Biz kimiz ve çağımıza karşı sorumluluğumuz nedir? En korkunç insan hakları ihlallerinin sistematik biçimde yaşandığı II Dünya Savaşı’nın sona ermesinin üzerinden 59 yıl geçti….
6 Ocak 1941’de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin D. Roosevelt’in Kongreye hitaben “Dört Özgürlük Üzerine” yaptığı konuşmanın üzerindense neredeyse 67 yıl geçmiş…
Franklin Roosevelt’in umudu dört temel özgürlük üzerine kurulu bir dünya bulmaktı. Herkes için konuşma ve ifade özgürlüğü istemişti. İkincisi ise dünyanın her yerinde, her kişinin Tanrısı’na kendi istediği biçimde tapınma özgürlüğüydü.
Başkan savaş sürerken yaptığı bu konuşmasıyla dünya üzerinden yoksulluğun kalkmasını istiyordu. Hatta bunu “yoksulluktan kurtulma özgürlüğü” olarak tanımlamış ve ne anlama geldiğini şöyle açıklamıştı: “Bu, her ulusa kendi vatandaşları için sağlıklı bir barışçıl yaşamı temin edecek ekonomik yakınlaşmanın kurulması anlamına gelir.”
Korkudan kurtulma özgürlüğü
Son olarak tanımlanan özgürlük ise; “korkudan kurtulma özgürlüğü”.. Dünyanın herhangi bir yerinde, herkesin korkudan kurtulma özgürlüğü vardır. Bu ne demektir?
“Bu, hiçbir ulusun herhangi bir komşusuna karşı fiziksel saldırı eylemi gerçekleştirmek durumunda olamayacağı bir noktaya ve davranış aşamasına gelene dek sürecek dünya çapında etkin ve tam bir silahsızlanma anlamına gelir.”
Bu “özgürlüklere” artık kimse itibar etmiyor. Önce devlet başkanları ve sonra savaş isteyenler geçmiş tarihten hiç ders almadıklarını kanıtlamak istercesine saldırıyor. Kimse bu sözlerin II Dünya savaşı gibi korkunç bir savaştan önce söylenip, insan haklarının yazılımına esas oluşturduğunu anımsamıyor. ABD, İngiltere ve onlar gibi düşünen devlet başkanlarının yarattığı savaşlar, sadece emperyalist devletlerin silah stoklarının azalmasına yarıyor. Böylece savaşların getirdiği yeniden silahlanma politikalarıyla insanlık için özgürlük yerine ölümler ve hak ihlalleri tehdit oluşturmaya devam ediyor.
BM'nin kuruluşu
“İnsan hakları” kavramına yer veren, II Dünya Savaşı’nın galibi devletler savaş öncesinde kurdukları birlik ve dayanışmanın savaş sonrasında da sürmesini istediler. Bunun için 51 ülke 26.06.1945 tarihinde San Francisco’da Birleşmiş Milletler Şartı’nı kabul ederek imzaladı. Bu anlaşma 24.10.1945 tarihinde yürürlüğe girdi ve böylece Birleşmiş Milletler kurulmuş oldu.
BM Antlaşması savaşa karşı barışın umudu olma temeline dayalıdır. Birleşmiş Milletler Örgütü, insanlık ailesinin tüm üyelerine “ ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımı gözetmeksizin” herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı ve demokrasi temelinde uluslar arasında barışı kurma çağrısının örgütlenmesidir.
Türkiye’nin San Francisco Konferansına katılabilmesi için 01.03.1945 tarihinden önce Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesi koşulu Yalta Konferansı'nda karara bağlanmıştı. TBMM 23.02.1945 tarih ve 1452 sayılı kararla “savaş ilan” etti. Böylece BM Bildirisi'ne katılmak istediğini açıklamış oldu ve Türkiye resmen Konferansa çağrıldı.
15 Ağustos 1945 tarih ve 4801 sayılı “San Francisco’da 26 Haziran 1945 Tarihinde Yapılmış ve İmzalanmış Olan Birleşmiş Milletler Antlaşması ile Milletlerarası Adalet Divanı Statüsünün Onanması Hakkında Kanun” 24.08.1945 tarih ve 6092 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Türkiye Antlaşmanın onay belgesini 28.09.1945 tarihinde depo ederek işlemlerini tamamladı. Türkiye, 24 Ekim 1945’de yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Şartı’nı kabul eden ve bu Sözleşmenin kurucu tarafı olan devlettir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Aralık 1948 tarihinde Paris’te toplanmış ve 8 çekimser oya karşılık 48 oyla İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni kabul ve ilan etmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin kabul edilişinin 10.yıl dönümünde 10 Aralık 1958 tarihi Dünya İnsan Hakları Günü olarak kabul edilmiştir. Türkiye’nin 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile benimsendiği İnsan Hakları Evrensel Bildirisi 27 Mayıs 1945 tarih ve 7217 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Böylece iç hukuk mevzuatımızda yer almıştır. (Geniş Bilgi için bkz. Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş. Prof. Dr. Semih Gemalmaz. 6.Bası Legal Yayınları. İstanbul Sayfa 330 ve devamı)
İnsan hakları günü
Günümüzde insan hakları ihlallerinin sürekli yaşandığını düşünecek olursak, gerçekten Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanacak gün kaldı mı? Biz ne yaptık?
Ne yapmalıyız? Hak ihlalini gerçekleştirmenin hak olduğunu kabul edenlerle ve bunu bir zihniyet olarak kabul edip savunanlara karşı mücadele etmemiz gerekiyor. İnsan hakları konusunda önce bilgili olmalıyız. Sonra da hak ihlallerine karşı fiziki ve fikri takiplerimizi sürdürmeliyiz. Aksi takdirde hak ihlallerini gerçekleştirerek haklı olduklarını savunanların “yönetimini” susarak kabullenen ve bireysel olarak kendi hakkımızın ihlali için sırasını bekleyen sessiz insanlardan olacağız…10 Aralık 1948 ve biz var olmalıyız…Geçmişten geleceğe insan haklarını taşımalıyız. (Fİ/TK)