İsrail ordusu, haftalardır süren gerginliğin ardından “nükleer programı hedef almak amacıyla” 13 Haziran’ın ilk saatlerinde İran’a “Yükselen Aslan Operasyonu” adıyla kapsamlı bir hava saldırısı düzenledi.
Gece boyunca 200’den fazla savaş uçağıyla düzenlenen saldırılarda, nükleer tesisler, askeri hedefler ve sivil alanlar vuruldu; üst düzey askeri yetkililer ile nükleer bilim insanları öldürüldü.
Misilleme olarak İran “Doğru Vaat-3" (Va'ad es-Sadık-3) adıyla İsrail'in kuzey ve güney merkez bölgelerine füze ve insansız hava aracı saldırıları düzenledi. Karşılıklı saldırılar nedeniyle bugüne dek İran’da 430, İsrail’de ise 24 kişi hayatını kaybetti.
ABD, İsrail’le birlikte hareket ederek dün (22 Haziran) İran’daki üç nükleer tesise sığınak delici bombalarla saldırı düzenledi. İran ise İsrail'e yeniden füze saldırısı başlattı.
Jîna Mahsa Amînî protestoları (2022) sırasında da görüşüne başvurduğumuz İranlı aktivist Araz Bağban, güncel gelişmeleri, savaşın seyrini ve İran’daki muhalifler ile sosyalist hareketin durumunu bianet’e değerlendirdi.

“İran halkının öfkesi hem rejime hem de dış müdahaleye yöneliyor”
ABD'nin savaşa dahil olması
Öncelikle, şu an İran’daki mevcut durumu özetleyebilir misiniz? İsrail neredeyse tüm altyapıyı hedef alıyor; ancak İran da misillemelerine devam ediyor. Denkleme bir de ABD dahil oldu. İranlılar savaşı nasıl deneyimliyor?
O kadar fazla saldırı gerçekleşti ki özeti bile uzun olabilir. Bu yüzden şimdiye kadar gerçekleşen saldırıların anahatlarını anlatmaya çalışacağım. Düne kadar sadece İsrail İran’a saldırıyordu; ama şimdi ABD de aktif olarak saldırmaya başladı. İsrail 13 Haziran’da başlattığı savaşta önce yoğunlukla İran’ın hava savunma sistemini ve nükleer tesislerini hedef alarak saldırılarına başladı. Bunu yaparken de bir yandan çok üst düzey askeri komutanları ve İran’ın nükleer programına yön veren bilim insanlarını hedef alıp öldürdü. Şimdiye kadar öldürülen onun üzerindeki askeri komutan arasında İran Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı dahil Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı, DMO’nun ekonomik faaliyetlerini yürüten Hatem-ül Enbiya Karargahı’nın Genel Merkez Komutanı, DMO’nun Havacılık Kuvvetleri komutanı ve Hava Savunma Komutanı gibi askerler bulunuyor.
İsrail’in ilk hedefi İran’ın hava savunma sistemini olabildiğince zayıflatmaktı. Böylece savaş uçakları daha ilerideki günlerde kolaylıkla İran’ın diğer altyapılarına da saldırabilecekti. Bu yüzden İsrail hemen Tahran’ın Merhabad Havalimanı’nı veya daha doğrusu Tavşantepe Hava Üssünü, Tebriz ve Hamadan hava üsleriyle birlikte hedef aldı, daha sonra da diğer hava üslerine saldırdı. Bu saldırılarda kaç savaş uçağı vurulmuş belli değil; fakat çok sayıda hangar, uçuş pisti ve destek tesisinin zarar gördüğü kesin (gerçi iran’ın uçakları çok eski, F-35’lere karşı onların bir şansı var mıydı, çok emin değilim). Bunların yanında farklı şehirlerdeki füze tesisleri, radar sistemleri, füze rampaları, füze yapımında kullanılacak parçaları üretebilen veya üretebilecek fabrika ve atölyeler de büyük ölçekte hasar görmüş durumda. Son günlerde İsrail uçakları birçok şehri bombalarken İran’ın hava savunma sistemleri bazen aktif olabildi bazen olamadı ve böylece İsrail daha etkin bir şekilde saldırılarını yürüttü. Son günlerde İsrail baştan itibaren yaptığı gibi nükleer tesisleri ve enerji tesislerinin tekrar tekrar hedef alırken DMO’nun askerlerinin yetiştiği üniversiteleri, kışlaları, devlet binalarını, hastaneleri, apartman bloklarını, su ve elektrik tesislerini de hedef alıp yüzlerce sivili katletti. İsrail’in saldırıları sürerken bir yandan da ABD İran’ın nükleer tesislerine hava saldırısı düzenledi.
