Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) ekonomistlerinden Gökçe Uysal BETAM’ın çocuk yoksulluğu araştırma notunun üç kriterinden giyimin 2006’dan 2010’a hızlı bir iyileşme gösterdiğini ama ısınma ve beslenme kriterlerinde ilerleme kaydedilmediğini söyledi.
Çocuk yoksulluğunun etkilerinin çok önemli olduğunu vurguladı.
“Eğitimlerine devam edebiliyorlar mı? Yeterince sağlık hizmetlerinden faydalanabiliyorlar mı? Bu çocuklar çalışmak zorunda bırakılıyor mu?”
BETAM’ın yayımladığı, Uysal’ın da imzasını taşıyan araştırma notuna göre, Türkiye’de 4,6 milyon çocuk beslenme, ısınma ve giyim gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor.
“Türkiye’deki çocukların yüzde 40,3’ü ısınma ihtiyacını yeterli derecede karşılayamıyor, yüzde 40,8’i eskiyen giyeceklerini yenileyemiyor, her üç çocuktan ikisi, yani 12,5 milyon çocuk gün aşırı et, tavuk ya da balık tüketemiyor.”
Gökçe Uysal’la araştırmayı, sonuçlarını, değişimin ne yönde olduğunu ve değerlendirmelerini konuştuk, çocuk yoksulluğundan çocuk işçiliğine uzandık.
Çocuk yoksulluğuna hangi kriterlere göre bakılıyor? Türkiye’nin karşılaştırmalı durumu nasıl?
Çocuk yoksulluğu çok boyutlu bir sorun ve farklı şekillerde ölçülebiliyor. Bunun yollarından biri içinde yaşadıkları hanelerin gelir seviyelerine bakmak. Diyelim, gelir dağılımı içinde en düşün yüzde 10’da olan hanelere yoksul deyip burada kaç çocuk yaşıyor diye bakılabilir. Gerek AB’nin gerek başka ülkelerin uyguladığı bu tip yöntemler var.
Birleşmiş Milletler’in ise günde 1,25 doların altında yaşayan çocuk sayısı ya da 2,5 doların altında yaşayan çocuk sayısı gibi ölçüleri var.
Bu iki ölçüde de Türkiye’nin durumu aslında çok kötü değil.
Siz araştırma notunda nasıl bir yöntem benimsediniz?
Gelire baktığımızda da, gelir çizgisi çizip de bunun altında kalanlara yoksul dediğimizde gelir dağılımından etkilenen bir ölçü yaratmış oluyoruz.
Bizim yayımladığımız araştırma notunda yapmaya çalıştığımız gelir dağılımından etkilenmemesi, bir yandan da temel ihtiyaçlarını karşılayamayan çocuk sayısı ile ilgili fikir vermesiydi.
Avrupa Birliği (AB) nasıl bakıyor?
Daha dünya yoksulluğu nasıl ölçeceğine karar verebilmiş değil.
AB dokuz maddelik bir liste oluşturmuş durumda ve bunların dördünü karşılayamayana “yoksun” diyor. Fakat bu dokuz madde Türkiye’ye oturmuyor, böyle ölçünce nüfusun yarısına yoksul demek mümkün.
Ama yüzde 50’ye yoksul derseniz, o zaman politika geliştirmeniz hem hemen mümkün değil. Şöyle diyelim: Bunları tanımlamak politika geliştirmenin ilk ayağı olmalı bizim için. Toplumun en çok ihtiyacı olan kesimi hangisidir, onu tanımlayabilirsek eğer onun üzerine politika geliştirebiliriz. Yarı yarıya dersek, elimizde tutacak bir şey kalmıyor.
Biz de bunun için üç ana ihtiyaca baktık: Beslenme, ısıma, giyim. Bu BETAM’ın kendi tanımladığı bir ihtiyaç listesi.
Bu üç kalemde araştırılan döneme dair ana hatlarıyla sonuç nedir?
2006’dan 2010’a hızlı bir iyileşme var ama bunun çoğunluğu giyimden geliyor. Geri kalanında çok fazla bir ilerleme kaydedebilmiş değiliz.
Neden?
2006’da çocukların yüzde 60’ı eskiyen kıyafetlerini yenileyemiyormuş, 2010’da yüzde 40 civarına düşmüş. Ciddi bir düzelme var.
Büyük ihtimalle nispî fiyatlarla ilgili bir durum vardır. Kıyafetler ucuzlamıştır, bu dönemde tekstil diğerlerine göre çabuk erişilebilir hale gelmiştir...
Isınmada oran yüzde 45’ten 40’a düşmüş, beslenmede yani gün aşırı et, tavuk ya da balık yemede oran yüzde 70’ten yüzde 67’ye düşebilmiş sadece.
Biliyorsunuz çok konuşuluyor, AKP hükümeti kömür dağıtıyor diye. Ama hala çocukların yüzde 40’ı yeterince ısınamayan evlerde oturuyor. Ya ulaşması gereken yere ulaşmıyor ya da yeterli değil.
Et, tavuk, balıkta da üç çocuktan ikisi hala ana protein kaynağına ulaşamıyor demek bu.
Bu çok büyük bir rakam. Bir kısmı beslenme alışkanlığından desek, bir kısmı hanelerin gelir düzeyinden, bir kısmı da fiyattan kaynaklanacaktır diye düşünüyorum.
Ya Güneydoğu; orada 2006’dan bu yana bir değişim var mı?
