Başka Sinema'nın düzenlediği 2.Ayvalık Film Festivalinde yer alan Bal Ülkesi adlı belgeselin olağanüstü kahramanı Muratova Ayvalık'ta akrabalarını bulma ümidini taşıyor…
Makedonya'nın kırsalında, etrafı tepelerle çevrili sessiz bir vadide, terkedilmiş ve çoğu yıkılmış taş evin arasında geceleri tek bir pencereden mum ışığı sızmaktadır. Ağaç veya taş kovuklarının içindeki doğal arı kovanlarından topladığı balı satarak geçinen Hatice Muratova yaşlı annesine ihtimamla bakmakta olduğu evde mütevazı bir hayat sürdürmektedir. Tabiatla ilişkisi şehir insanının hayal edemeyeceği kadar büyülü, uçurumun kenarındaki bal kovanına ulaşmak için köpeğiyle aştığı uzun patika bir masaldaki kadar güzeldir.
Derken aynı köye kalabalık ve gürültücü bir aile, büyük bir hayvan sürüsüyle taşınır. Hatice kendisi gibi Türkçe konuşsalar da komşularına karşı başta temkinlidir, fakat şirin çocuklarına duyduğu ilgi kısa sürede birbirlerine ısınmalarını sağlar. Ne yazık ki, zamanla alanını her anlamda genişletip bölgeye hâkim olan aile Hatice'nin balcılığına da göz koyar ve bölgeye taşıdıkları yabancı arılar yerel arıları tehdit etmeye başlar…
Dünya prömiyerini yaptığı Sundance film festivalinde üç ödül kazandıktan sonra Bal Ülkesi (Honeyland) adlı belgeselin katılmadığı festival, kazanmadığı ödül kalmadı desek yeridir. Tamara Kotevska ile Ljubomir Stefanov'un elinden çıkma yüksek seviyede estetik belgesel, Fejmi Daut ve Samir Ljuma'nın muhteşem görüntü yönetimiyle seyirciyi kâh bir masal dünyasına taşıyor, kâh insan tarafından kemirilen yerkürenin kıyamete sürüklendiğine inandırıyor.
Kariyo & Ababay Vakfı ana sponsorluğunda düzenlenen 2.Ayvalık film Festivali kapsamında seyirciye unutulmaz bir tecrübe yaşatan filmin kahramanı Hatice Muratova ve filmin görüntü yönetmenlerinden Samir Ljuma, Ayvalık'ta ağırlanıyor.
Belgeselin ilk gösteriminden sonra sahneye festivalin direktörü Azize Tan'la çıkan ikili hararetle alkışlandı, Muratova her şeye rağmen arıların geleceğinden umutlu olduğunu ifade ettiği gibi, normalde ıssız dağlarda yankılanan içli sesiyle bir türkü bile söyledi.
90'lı yıllarda akrabalarını bulmak için Ayvalık'a gelmiş olduğunu, fakat amacına ulaşamadığını belirtti ve bu ziyaretinde bu yönde tekrar teşebbüste bulunacağını söyledi. Bazı seyircilerin Muratova'nın yaydığı yoğun enerji karşısında gözyaşlarını tutamadıkları gözlemlendi.
Zıpkın gibi belgesel
Artık popüler belgesellerde sık sık görmeye alıştığımız dronlu çekimler, normal şartlarda kontrastlı görüntülerde insan gözünün fark edemeyeceği doygun renkler veya ileri teknoloji sayesinde tek tek ayırt edebildiğimiz su damlaları, ayrıca kırsal coğrafyayı yüceltmeye yönelik otantik baharatlı sekanslar, Bal Ülkesine başta biraz mesafeyle yaklaşmanıza sebep olabilir. Fakat kısa sürede sizi ele geçiren Hatice'nin aurası ve coğrafyanın birbirinden cezbedici ayrıntısı, sıradışı bir filmle karşı karşıya olduğunuzu hissettirecektir.
