Xanî Kürtçeden Türkçeye çevrileceğine adı yok edilmek isteniyor. İşte kanımca budur AKP’nin yerel yönetimlerdeki “başarısı.” Adını kullanacaksın ama dilini “lâl” edeceksin, işte politika!
Yine bir başka referans da epeydir Amerika’yı mesken tutmuş ve “İslamî” çevrelerin pek kıymet biçtiği “Fetullah Hocaefendi”nin Saidî Kûrdî (Nursî)’ye bakışı ile ilintilidir. Saidî Kûrdî nedense hep İslami açıdan ve dini, inançlı yönü öne çıkarılan, Kürt tarafı hep “unutulan” unutturulmaya çalışılan hatta yok varsayılan bir zat. Hatta Saidî Kûrdî’nin bu yönü anılan kesimlerce “hiç sevilmeyen” sevilmediği de adeta telaffuz edilen bir vakıa!
Sözün tam da bu noktasında kendi partisinde en az 70 “Kürt kökenli” milletvekili olduğunu ifade eden Başbakanın ne hikmetse yine kendi bildikleri jargonla sorulması gereken bir soruya veremedikleri bir yanıtta gizli değil mi?. Kürtlerin doğuştan varolagelen ana dillerini, çok muteber saydığınız inancınız gereği kullanma hakkının da olması gerektiğini neden dibacenize koymaz ve savunmazsınız?
Bu soruya AKP’nin verebileceği hiçbir yanıtı yoktur. Çünkü meselesi şudur; işine geldiği zaman kullandığı Kürt ve İslam perspektifinin aslında sadece İslami yanı, asli ajandanın olmazsa olmazıdır. Yani Kürdün üzeri İslamî bir örtüyle örtülmüştür. Her “Kürt” dediğinizde karşınıza “İslamiyet’te, kavmiyet yoktur” sözü çıkarılır. Kürt yanı ise sadece politik olarak kullanılmaya matuftur, ötesi tümüyle gereksiz teferruattır…
Şimdi buradan birkaç soruyla yazıyı tamamlamak en doğrusu! Tabi bu sorulara verilecek yanıtlar aslında reddedilemeyecek yanıtlar da, ben şahsen ondan da umutlu olmadığım için sorayım diyorum?
Mesela Doğubeyazıt ilçesi Ehmedê Xanê’nin memleketidir. Bütün yönleriyle Ehmedê Xanê’yi her yıl belli günlerde tartışan ve tanıtan bir uluslararası programa içinde Kürtçenin de olduğu çok dilli olarak AKP “evet” der mi?
Kültür Bakanlığı, hazır başında bir de sol kültürden gelen bir bakan var iken; Kürt kültürü ve edebiyatının seçkin örneklerinden oluşmuş en azından iki dilli (Türkçe-Kürtçe) kitapların yayınlanmasını sağlayıp sonra da DÖSİM’de satılmasını sağlar mı? Veya yayınlanmış Kürtçe kitapların Devlet Kütüphanelerinde dolaşıma sokulmasını hayata geçirebilir mi?
Diyanet İşleri Başkanlığı bu ülke vatandaşlarının vergilerinden oluşan bütçesini daha ne zamana kadar Türk, İslam, Sünni ve tek dilli bir politikanın alanı olarak kullanır. Mesela Diyanet asgarisinden bırakalım diğer kitapları sadece Kur’an’ı meali manada İki dilli olarak (Kürtçe-Türkçe) bastırıp piyasaya sürer mi? Hazır Diyanet yayınevi de varken.
Ha! Bir de unutmadan! Çok sevdikleri Osmanlının Fatih’i, Fatih Sultan Mehmet var ya! Onun hocası da Kürt; Molla Güranî. Onun hatırına da olsa ecdada saygı gerekmez mi?
Elbette bunlar Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çok basit ve asgari ölçülerde “hiçbir yerden icazet” almasına gerek kalmadan yapabilecekleridir. Yaparsa ne mi olur? Çok fazla bir şey olmaz! Sadece “örtü”yü aralamış olur. “Örtü”nün kaldırılmasına hazırlık yapmış olur. Kürt Meselesini de inanın ki “çözmüş” olmaz. Ama önemli bir şeyi başarmış olur. Kendilerine ait gündelik hayatın önündeki sıradan yansıyanlara neşter atmış olur ve arkası da gelir. Bilmem anlatabildim mi? (ŞD/TK)
* Şeyhmus Diken'in yazısı Taraf gazetesinde de yayınlandı.