Ancak, Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu, hem yoksulluğun ölçülmesiyle ilgili bu ölçütlerin hem de "yoksulluğu giderme/azaltma" söyleminin kendisinin yoksulluğun asıl nedenlerini gizlediğine dikkat çekiyor.
"Bu modelde esas dert, kişiler için 'tüketim yapabiliyor mu, yapamıyor mu' sorusunun sorulması. Yoksulluk kapitalizmin tüketimi üzerinden hesaplanıyor."
Müftüoğlu'na göre, esas soru: "İnsanlar neden yoksullar?"
"Yoksulluğun giderilmesi söylemiyle kapitalizmin gelir dengesizliklerinin, esas olan sınıfsal sorunun üzeri örtülüyor. Yoksulluğun esas nedeni kapitalist üretim ilişkileri. Sınıflar arası, ülkeler arası dengesizlikler. Birileri zengin olduğu için, diğerleri yoksul oluyor; bu da savaşlarla ve baskılarla sürekli kılınıyor."
2,5 milyar yoksul
Mevcut ölçütlere göre bile, dünyanın yoksulluk tablosu korkunç.
* Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) 2006 raporuna göre, dünyada 2,5 milyar insan günlük 2 dolar gelir düzeyinin altında yaşıyor; yani yoksul.
* Bu kesim, dünya nüfusunun yüzde 40'ını oluşturuyor ama, dünyanın toplam gelirinin yüzde 5'ini alabiliyor.
* En zengin yüzde 10'sa, toplam gelirin yüzde 54'üne sahip.
* 850 milyon kişi açlık ve kötü beslenmeyle karşı karşıya.
* 1,1 milyar kişi, temiz içme suyuna erişemiyor.
* Saatte 1.200 çocuk, önlenebilir hastalıklar nedeniyle ölüyor.
Bu durum, bir süre önce bianet'in konuştuğu Kübalı ekonomist Osvaldo Martinez'in söylediklerini anımsatıyor. "Çılgınlık bu. Dünya yılda 1 trilyon doları silahlanmaya, 1 trilyon doları da reklama harcıyor."
Yoksulluk ne demek?
Birleşmiş Milletler Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Haklar Komitesi, yoksulluğu 2001'de şöyle tanımlıyordu:
"... yoksulluk, yeterli bir yaşam standardının yanı sıra diğer medeni, kültürel ekonomik, siyasi ve sosyal haklar için gerekli olan kaynaklardan, yetilerden, seçilerden, güvenlikten ve güçten sürekli ya da kronik olarak yoksun kalmakla karakterize olan durum olarak tanımlanabilir."
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın bu konu üzerindeki raporu da, "Yoksulluğun bir insan hakları ihlali" olduğunu söylüyor ve bedensel bütünlükten adalete erişime, insanca çalışmaktan beslenme, eğitim ve barınma hakkına kadar temel insan haklarının ihlaliyle doğrudan bağlantılı olduğunu belirtiyor.
Annan, bu yılki mesajında da, çözümün "kalkınma"da olduğuna işaret edip, herkesi "kalkınma için küresel ortaklığa" çağırıyor.
Müftüoğlu: Kapitalizmin ürettiği yoksulluğa ihtiyacı var
Ancak Müftüoğlu, bütün bu yaklaşımın esas sorunun üzerini örttüğünü vurguluyor ve şöyle açıklıyor:
"Yoksullukla ilgili yaklaşım 'insanlar ne kadar tüketir' sorusundan değil, 'insanca yaşamak için gerekenleri karşılayacak gelir' bakışından hareket etmeli. Dünyada varolan kaynakları kimileri daha çok kullanıyor. Bunu da ellerindeki gücü kullanarak yapıyor. Sermaye artı değer elde ederken, elde ettiklerinin çok küçük kısmını diğer insanlara veriyor. Kapitalist üretim biçimi bu yapıya ihtiyaç duyuyor.
"Sistem yoksul yaratıyor. Ardından kendi meşruiyetini kaybetmemek, bunun sorgulanmasını engellemek için de 'yoksullukla mücadele' gibi şirin görünen yollara başvuruyor. Kaynaklar temel hizmetlere ayrılmaz, sağlık, eğitim hizmetleri paralı hale getirilir, sosyal haklar hızla sermayedarların dışındakilerin ellerinden alınırken, 'sosyal sorumluluk projeleri' uygulamak, kapitalizm öncesinin, Ortaçağ'ın yöntemi."
Müftüoğlu, devletlerin payına da değiniyor.