Şurup gibi akan kurguda tempo, terk edilmiş mıntıkaya Türk kökenli ailenin taşınmasıyla hareketleniyor, kısa zamanda evrildiği kaotik döngü adeta başınızı döndürüyor. Bölgede uzun süre geçirdiğini bildiğimiz çekim ekibi belli ki belgesele katacak malzeme hususunda hiç zorluk çekmemiş. Ailenin küçük fertlerinden birinin nehirde geçirdiği kaza en başta olmak üzere, belgeselin gerçeklikle ilişkisi hakkında kuşkularınız dayak yemişçesine dağılıyor.
Filmin inanılması zor, fazlasıyla zengin bir senaryoyla ilerleyişini de fark edeceksiniz. Çevre alarmının gezegen çapında verildiği günümüzden çok önce doğanın monitörü vasfını taşıyan arıların vaziyeti defalarca irdelenmişti. Zaten bu çarpıcı belgeselde de kalabalık bir aile üzerinden insanın doğayı arsızca işgal ettiğini, sorumsuzca sömürdüğünü, hatta o andaki ihtiyaçları için yok etmekten imtina etmediğini görüyoruz. Baba durmadan çocukların geleceğini garanti altına almaktan bahsederken doğayı katletmekten geri durmamaktadır. Bunda Üsküp'ten gelen paragöz tüccarın payı büyük olsa da, kahramanımız Hatice'nin zaten bıçak sırtında sürdürdüğü yaşamın tehdit edilişini izlemek seyircide öfke yaratıyor. Yayılmacılık talana dönüşünce "Bu insanlar adam olmaz" deyişi akla geliyor, filmdeki bir sekansta adam resmen bindiği dalı kesiyor!
Tabiata dönüş şart
Ayvalık Sanat Fabrikas'nda yapılan, filmin tıklım tıklım salondaki ilk gösteriminden sonra sahneye gayet renkli otantik kıyafetleriyle çıkan Hatice Muratova sanki bir bereket tanrıçasına dönüşmüştü; orada bulunmaktan duyduğu memnuniyet, sevinç ve mutluluk, ancak doğayla bu kadar içli dışlı insanlarda görülebilecek taşkın bir coşkuyla ifade buldu, aurası tüm seyirci kitlesine sahip oldu. Kapitalist sistemin hapsettiği yaşamlarımızda çocukça saflığın maziden bir yansıması gibi sahnede devleşen Hatice, dağlardaki masalından fırlayıp karşımıza çıkmıştı.
Çevre hassasiyetinin derin olduğu anlaşılan bir seyirci, arılarla konuşan, onlara şarkı söyleyen, onlarla mutlaka ballarını paylaşan Hatice'ye, çalışkan dostlarının istikballe ilgili ne fısıldadıklarını sordu. Hatice arıların son yıllarda epey azaldığını, fakat onlara iyi baktığımız sürece bizi yalnız bırakmayacaklarını söyleyerek içimize su serpti. Gün boyunca Ayvalık'ta süren film gösterimlerinden Pelin Esmer'in Kraliçe Lear adlı belgeselini izlemiş olan Muratova'yı Kraliçe Lear'in, kendisi gibi Ayvalık'ta ağırlanan kahramanları yalnız bırakmamıştı. Belgesellerin başrol oyuncuları daha önce çeşitli uluslararası festivallerde karşılaşıp tanışmışlardı.
Filmin çok başarılı görüntü yönetmenlerinden Ljuma, Bal Ülkesi'nin agresif ve kaba olduğu kadar sevimli ailesinin aslında Muratova'nın bulunduğu mıntıkaya her sene hayvanlarını otlatmak için çıktığını söyleyince, çevre kıyımına yönelik keskin bir örnek niteliğinde, inanılması zor gibi görünen senaryonun fazlasıyla gerçek olduğu kesinleşti. Zaten öylesine kıvrak bir senaryo ve kurguya insan kendini bıraktığı zaman, filmin bir kurmaca veya bir çocuk masalı olup olmadığının önemi yoktu.
Belgeselin dünya çapında gördüğü büyük ilgi sonrasında filmi gerçekleştiren ekip Muratova'ya kaldığı eski köyün komşusu, elektriği ve suyu olan bir köyde nispeten konforlu bir ev almıştı.