“Nükleer tesisleri bir tek ABD’nin vurabilme imkânı vardı”
Bir yandan da Trump birkaç gün önce “İki hafta içinde savaşa dahil olup olmayacağımız belli olacak” demişti; fakat bir hafta bile beklemeden İran’ın üç önemli nükleer tesisi olan Fordo, Natanz ve İsfahan’ı ağır bir şekilde bombaladı. Bildiğim kadarıyla uranyum İsfahan tesislerinde zenginleştirmeye hazırlanıyor ve Natanz ile Fordo’da zenginleştirme işleri yapılıyor. Natanz ve Fordo’nun zenginleştirme çalışmalarını saldırılardan korumak için iki tesis 40-50 metreden fazla bir derinlikte konumlandırılmış. Ayrıca Fordo çok yüksek saflıkta uranyum barındıran bir merkez. Uzmanlara göre İran’ın yerin derinliklerinde olan Fordo ve Natanz’daki nükleer tesislerini bir tek ABD’nin vurabilme imkânı vardı. Trump bu yüzden savaşa girip girmemeyi tartıyor gibi görünüyordu. ABD Fordo’yu yerle bir ettik diyor; fakat İran’a göre şimdilik bu tesislerin ne kadar zarar gördüğü belli değil. Ayrıca İran bu tesislerden ortaya çıkan herhangi bir nükleer sızıntı olmadığını açıklarken zenginleştirilmiş uranyum stoklarının daha önce Fordo’dan başka bir yere aktarıldığını iddia ediyor.
İsrail’in ve ABD’nin saldırıları arkada çok büyük bir yıkım bırakırken İran’ın misillemeleri o boyutlara ulaşamıyor. Özellikle ABD, Britanya ve Fransa’nın yardımıyla İsrail, İran’ın fırlattığı füzelerin büyük bir kısmını hava düşürebiliyor. Buna rağmen halk arasında İran’ın misillemelerinin psikolojik etkileri İsrail’in saldırılarının etkisinden çok daha büyük olabiliyor.
İranlıların savaşı nasıl deneyimlediğini yakından görüp aktarmakla uzaktan ancak sesli veya görüntülü görüşmelere dayanarak aktarmak tabii ki çok farklı. Bu bilgiyi bir yanda tutarsak hem haberlerden izlediğim, hem kendi kişisel iletişimlerimde hissettiğim, hem de arkadaşlarımın ailelerinin yaşantısınından öğrendiğim kadarıyla halk çok büyük öfke ve endişeyle hayatını sürdürüyor. Bu öfkenin bir kısmı bu savaşı başlatan İsrail ile destekçisi (ABD’den ziyade) Trump’a yönelik olmakla birlikte bir kısmı da bölgesel politikalarından dolayı bu savaşın ortaya çıkmasından sorumlu tuttuğu İslam Cumhuriyeti'ne yönelmiş durumda. Bir yandan hem halkı etkin bir biçimde savunmaktaki yetersizliğinden dolayı hem de özellikle yıkımın boyutlarını ve bu yıkımın bir kısmının İsrail’in uzun süredir İran’ın içinde yürüttüğü operasyonlardan dolayı ortaya çıktığını görünce halkın öfkesi anlaşılır görünüyor.
Halka göre bir kadının saçının görünmesini engellemek için veya bir Instagram postunun gencecik yazarını yakalamak için harcanan maddi ve insani kaynak İsrail casuslarının devletin en önemli organlarına sızmasını engellemek için kullanılabilirdi. Endişe ise farklı boyutlarda kendini gösteriyor. İnsanlar, bir haftada yüzlerce sivilin hayatını kaybetmesi nedeniyle yaşamlarından; Trump’ın her gün farklı açıklamalar yapması nedeniyle savaşın ne kadar süreceğine dair belirsizlikten; savaşın yaratacağı yıkım ve ekonomik felaketin boyutlarından endişe duyuyor. Kimileri kendi geleceğini, kimileri ise çocuklarının geleceğini düşünüyor. Ek olarak Tahran saldırıların merkezinde olduğu ve en çok sivilin katledildiği şehir olduğu için halk buradan uzaklaşmaya çalışıyor; fakat bombardımanın ortasında 12 milyonluk bir şehirden çıkmanın ne kadar zor olduğunu da tahmin edebiliriz.

İran sosyalist hareketi
İran’daki sosyalist hareket bu savaşın neresinde? 13 Haziran sonra yaptıkları açıklamalarda belirgin olarak gözünüze çarpan bir şey var mıydı?
Çok üzülerek söylüyorum, sosyalist hareket bu savaşın neredeyse tamamen dışında yer alıyor. Bu yüzden de Türkiye’deki bazı tartışmaları temelsiz buluyorum ve gerçeklikle bağının olmadığını düşünüyorum. Bilindiği üzere İslam Cumhuriyeti, Devrim sonrasında ülke içindeki sosyalist hareketi büyük bir katliamla yok etti. Kalanların büyük bir kısmı yurt dışına çıkabilen devrimciler. Bu yüzden İran sosyalist hareketinin örgütlü bölümü büyük ölçekte yurt dışında bulunuyor. İran’ın içinde de genç bir sosyalist hareket mevcut tabii ki. Fakat büyük çabalara ve emeğe rağmen İslam Cumhuriyeti’nin baskılarından dolayı örgütlülük ve etki bakımından zayıf kalan bir hareket. Bu genç hareket henüz toplumun potansiyel devrimci kitlelerine ulaşabilmiş değil. Bu yüzden de hâlâ bildirilerin büyük bir kısmı yurt dışı kaynaklı örgütlerden kamuoyuna sunuluyor. Bu örgütlerin bir kısmının İran’ın içinde ne görünür etkin operasyonel gücü var ne de Devrim öncesi gibi toplumsal kamuoyunu yönlendirebilecek retorik gücü.
