Yönetmen Steve McQueenn’ın “İşgal Altındaki Şehir” (Occupied City) belgeselinin bir yerinde şöyle diyor “Mayıs 1940’ta Almanlar Amsterdam’ı ele geçirdiğinde ilk iş olarak saati ileri adılar. Böylece Berlin ve Amsterdam saati aynı oldu. Gazeteler hava durumunu vermemeye başladı, çünkü hava durumu askeri bir sırdı. Hollanda kurumları ya Nazileştirildi ya da kapatıldı. Kısa zamanda içinde kafeler, parklar, havuzlar, dükkanlar, okullar kısacası tüm kamu hayatını yasaklamaya başladılar…”
Bu cümleleri okuyunca aklınıza ne gelir?
Hele de bahsi geçen yasak ve uygulamaların kat be katını yaşıyorken.
Açıkçası kayyım uygulamaları ile Nazi uygulamaları arasındaki benzerliğe daha önce dikkat etmemiştim. Oysa aynı pratik ve bağlamlar.
Belgesel ilerledikçe, kayyım rejiminin tarihsel aralıkta miras aldığı Nazi uygulamalarını daha iyi hissettim. Bu vesileyle, birçok şey olan bu rejimin, ayrıca neden bir Nazi işlevselliğine de sahip olduğuna değinmek istiyorum.
130 farklı noktada barbarlık
Bu belgesel, ilhamını “Atlas of an Occupied City: Amsterdam 1940-1945” adlı kitaptan alıyor. Kitap, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşananları sokak sokak, ev ev ve hatta bazen kat kat belgelendirerek bizi geçmişin yıkıntılarına çıkarıyor.
İnsanların işgal sırasında ne yapıp ettiklerine, nereye saklandıklarına, ne hissettiklerine, kiminle nasıl iletişime geçtiklerine uzanan bin bir detaya tanık oluyoruz. Belgesel sayesinde 130 farklı noktadaki farklı barbarlığa tanık oluyoruz.
Aslında belgeselden çok gerçek bir enstalasyonun içine giriyoruz. Bu enstalasyonda 1940'taki işgali; işbirlikçi Hollanda Nazi partisi NSB'nin kuruluşunu, Yahudi nüfusunun acımasız bir şekilde bastırılmasını ve ölüm kamplarına sürülmesini görüyoruz. Hiçbir görüntüde eskinin görüntüsü yoktur. Arşivden bir foto veya görüntü yoktur. Kurtulanlardan haber alamıyoruz, konuşan kimse yok. Böylece bizi hayal etmeye zorlar.
Yahudilerin "Ben bir Yahudiyim, beni öldüresiye dövün, bu benim hatam" diye tezahürat ederek etrafta dolaşmaya zorlandıkları bir hapishane avlusu artık Hard Rock Cafe'nin baktığı açık bir alan. Gizli polisin karargâhı, şu anda bir okul...Himmler'in bir zamanlar Nazi askerlerini denetlediği park, şimdi çocuk parkı olarak karşımıza çıkıyor. Hitler'in gizli polisinin evi olan bir bina şu an bir lise.
***
Naziler, II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa'da işgal ettikleri bölgelerde kapsamlı baskı ve kontrol politikaları uyguladığı biliniyor. Bu uygulamalar, işgalin amacına ve bölgenin stratejik önemine göre farklılık gösterebilse de hemen her yerde benzer şeyler denendi.
Naziler bir yeri ele geçirdiğinde ilk olarak oraya ait ‘zamana’ müdahale etmeleri zulmün katmanlarındaki en uç mesajdır. Zamanı sana ait olan bir yerin hafızası da senindir. Bir yerin zamanını yönetmek, egemen olmanın da yazılı olmayan temel kuralıdır.
Zamanı kendine göre eğip büktükten sonra yasaklar devreye girerdi. Yasaklar genellikle belediyeden başlar, belediye meclislerinin iptali ve işlevsizleştirilmesi ile sürerdi. Böylece işgal edilen şehirlerde veya kasabalarda, yerel yönetim yetkileri genellikle Alman askeri yönetimine devredilirdi. Almanya tarafından atanan komutanlar veya yüksek rütbeli yetkililer, bölgenin kontrolünü üstlenirdi. Görüldüğü üzere kayyım mantığı ile aynı.
