“Onlardan bir seçim yapmalarını isteyeceğiz. [Yahudiler Filistin’de] Bizimle birlikte eşit haklar temelinde barış içinde yaşamayı seçme hakkına sahipler. Ya da bu durumdan memnun olmazlarsa ülkeden gidebilirler.”
Bu sözler, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) üyesi Leyla Halid’in 1969’daki bir röportajından.
Halid’in bu sözleri, Filistin mücadelesinin ana sloganı olan Arapça ‘Min el-nahr 'iilaa el-bahr’, yani ‘Nehirden denize’nin anlamını gayet net özetliyor.
Slogan, tek devletli çözümü işaret ediyor. Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar Filistin’in tamamında herkesin eşit yurttaşlık hakkına sahip olduğu tek ve laik bir devlet.
7 Ekim’den sonra bu slogan, başta Avrupa ülkeleri ve ABD’de olmak üzere dünyanın dört bir yanında ‘antisemitizm’ iddiasıyla kriminalize edilmeye çalışıldı, hatta yer yer yasaklandı.
Elbette bu slogan, İsrail devletinin yanı sıra bir Filistin devletinin var olmasını öngören ‘iki devletli çözüm’ ile çelişiyor. Son 75 yılda yaşananlar ise bu çelişkinin Filistinlilerin sloganından kaynaklanmadığını gösterdi.
“İsrail’in bize saldırması için bir bahaneye ihtiyacı yok çünkü ırkçı bir devlet ve Arap topraklarının daha fazlasını işgal etmek istiyor.” -Leyla Halid
Birleşmiş Milletler’in (BM) 29 Kasım 1947’deki 181 sayılı kararı, Filistin topraklarında iki bağımsız devletin kurulmasını ve Kudüs’ün uluslararası bir statüye sahip olmasını;
11 Aralık 1948’deki 194 sayılı kararı ise İsrail tarafından topraklarından sürülen (Nakba) Filistinli mültecilerin ve torunlarının uluslararası hukuk gereğince geri dönüş hakkı olduğunu öngörüyor.
BM Güvenlik Konseyi (BMGK) 22 Kasım 1967’de aldığı 242 sayılı kararla İsrail’in Altı Gün Savaşı’nın ardından işgal ettiği topraklardan çekilmesini istedi. BMGK, 22 Ekim 1973 tarihli 338 sayılı kararında da bu çağrısını yineledi.
Ancak bu kararların üzerinden yıllar geçmesine rağmen ne tam bağımsız ve tüm dünya tarafından tanınan bir Filistin devleti kuruldu ne de İsrail’in Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri’ndeki işgali sona erdi.
Bugün işgal, 2007’den bu yana abluka altında bulunan Gazze Şeridi’ne doğru genişletilirken, ‘iki devletli çözüm’ün tabutuna son çivi(ler) 7 Ekim’den çok önce atılmıştı.
2017’de ABD Kudüs’ü ‘İsrail’in başkenti’ olarak tanıdığında, 2018’de bu karara ve ablukaya karşı Gazze sınırında ‘Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü’ adıyla protestolar düzenleyen Filistinliler katledildiğinde, 2019’da işgal altındaki Golan Tepeleri ABD tarafından ‘İsrail toprağı’ sayıldığında, 2021’de Doğu Kudüs’teki Şeyh Cerrah Mahallesi’nde yaşayan Filistinliler yerlerinden edilmek istendiğinde…
2022 yılına ise ayrı bir parantez açmak gerekiyor. İşgal altındaki Batı Şeria için ‘en ölümcül yıl’ olarak kayıtlara geçen 2022’de İsrail, 220’den fazla Filistinliyi öldürdü, 9 binden fazlasını yaraladı. Ölenlerden 48’i çocuktu.
Filistinli sivil toplum örgütü Toprak Araştırmaları Merkezi’nin raporuna göre, İsrail güçleri 2022'de Filistinlilere ait 950 ev ve yapıyı yıktı, 113 bin 435 dönüm araziye el koydu. Üstelik gelinen noktada İsrail’in apartheid (ırk ayrımcı) rejimi derinleşip yasa dışı yerleşim birimleri artarken, yerleşimci terörü tırmanıyor, ‘idari tutukluluk’ adı altında binlerce çocuk, genç, yaşlı Filistinli yıllarca hapsediliyor.
Tüm bunlar ‘iki devletli çözüm’ün laftan ibaret olduğunun, İsrail nezdinde Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten Gazze’ye kadar tüm bölgeyi ‘Filistinsizleştirme’ üzerine kurulu bir ‘nihai çözüm’ olduğunun açık göstergesi. ‘Nehirden denize’ sloganı ise bu ‘çözüm’ karşısında Filistin halkının varlık-yokluk savaşının parolası. Filistin’in dünü, bugünü ve yarını.
(VC)