2006’dan 2010’a değişime bölgesel bazda bakmadık.
Genelde bir iyileşme oluyor ama doğuda daha yavaş oluyor. Bunlarla başa çıkmanın yolu bölgesel farklılıkların farkında olmak ve ona göre politika geliştirmek olacaktır.
Asıl olan bu üç temel ihtiyacı karşılayamayan çocuklar başka neleri karşılayamıyor diye sormak önemli.
Eğitimlerine devam edebiliyorlar mı, yeterince sağlık hizmetlerinden faydalanabiliyorlar mı? Bu üçünü birden karşılayamıyorsa bu çocuklar çalışmak zorunda bırakılıyor mu mesela?
Eğer çalışıyorlarsa eğitim hayatlarına ne oluyor? Bunlara bakmak lazım.
Genel olarak Türkiye’de her istatistikte doğu-batı ayrımında sıkıntılar görüyoruz.
İstatistikler çok tartışılıyor...
Veri toplamak çok maliyetli bir şey. Dünyanın hemen hemen her yerinde ana veri toplayan kurum devlete bağlıdır, maliyetin altından o kalkabilir.
Türkiye Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerini eleştirmeyi çok seviyor. Ben bir araştırmacı olarak çok katılmıyorum.
Çok farklı veri kaynakları var ama elimizdeki en büyük örneklem her zaman TÜİK’ten gelir.
Daha küçük araştırmalar bin hane bazında yapılırken TÜİK bunu 40 bin haneye kadar çıkarılabilir.
Pek bilinmiyor ama TÜİK’in arkasında şöyle bir destek de var. Eurostat’la birlikte çalışmak zorunda. TÜİK’in verileri mikro ve makro olarak Eurostat’a gönderiliyor, Eurostat tarafından kontrol ediliyor.
Bu veriyi mükemmel yapmaz ama en azından bir kontrol mekanizmasıdır, çeşitli sıkıntıları minimize eder.
Ama TÜİK de olsa bölgesel bazda veri üretimimizde sıkıntı var. Bir kısmı örneklem yetersizliğinden kaynaklanıyor deniyor. Bir kısmı da devlet refleksi olabilir diye tahmin ediyorum ama bu benim spekülatif yaklaşımım.
Barış süreci bölgedeki çocuk yoksulluğunu farklılaştırır mı?
Barış sürecini yürütebildiğimiz takdirde her grubun bundan faydalanacağını düşünüyorum. Çocukların da yetişkinlerin de eğitimin de yoksulluğun da... En azından benim kişisel ümidim o yönde.
Çocuk yoksulluğunun sonuçları, etkileri çocukların hayatına nasıl yansıyabilir?
İktisatçı olarak tahminim, eğitim hayatlarını kötü etkileyeceğini düşünüyorum.
İnsanlar nasıl çalışıyor, işgücü piyasasında ne yapıyor, bunun karşılığında ne kadar ücret alıyor, hayatlarının ne kadarını nerede geçiriyorlar, vs... Bunları göz önünde bulundurduğumuzda bireylerin hayatlarını en çok etkileyen şey kendi eğitimleri.
Bu çocuklar temel ihtiyaçlarını gideremediği için okul hayatlarına devam edemezlerse, çalışmak zorunda kalırsa, o zaman 20 yıl sonra da eğitimsiz olacak. İşgücü piyasasında iyi bir yere gelemeyecek, kötü koşullarda çalışacak. Belki kayıtsız, düşük ücretlere çalışıyor olacak ve bu kendi kendini yaratan bir mekanizma olarak devam edecek.
Türkiye’de çocuk işçiliği de sayısal olarak yüksek...
Aslında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile imzaladığımız anlaşmalara bağlı kaldığımız sürece 15 yaşın altındaki çocuk işçiliğini yok etmiş olmamız gerekirdi.
2006’dan 2012’ye toplam rakamlarda çok fazla farklılık görünmüyor gibi dursa da, bir züğürt tesellisi olarak kentlerde çalışan çocukların sayısında azalma var. Daha çok tarımda çalıştıklarını görüyoruz.
Beklenen bir durum mu?
Normalde ekonomik gelişme sürecinde üretimin tarım dışına kaymasını bekleriz. Türkiye’de bu tarımdan çıkış devam ediyor hem üretimde hem istihdamda.
Tarımdan çıkışın 2008-2009 civarında yavaşladığını gördük, hatta tarım istihdamında bir miktar artış gördük. Bu bizim açımızdan beklenmedik bir durumdu.
Bunun çocuk işgücünde de yansımasını, çocukların tarıma geçtiklerini görüyoruz.
Fakat burada önemli olan Türkiye’deki çocuklar ya çalışıyor ya okula gidiyor ama bu süre içinde tarımda çalışanlar arttığı için okulu da bıraktılar mı diye bir endişemiz doğmuştu.
Yanlış hatırlamıyorsam, çocuklar ikisini beraber yürütmeye başlamışlar. Tabii ki tarım işçiliği iyi bir şey değil.
Çok büyük kısmının aile yanında olduğunu tahmin ediyorum, ama yine de çocukların dikkatini eğitimden dağıtmaması lazım.
Kat edecek çok yolumuz var. Ama gelişmeleri de her şey kötü oldu diye değil, şunlar biraz düzeldi, burada da daha yapılması gerekenler var diye değerlendirmek gerekiyor. (YY)
BETAM'ın araştırma notuna ulaşmak için tıklayınız.