Herhangi bir "erken ve baskın" müdahale olmazsa Türkiye’de Mart 2009, yani tam bir yıl sonra olağan yerel genel seçimler yapılacak. Seçimlere tam bir yıl kalmışken "sınır ötesi" hava ve kara operasyonu sonrasında Kürt kamuoyu nezdinde, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) bütün itibarını kaybetmişken, seçimlerde bırakınız Diyarbakır ve diğer şehirleri "almayı", elindeki kimi illeri de kaybetmesi konuşuluyorken; ancak böylesine bir "ara çalım"la yeniden "mağdur ve mazlumun demokratı" postuna bürünüp kısmi olarak kendi hanesine birkaç olumlu puan yazdırabilirdi zatı muhteremleri Recep Tayyip Erdoğan…
Meramım anlaşılmıştır umarım. Kastım Yargıtay Başsavcısının AKP hakkındaki kapatılma iddianamesi ile ilgili.
"Yok saymak"
Son durumdan yola çıkılarak AKP'nin, Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) yaklaşımlarının doğru okumaları yapıldığında görülecektir ki; bu okumaların sıradan bir parti karşıtlığından öte, Kürdü, adeta dini referansı yoksa "milli kimlik" yani Kürtlük realitesi, varoluşu açısından da "yok saymakla" ilintili bir bakış açısı.
Bu mentalite tabii ki yeni değil. 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesindeki AKP'lilerin başta da Erdoğan’ın seçim meydanlarındaki tavırlarında saklı. Adeta doğu coğrafyasında her gittiği yerde, başta da Diyarbakır’da kitlelerin gözünün içine bakarak geçmişinde seçim yasalarındaki barajı kastederek ettiği kelamların tek kelimesini dahi ağzına almayıp, anımsamayarak aynen şunları söylüyordu:
"DTP’nin desteklediği bağımsız adaylara oy vermeyin. Oylarınız boşa gider. Onlar, parlamentoda hiçbir şey yapamazlar. Geçmişteki örnekler ortada."
Seçim sonrası parlamentodaki görüntüler ilgili kamuoyunun malumu. DTP'li vekillerin bütün esnek davranışlarına, iyi niyetli çabalarına karşın meclisteki büyük çoğunluğun yanına, "soldan ve sağdan çarklı" milliyetçi CHP ve MHP’yi de katarak DTP’lileri adeta infazının ve DTP’li vekilleri kıstırma gayretlerinin politikası AKP cephesinden tezahür eden.
AKP'yi mecliste bunca pervasız kılan, muhalefeti olmayan bir çoğunluk iktidarı olmanın rahatlığı. Muhalefet yaptığı varsayılan, kendisi gibi olan diğer iki sağ parti (CHP ve MHP), bir de esamisi okunmayan DSP var mecliste. Bu denli güçsüz ve neredeyse "çanak tutan muhalefet" örneği sağ partilerden oluşmuş, görünür ama aslında yapılmayan muhalefetten müteşekkil bir meclis aritmetiğinden elbette böyle pervasızlıklar ortaya çıkar, muktedir açısından.
DTP, ana muhalefet partisi gibi çalışmalı
Bu boyuttan baktığımızda doğal olarak sol bir muhalefetin bugünkü meclis aritmetiği içinde yer al(a)mamış olması, haklı olarak ortaya 80 yıllık cumhuriyetin "baş ağrısı" olarak telakki edilen Kürtlerin siyasal temsiliyetinin muhalefetini gündeme getiriyor. Bu vesileyle parlamentoda grubu bulunan DTP'nin seçimlerden hemen sonra bir başka yazımda da değindiğim gibi Ana Muhalefet Partisi gibi çalışması gerektiğini bir kez daha vurgulamamı gerekli kılıyor.
Bu gereklilik iktidar olan AKP de kabul edilmiş olacak ki; bütün siyasal kurgu ayan beyan tüm Türkiye’ye hatta dünyadaki muhataplara da ilan edilircesine vurgulanıyor. Adeta DTP’nin yürütmeye çalıştığı politik hat izlenerek DTP’nin her yaptığı, her yapmaya çalıştığı amiyane tabiriyle boşa çıkarılmaya, ısrarla alışılageldiği üzere "şiddete endeksli" karşıt bir politika üzerinden tez geliştirilmeye çalışılmakta, olmadı DTP bütün yollar denenerek etkisiz kılınmaya çalışılıyor.
Örneğin kendileri (AKP) alenen takiyye yapıp, İslamcı siyasal kimliklerini her alanda ifşa etme gayretleri içinde oldukları halde laiklik edebiyatı yaparken, DTP’nin yıllardır dini kimliği olan din adamları örgütlenmesinden gelen şahsiyetlerin DTP mitinglerinde ya da basın açıklamalarında görülmesi muktedir AKP’yi ziyadesi ile rahatsız ediyor.