"Burjuva demokrasisi de bu ilişkileri koruyan yapıda örgütleniyor. Devlet bu sürecin koruyucusu halinde. Sonuçta ortadan kaldırılamaz, sürekli yoksullukla karşı karşıyayız. Kapitalizm buna ihtiyaç duyuyor; çünkü sermaye birikimi elde ediyorsanız, bunu ancak başkalarının paylarından, kaynaklardaki paylarından elde ederseniz."
Bu dünya hepimize yeter
Dünyadaki kaynaklarsa, "her şeye rağmen" yoksulluğun olmayacağı bir yaşam için yeterli Müftüoğlu'na göre.
"İnsanların çok daha az zaman çalışarak, rahat, insanca yaşayabileceği, kimsenin açlıktan, susuzluktan ölmediği bir yaşam için, dünyadaki kaynaklar -düşüncesizce kullanılmalarına karşın- hâlâ yeterli."
"Sosyal yardımla yoksulluk önlenemez"
Büyük ölçüde Dünya Bankası'nın önerileriyle ortaya çıkan "yoksullukla mücadele" yöntemlerinin orta ve uzun vadede çözüm üretmediğini söylüyor Müftüoğlu. Bu yıl mikrokredi projeleriyle Nobel Barış Ödülü'nü alan Bangladeşli Muhammed Yunus'un projesini de aynı kapsamda değerlendiriyor.
"Bu da gerçekçi bir teori değil. Çünkü, temel itibarıyla yardım, sosyal yardım mekanizmasına dönüştürüldükçe yoksullukla mücadele mümkün değil."
Türkiye'de resmi rakamın çok daha üzerinde yoksul var
Müftüoğlu, yoksulluğun en açık sonuçlarının toplumsal alanda şiddet olduğuna dikkat çekiyor. "Kemal Derviş Türkiye'ye geldiğinde 'canlı bombalara dikkat edin' diyor. Trajikomik bir durum bu. Asıl soru şu olmalı: Peki bu canlı bombalar niye ortaya çıkıyor? Sokağa itilmiş çocuklar, kapkaç niye var? Çünkü bütün bunların temelinde yoksulluk var.
"Bütün bunları önlemek içinse 'güvenlik toplumu' ideolojisi yerleştiriliyor. Kimsenin toplumsal sorunları düzeltmeye niyeti yok."
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2004 verilerine ve Dünya Bankası ölçütlerine göre yaptığı çalışma, Türkiye'de yaklaşık bir milyon kişinin açlık sınırının, yaklaşık 18 milyon kişinin de yoksulluk sınırının altında yaşadığını saptıyor. Burada, yoksulluk için günde 4 dolar gelir eşik olarak kabul ediliyor.
Ancak, iktisatçı Mustafa Sönmez, bianet'te Mart 2006'da yayınlanan yazısında, bu çalışmanın "kamuflaja ve saptırmaya" dayandığını söylüyor, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (TÜRK-İŞ) ihtiyaçlar üzerinden yaptığı çalışmanın çok daha inandırıcı olduğuna işaret ediyordu.
"Demek ki, Dünya Bankası ölçütlerini kullanınca hem aç nüfus hem de yoksul nüfus, olandan daha az gösterilmiş oluyor. Hem de açlarda en az 2 milyon, yoksullarda 10 milyon az!.."
Sönmez, ayrıca, resmi rakamlara göre "yoksul kesim"e bütçeden ayrılan payın da yalnızca yüzde 1 olduğuna da dikkat çekiyordu.
Müftüoğlu: Solun yeniden analize ihtiyacı var
Müftüoğlu, böyle bir durumda en kritik olanın, solun kapitalizmle ilgili analizi olduğunu söylüyor.
"Emek örgütlerinin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, meslek örgütlerinin, sol siyasi partilerin işin temelinin nereden kaynaklandığına bakması gerekiyor ki, politika üretilebilsin.
"'Sistem nasıl işliyor'u, kapitalist sistemin hangi aşamasında olduğumuzu, hangi ilişkilerin geçerli olduğunu, yoksulluğun, güvencesiz çalışmanın, işsizliğin ana kaynağının konuşulması gerek ki, çözüm önerisi konuşulabilsin.
"Çünkü karşı tarafta çok ciddi bir sermaye sınıfı var. Geniş egemenliğe sahip. Yasaları, kuralları sınıf birlikteliği içinde gerçekleştiriyor. Emek kesimiyse, cinsiyet, etnik köken, din, işkolu yüzünden parçalanmış durumda."
Sonuçta, -şaşırtıcı ama- Brezilyalı Başpiskopos Helder Passoa Camara'nın sözü geliyor akla.
"Yoksullara yiyecek verdiğimde, bana aziz diyorlar. Yoksullara neden yiyecekleri olmadığını sorduğumda, bana komünist diyorlar." (TK)