Hadi gel de eskiye gitme! Hadi gel de durup, durup düşünme!
Yıllar önceydi. Kasetten CD’ye yumuşak geçiş yapmıştı Türkiye. CD’de müzik dinlemenin daha kusursuz ve net oluşu pek de keyifliydi doğrusu. Türkçe CD’ler hızla yayılıyordu da; henüz bir tane bile Kürtçe CD görmemiştim. Her yurt dışına giden arkadaşa ısrarla, ne olursa olsun, bir tane de olsa Kürtçe CD getirin de, göreyim diyordum. Ne de olsa yasakçı zihniyet nedeniyle dinlediğimiz kopya Kürtçe kasetler bile ilk elden kayıtlar değildi. Kötü cızırtılı kopyalardı. Hatta üzerindeki isimler bile “sahteydi.”
Bu Kürtçe CD isteğim bir süre devam etti. Sonra nasıl ve ne şekilde o ilk Kürtçe CD’lere sahip olduğumu pek anımsamıyorum. Ama sanırım Şivan Perwer ya da Aram Dikran’ın, belki de ikisinin birden CD’leriydi elime geçen. Çok da keyif almıştım. Şimdilerde seçeneklerimiz epeyce çoğaldı da rahatladık.
Eskiden ister gülü, nergisi ezcümle bilumum çiçeği, nebatatı anlatın! İster müziği, kültürü, dağı, ormanı, doğayı! İsterseniz de dağdaki gerillayı anlatın! Fark etmezdi! Eğer tercih ettiğiniz yazı dili, Kürtçe idiyse alırdınız başınıza “belayı”. Bütün bir Cumhuriyet dönemi, 90’lı yıllara varıncaya kadar o “belalı hayatların” sayısız örnekleri ile doludur. Aslında Kürtçe yazanların kimisinin kamu görevlisi olmasının ve kendini devletin gazabından korumak istemesinin yanında, hiçbir memuriyeti olmayanların da Kürtçe mahlaslarla yazmalarının, hâla da yazmalarının bir nedeni de bu manasız “varlık, yokluk, inkâr” mantığına karşı hiç değilse kimliğiyle kendini koruma içgüdüsü değil mi? Kürtçe yazıyordun ya! Tehditkâr ve bölücüydün! Kürtçeydi ya! Algı buydu…
Şimdilerde gelinen nokta itibariyle bir yol ayrımındayız. Bir yanda “fiili” bir durum var. Yani Kürt dilinin lehçeleri ile birlikte alabildiğine yazılı, sözlü ve görsel olarak kullanımı var. Kürtçenin kullanımının önündeki engellerin üzerine yürünerek adeta “çiğnenip, ihlâl edilerek” baskıya meydan okuyan ve “İşte Kürtçe budur ve vardır. İşte kanıtı!” diyen bir varoluş. Öte tarafta ise, ısrarla “pişkinlik” yapmalarına rağmen, pek de geri bir konumda duran “Resmi İdeolojinin” (Bu “Resmi İdeoloji” kavramını ilk defa İsmail Beşikçinin Bilim Yöntemi kitaplarında okumuş ve kavram olarak sevmiştim. O gün bugündür kullanırım.) Kürt Diline karşı ayan beyan, en başta da milletin meclisindeki hâli pür melali.
Demokratik Toplum Partili (DTP) milletvekili Osman Özçelik Meclis kürsüsünden konuşuyor. Meclis matbaasında bayram için yazdığı ve Kürtçesi de olan kutlama kartlarının basılmadığını / bastırılmadığını; oysa bunun çok “masum” bir talep olduğunu ve bundan dahi korkulduğunu; hatta bir cümle Kürtçe ile kutlamanın ifadesini de kürsüden dile getiriyor.
Ertesi gün tutanağa geçen manidar! “Hatip tarafından, bilinmeyen bir dille- Bu "bilinmeyen dil" ifadesinin altını kalın kalemle çizmek gerek. Resmiyette ısrar edenlerin başlarına çok iş açacak gibi!- bir takım kelimeler ifade edildi.”
Şimdi sormazlar mı insan tekine? Be kardeşim, hadi geçelim bu ülkenin doğu cenahındaki en iyimser rakamla 15 milyon “Kürt'ü”. Bu dünyanın sadece Ortadoğusunda değil, birçok köşesinde en az 40 milyon insan, bu senin “bilinmeyen dil” dediğin dille derdini anlatıyor. Anlaşıyor. Sinema, tiyatro yapıyor. Edebiyat yazıyor. Bunlar da yetmiyorsa resmi yazışmalar yapıyor. Hatta hatta, temsiliyetleriyle konsolosluklar açıyor artık. Gelince “ülkene” resmi protokolle karşılıyorsun. Ve sen hâla “Bilinmeyen Dil” diye meclisin tutanağına şerh düşürüyorsun…
Şimdi tekrar sormazlar mı insan tekine? Bu ne lahana turşusu bu ne perhiz, diye.
İstediğin kadar kimilerine peşinen ambargo koyup, kimi “seçili şahsiyetleri” Malta Köşkünde topla, onların hazirununda ahkâm kes. De ki; “İdeoloji satmadan, devlet düşüncesini de satmadan (Kürtçe) yayıncılık, ilkemiz olacak”... Kimi inandıracaksınız. Bu meclisin bu hükümetin, bu resmi yapının, adını Kürtçe olarak koyduğu ve TV Heşt (Tv sekiz) dediği ve İdris-i Bitlisi’nin Heşt Bihîşt - Sekiz Cennet kitabına, nazire yaparcasına işte size, sizin dilinizle, Kürtçe ile “Cenneti veriyoruz. Cenneti bu dünyada size vaat ediyoruz!” demeye getirmek mi? Hikâyat. Ham hayal. Böyle bir referansa, Kürtler, bunca talan, yıkım, imha ve inkâr ile başta Roj Tv olmak üzere bedeller ödeyerek, bunca Kürdi Televizyon kanallarına sahip olduktan sonra “sıcak” bakarlar mı? Bilinmez. Keşke sıcak baksalar…
Yine Heşt Bihîşt’in, yani sekiz cennet’in sözüyle vurgulayalım: “Giden can(lar) geri gelsin, Bağlı dil açılsın” da sonrasını düşüneceğiz ey muktedirler…(ŞD/EÜ)