Kore'li bir gazetecinin sualine kahramanımızın verdiği cevap, çalışkan atalarımızdan bize gelen bir uyarı gibiydi. Artık iki adım yürümekten aciz hale gelmiş, ancak kapalı spor salonlarında form tutan, arabalardan asansörlere, yürüyen merdivenlerden elektrkli "yuki"lere geçen, obezlik tehdidi altındaki tembel insanların Hatice'den ders almasının vakti gelmiş, geçiyordu: "Dizlerim tuttuğu sürece dağlarda balcılık yapmaya devam edeceğim. Dizlerim tumadığı zaman geldiğinde ise çok sevdiğim şarkıcılığı yapacağım!"
Marmara Denizi'nin Silivri açıklarında meydana gelen depremler İstanbul ve çevre illerde paniğe yol açtı. AFAD ve Kandilli Rasathanesi, depremin merkez üssünün Marmara Denizi olduğunu duyurdu. Depremler, özellikle kıyı ilçelerinde şiddetli şekilde hissedildi.
İlk sarsıntı 4.0 – ardından 6.2 büyüklüğünde deprem
Günün ilk sarsıntısı, saat 12.13’te kaydedildi. Kandilli Rasathanesi, bu depremin büyüklüğünü 4.0, derinliğini ise 16.3 kilometre olarak açıkladı. AFAD ise aynı depremin büyüklüğünü 3.9, derinliğini ise 6.99 kilometre olarak raporladı.
Saatler 12.49’u gösterdiğinde ise şiddetli bir deprem daha meydana geldi. AFAD, bu ikinci depremin büyüklüğünü 6.2, derinliğini ise 6.92 kilometre olarak duyurdu. Deprem İstanbul’un yanı sıra Kocaeli, Tekirdağ ve Bursa gibi çevre illerde de hissedildi.
Bakan Yerlikaya: Tüm ekipler saha taramasına başladı
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "İstanbul Marmara Denizi Silivri’de 6.2 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiştir. Çevre illerden de hissedilen depremle ilgili olarak, AFAD ve ilgili kurumlarımızın tüm ekipleri saha taramalarına başlamıştır" ifadelerine yer verdi.
Prof. Dr. Okan Tüysüz: Marmara için önem taşıyor
Fotoğraf: Kadıköy'de yurttaşlara sokaklara çıktı Tuğçe Yılmaz / bianet
Depremleri değerlendiren Jeolog Prof. Dr. Okan Tüysüz, sarsıntının İstanbul için kritik önemde olduğunu vurguladı:
“İstanbul’da büyük bir deprem beklediğimiz bölgede, Kuzey Anadolu Fayı üzerinde meydana gelen bir sarsıntı. Ana kolda mı yan kolda mı olduğunu şu an için bilmiyoruz. Ancak bu deprem, Marmara için önem taşıyor.”
Tüysüz, depremin "öncü" olup olmadığının henüz bilinmediğini, bu tespitin zaman alacağını söyledi.
“Şimdilik bağımsız bir deprem gibi görünüyor” dedi.
İstanbul'da Aya Yorgi kilisesinde düzenlenen paskalya töreni Fener Rum Patriği Bartholomeos yönetti. Dualar ve ilahilerin okunduğu törene Türkiye'de yaşayan Ortodoksların yanı sıra İstanbul'da bulunan Yunanistan, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan vatandaşları da katıldı
Anadolu Ajansı'nın haberine göre İsa'nın yeniden dirilişine inanılan günü simgeleyen Paskalya Bayramı dolayısıyla Fener Rum Patrikhanesi'nde ayin düzenlendi.
Patrikhanedeki Aya Yorgi Kilisesi'nde gerçekleşen ayinde, Fener Rum Patriği Bartholomeos elindeki tütsüyle cemaatin bulunduğu bölümlere yönelerek dini ritüeli yerine getirdi.
Ayine katılmak için kiliseye gelenler kilise girişinde mum yakıp dua etti.
Yunanistan'ın Ankara Büyükelçisi Theodoros Bizakis, İstanbul Başkonsolosu Konstantinos Koutras ve Ukrayna'nın İstanbul Başkonsolosu Roman Nedilskyi de törene katılanlar arasında yer aldı.