Bükreş'in yanı başındaki Văcărești sulak alanında dokuz çocuklu, kalabalık olduğu kadar coşkulu Roman bir aile yaşamaktadır.
İnsanın aklına, Oscar ödüllerinde iki kategoride birden yarışmakta olan Bal Ülkesi (Honeyland) belgeselindeki yayılmacı aileyi getirdikleri kesin!
Hayatlarına doludizgin devam ettikleri bölge aynı zamanda dünyanın şehir sınırları içinde kalmış en büyük tabiat alanlarından biri olup gölleri zengin balık rezervlerine sahip, ender bulunan bitkilere ve envaiçeşit hayvana ev sahipliği yapan kendine has bir ekosistemdir.
Ailenin çılgın reisi Gică Enache neredeyse yirmi yıldan beri ikamet ettikleri alana uğrayan çevrecilere ve avcılara rehberlik yapacak kadar coğrafyaya hâkimdir.
Filmin başında ergenliğe girmek üzere gördüğümüz en büyük çocuk Vali ise genelde ailenin besin ihtiyacını karşılamak için balıkçılıkla uğraşır, bazen de yakaladığı balıkları satmak üzere şehirde kapı kapı dolaşır.
Peş peşe peydahlandığı belli olan çocuklar bilhassa yazları hürriyetlerini dolu dolu yaşarlar, yorgun anneleri onlara mukayyet olabilmek için fazla çaba gösterecek halde değildir, öyle bir misyon da yüklenmemiştir zaten!
Fakat gün gelir, Romanya'nın Avrupa Birliğine dahil olmasıyla artan soylulaştırma girişimleri Enache ailesini de vurur; sulak alan gayet yüksek seviyedeki yetkililer tarafından ziyaret edildikten sonra resmen bir tabiat parkına dönüştürülerek "değerlendirilmek" durumundadır.
Kahramanlarımız için sürgün günleri başlar; eskiden ufukta çirkin beton bloklar halinde görünen korkutucu silüet gerçek bir karabasana dönüşür.
Yönetmenliğini araştırmacı gazeteci kimliği ön plana çıkan Radu Ciorniciuc'un üstlendiği "Evim (Acasă - My Home)" adlı belgeselin dünya prömiyeri geçenlerde Sundance Film Festivalinde gerçekleşti. Dünyanın en saygın alternatif sinema etkinliklerinden sayılan festivalin Dünya Sineması Belgeselleri klasmanında yarışıp sinematografisi için jüri özel ödülüne de layık görüldü.
Tabiatla iç içe yaşamaya alışmış insanların gezegenimizde kendilerini daha ne kadar koruyabilecekleri meçhulken, şehir yaşantısının, toplumsal hizmetlerin, resmî kurumların iddia edildiği gibi daima insan yararına olup olmadığı belgeselde ayrıntılarıyla sorgulanıyor. Başından sonuna, büyük ilgiyle izlenen 86 dakikalık eser, önümüzdeki aylarda festivallerin gözdesi olmaya kesinlikle aday.
Çocuğu doğaya çıkarmak şart
Kapitalizmin mütemadiyen pompaladığı konfor ve lüksten uzak yaşayan Enache ailesi yoksulluklarına rağmen mutludur, özgürlük kanlarına işlemiş vaziyettedir. Bilhassa çocuklar tabiatla iç içe yaşayarak çevreleriyle uyumlu bir imaj sergilemektedirler. AVM'lerde büyütülen nesillerin aksine fiziksel açıdan gayet çevik, kuvvetli ve dayanıklıdırlar. Etraflarındaki hayvanlarla ilişkileri, bazen acımasız olabilseler de, fazlasıyla eğlencelidir.
Babaları onlara böylesine bereketli bir coğrafyayı sağlamış olmaktan gururludur fakat aynı zamanda istikballeriyle ilgili pek bir plan yapmışa da benzememektedir. Nitekim günün birinde devlet kapılarını çalar, kulübelerini bizzat kendilerine yıktırır ve daha medeni bir yaşam sözüyle onları şehrin içine sürer.
Kentin sunduğu "gelişmişlik" ve mutluluğun iki ayrı şey olduğu kısa zamanda anlaşılır. Çocuklar eğitim kurumlarına yollanır, toplum ve sistem daha bakımlı ve temiz olmalarını şart koşar. Onlardan sağlıklı görünmeleri ve istikrarlı davranmaları beklenir.
Fakat yetkililerin müdahaleci tavrı kısa zamanda ters teper, sudan çıkmış balığa dönen Enache ailesi fena halde dağılır, seyirci de onlarla beraber!
Sonrası çorap söküğü gibi gelir, kentli olma ülküsü meğerse bir hülyadan ibarettir.
Köye mi dönsek?
Daha "rahat", "çağdaş", "makul" ve belki de "varsıl" bir hayat için şehirlere göçün empoze edildiği gezegenimizde "Evim" adlı belgesel sizi kırsal alana, maziye, çocukluğun uçsuz bucaksız ufuklarına taşıyacaktır.
Enache ailesinin sonradan yaşamaya mecbur edildiği şehirdeki eğreti varlığı ve kayboluşu ise gözlerinizi yaşartabilir.
Devlet temsilcilerinin ikiyüzlülükleri, verilen sözlerin tutulmaması sizi sinirlendirecek, kentsel dönüşüm gibi iddialı söylemlerin çıkar politikalarına hizmet etmekten başka işe yaramadığını bir kez daha fark ettiğinizde, Türkiye'den de bildik uygulamalar sizi öfkelendirecektir.
Aile reisinin çocuklarına potansiyel bir yatırım olarak bakması tabii ki size pek olumlu gelmeyecektir fakat bu çocukların gözündeki saflığı günümüz kentsel toplum yapısında büyüyenlerin gözünde görme şansımız ne kadardır?
Ergenliğine adım atmış usta balıkçı Vali'nin küçücük kardeşleriyle aynı sıralarda oturup okuma yazma öğrenmeye çalışması, öğretmeninden utanıp saf ve temiz varlığını sınırsızca ortaya dökmesi, kötücüllüğü şiar edinmiş dünyamızdaki dezavantajlı pozisyonunun kanıtı sayılmaz mı?
Ya kahramanlarımızın şehirde sefalete sürüklendikten sonra kırsal alanda alışkın oldukları biçimde, kentsel dokunun içindeki bir havuzdan balık avlamalarına ne demeli?
Polisin duruma müdahale ederken, bilhassa Roman oldukları için şiddet dozunu fazlasıyla yüksek tutması, üniformanın iktidarına sığınmış ırkçılığın âlâsı sayılmaz mı?
"Evim" belgeselini Türkiye'de köylerden göç etmek zorunda kalıp büyük kentlerde kimliğini yitirmiş, fethettiğini sandığı şehirde aslında sıradan bir vatandaşa dönüşmüş, acımasız çarkların arasında sıkışıp gayet mutsuz olunca köklerinden kopuşuna defalarca lanet okumuş insanların seyredebilmesini dilerdim. (RL/AÖ)