Bu durum sadece merkezi politika açısından değil, merkezin taşrasında yer alan Valiler ve onların altındaki il ve bölge müdürlükleri üzerinden de aynen yürütülüyor. Valiler ve altındakiler adeta AKP’nin il teşkilatları gibi çalışmakta. Bölgede DTP'li Belediyelerden "rol çalmakta"lar.
Gizli ajandalarında kayıtlı olduğu üzere, DTP’li belediyelerle ortak iş yapmamak, hatta aklından ortak iş yapmayı geçirenleri de engellemek gibi bir durum şu anki bölge realitesidir. Bunda hiçbir beis de görmüyorlar. Başbakanlarının talimatıyla DTP'li belediyelerin başarısız gibi gösterilerek ilk seçimde ele geçirilmesi için bütün etik dışı yöntemler siyaset ve bürokrasi adına kullanılageliyor.
AKP'nin adaleti kendine
Bu çerçeveden bakıldığında DTP'li Belediyelerin halkın büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede ve de yerel iktidar oldukları kendi coğrafyalarında "İslami vurguları" da dile getirmeleri, gizli ajandası ve inancı tek kelimeyle "para tanrıcı" olan AKP’ye mevcut siyasal alanı terk etmeyecek kadar önemli ve anlamlı.
2008’in Türkiye’sine baktığımızda İslami mentaliteyi alabildiğine pragmatizmle harmanlayıp kullanan ve demokrasi kültürü açısından da demokratlığın zerresi ile dahi tanışmamış ve tanışmaya da ne isteği ne de niyeti olmayan bir parti olan AKP ile karşı karşıyayız.
Bu denli iddialı bir demokratlık "tarifi"ni bir parti (AKP) üzerinden vermemin sebebi şu. 80 yıldır cumhuriyet rejiminin yumuşak karnı olan "Kürt Meselesi" konusunda bunca "devletçi" bir perspektife ve çözümsüzlükten rant sağlama mantığına hapsolmanın başkaca bir izahı yok da ondan.
Bir kez daha vurgulanmalı ki; bugün, adı Adalet ve Kalkınma olan Partinin, adaleti, sadece kendi inancının sınırlarındaki adaletçilikte gören, kalkınmayı ise sadece ve sadece gıda paketi ile kömür ve çul çaput dağıtmakla eşdeğer gören tersten adaletçi ve kalkınmacı bir hüviyeti var.
Bu vesileyle bu partiye demokrasi kültürünün evrensel değerleri açısından demokratlık saiki ile sahip çıkmak gibi bir lüksümüz yok, olamaz da. Aksine AKP'nin ciddi bir demokrasi dersi almaya ve bu dersi kendi ajandalarında da, kültürlerinde de olmayan "Özeleştiri" mekanizmasıyla buluşturup tekrar kamuoyuna güven telkin etmeyi deneyerek dönmeye ihtiyaçları var.
AKP ve DTP
Yoksa daha çooook bu ülke bugün gündemi işgal eden "aç-kapa" muhabbetlerini demokratlık adına ağızlara pelesenk eder. Aslında onlar dünden razı bu danışıklı dövüşe. Bir tarafında Nakşi kökü basın tarafından anında deşifre edilmiş bir savcının iddianamesi, öte tarafta ise neredeyse tümüyle bir partinin evlad u ayali Nakşi. Başkaca da izzet ve ikbali nakşetmeye hacet var mı sizce…
Bir de şu belki vurgulanmalı ayrıca da AKP'lilere anlayacakları dille anlatılmalı. Varsayalım ki "AKP Okumaları" alt başlıklı ve değişik zaman aralığında yayınlanan bu beş yazıda anlattıklarımızın ve yazdıklarımızın hepsi yalan…
Doğrusu o halde şu olmalı: Cumhuriyet rejimi iki meseleyi bihakken çözemedi. Biri "din" öteki "etnisite". Birinin muhatabı İslami siyasal örgütlenme saiki nedeniyle bugünkü AKP, öbürünün muhatabı ise Kürt siyasal kimliği saiki ile bugünkü adıyla DTP.
İki parti de değişik ve önceki adları ve siyasal devamlıklıları nedeniyle sürekli kapatılma tehdidi yaşadı ve kapatıldılar. Bugün yeniden birine (AKP) "dini", diğerine (DTP) "milli" referansı ile doğunun neredeyse ittifakla oy verip tercih ettikleri iki parti kapatılma tehdidi ile karşı karşıya. O halde bu iki partinin yeniden mevcut durumu ve süreci doğru okumalarla doğru yönetmeye sizce de ihtiyacı yok mu? (ŞD/GG)
* Bu yazı Taraf gazetesinde 12 Nisan'da yayınlandı.