Naziler daha sonra altyapı ve kamu hizmetlerini Almanya'nın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlerdi. Örneğin, demiryolları ve otoyollar Alman ordusunun hareketine göre düzenlenip sıkı kontrol altına alınırdı. Kayyımın değiştirdiği sokak adları, yönünü çevirdiği sokaklar veya değiştirdiği yollar-bağlantılar kendi hafıza pratiğini canlandırma ile ilgilidir. İnsanlar Cizre’de, Sur’da bir sabah uyandığında gittikleri yolun baş ve sonunun kapatıldığını, güzergahlarının değiştiğini gördüler. Nazilere veya Kayyımlara ait yol, artık zorunlu ve her noktası kontrol altında olan bilinmez bir yoldur.
Bu sıkı yönetim tedbirlerini genelde kamusal yasaklar takip ederdi. İlk etapta sokağa çıkma yasakları, geceleri belli bir saatten sonra uygulanan yasaklar, olası itirazları öteleyecek önlemler, sıkı kimlik kontrolleri, her an her yerde sorguya çekilme görüntüleri günlük rutin işlerdi. Kayyım atanan yerlerde insanların protesto haklarını kullanmaması için Valiliğin ilk iş olarak eylem-etkinlik yasağı koyması boşuna değildir.
O günlerde Yahudilere karşı özel olarak tariflenen yasaklar bugün de Kürtler şahsında güncel. Kürtçe etkinliğin, Kürtçe konuşmanın, Kürtçe yazılı yerlerin veya yayının yasaklanması, kurumların kapatılması, tüm tabelaların indirilmesi, görünür alanlardan kaldırılması birebir örtüşüyor. Belediyede çalışanlar özel blokajlar ve yaptırımlarla uzaklaştırılıyor, işten atılıyor.
Naziler işgal ettikleri yerlerin ekonomik kaynakların Almanya'ya aktarılmasını sağlamak için sağlam sömürüyorlardı. Tarımsal üretim, sanayi kaynakları ve hammadde gibi zenginlikler Almanya'nın savaş ekonomisini desteklemek için yağmalandı. Bunun yanında şehrin belediyesinden tutalım diğer kamusal kurumsallıkları da sömürü çarkına göre yönetilirdi.
Bugün kayyım ranttır, yolsuzluktur, sömürüdür derken yaptıkları ve savaş ekonomisine nasıl bağlandıkları konusu tam bilince çıkarılmıyor. Bilinmelidir ki devasa bir endüstriyel alanı da mimliyor kayyım rejimi.
Naziler tüm pratiklerini din, eğitim gibi alanlar üzerinden meşrulaştırmaya gittiler. Almanca öğrenimi ve Alman kültürünün dayatılması teşvik edildi. Yerel medya sıkı denetim altına alınarak Nazi yanlısı içerikler yaygınlaştırılarak karşı duranlara karşı büyük savaşlar açıldı. Hepsi ya vatan haini idi ya da öldürülmesi gereken artık idi. İkisi de aynı sona varıyordu.
Bugün kayyımları yağlama ve cilalama için nelerin yapıldığını, medyanın nasıl rol aldığını söylemeye gerek yok.
Nazilerin uygulamaları ile ilgili daha birçok şey ifade edebiliriz.
Gerçekten de kayyım rejiminin asimilasyoncu, kırımcı, anti toplumcu ve Kürt düşmanlığı karakteri sadece bir insanlık suçu değil, tarihin büyük utançlarından Nazi uygulamalarını da yaşatmaktır. Naziler ne anlama geliyorsa kayyım mantığına ve sergilediği pratiklere o gözle bakılmalıdır. Yasaklar getiren, bir halkın iradesine iptotek koyan onu kriminalize eden, en temel hakları çöpe atan, keyfi gasp haline gelen ve belediyeleri kalekollara çeviren bu mantık gerçek bir suç olarak görülmelidir. Yok terör, yok bilmem iltisak, yok bilmem dosyası var ve daha onlarca absürt şey; hepsi defalarca çöktü. Hepsi birer propaganda yalanından ibaret.
Ez cümle, Nazilerin yaptıklarına karşıyım diyenler kayyıma da karşıyım diyebilmeli. Bunu ben değil, tarih söylüyor. Ve evet kayyıma karşı olmayan herkes suça ortaktır.
(ÖA/EMK)