Saldırılar sonrası açıklanan bildirilerin hepsinde sosyalist parti, oluşum, örgüt, işçi ve emek sendikaları, grup ve çevreler çok açık bir dille ABD emperyalizmi destekli İsrail saldırısını kınıyor ve savaşın durdurulması gerektiğini talep ediyor. Fakat söz konusu İslam Cumhuriyeti olunca İranlı sosyalistler bildirilerinde bu yapının gerici, baskıcı ve bazen maceracı doğasına da değiniyor. Gördüğüm kadarıyla bu mesafeli bakış açısını bir tek İsrail Komünist Partisi ile ortak bildiri yayımlayan Tûde Partisi (Tudeh olarak yazılıyor ama sondaki h harfi okunmuyor) bildirisine dahil etmemiş. Özet olarak İslam Cumhuriyeti’ne rağmen (tekil örnekler bulunsa da) hâlâ sosyalist olarak adlandırabileceğimiz hiçbir yapı İsrail’in saldırısını rejimin baskısından kurtulmak adına bir fırsat olarak nitelendiriyor. Fakat saldırı ve işgale karşı (yer yer mahiyeti meçhul olsa da) bağımsız bir mücadelenin verilmesi gerektiğini çoğu sosyalist hareket mensubu dile getiriyor.
1979 Devrimi'nin sosyalist harekete etkisi
Partilerin tarihini biraz daha açar mısınız?
1979 Devrimi’nin Humeyni önderliğindeki İslamcı hareket tarafından ele geçirilmesi ile birlikte İran sol-sosyalist hareketi büyük bir kıyım yaşadı. Bu kıyım bir teslimiyet sonucu değil bir devrimci direnişle birlikte yaşandı. Buna rağmen hem Tûde hem de Halkın Fedaileri geleneğinden devrim öncesi ve sonrası ortaya çıkan bazı örgüt ve partiler hala yurt dışında örgütlenmeye ve devrimci mücadelenin meşalesini taşımaya devam ediyor. Halkın Fedaileri geleneğinden İran Sol Partisi (Halkın Fedaileri - Çoğunluk önderliğinde kurulan bir parti), Halkın Fedaileri - Azınlık, Azınlık Çekirdek, Komünist Fedailer Birliği Örgütü gibi örgütler hâlâ yurt dışında örgütlenmeye devam ediyor (gerçi Sol Parti ne kadar Marksist - devrimci, o tartışılır). Bir klasik komünist parti geleneğinden olan Tûde hem yurt dışında hem de yurt içinde kadrolarının bir kısmını koruyor. Az da olsa İran’ın içinde bile hâlâ genç üyeler veya sempatizanlar bulabiliyor. Maoist gelenekten gelen İran Komünist Partisi - MLM Büyük ölçekte yurt dışında faaliyet göstermekte.
1991 yılında Mansur Hikmet önderliğinde kurulan İran İşçi-Komünist Partisi, Hikmet öncesi ve sonrası bölünmeler yaşadı ve Hikmetçi ve işçi-komünist kombinasyonlarıyla birkaç örgüt olarak varlığını hâlâ sürdürüyor. 2000’li yıllarda güçlü bir öğrenci ve işçi örgütlenmesi bulunan bu gelenek de çoğu örgüt gibi şu an daha çok yurt dışında faaliyet gösteriyor. Komele Partisi (artık sosyal-demokratlaşmış), İran Komünist Partisi - Komele ve PJAK gibi daha çok İran Kürdistanı’nda etkili olan örgütler de var. İran’ın içinde elle tutulur üyeleri ve sempatizanları bulunmakta ve belki de halkla en etkin ilişkiye sahip örgütler olarak tanımlayabiliriz. Kürdistan devrimden sonra İslam Cumhuriyeti’ne karşı mücadelenin son kalelerinden biriydi. Bu köklü devrimci geçmişi sayesinde de Jîna ayaklanmasında Kürdistan’ın çok daha etkin bir ilerici mücadele sürecine girebidiğini görebildik. Bir de bölgesel faaliyet gösteren sosyalist öğrenci hareketi ve bazen bu hareketin bir uzantısı olarak şehirlerde oluşan sol-sosyalist çevreler var. Bu çevreler genel olarak gayriresmi bir biçimde faaliyet yürütüyor ve sürekli olarak İslam Cumhuriyeti’nin baskı ve tutuklamalarına maruz kalıyor. Burada genel bir harita sunmak adına bazı küçük örgüt ve partileri atlamış oldum, bunu da eklemek isterim.
Bu örgüt ve partilerin çok etkin olamamasının nedeni İslam Cumhuriyeti’nin bu sosyalist güçlere hiçbir örgütlenme alanı tanımamasıdır. Örneğin birkaç yıl önce bir partinin İran’daki üyeleri güvenlik güçleri tarafından tutuklanıp 5-10 yıllık hapis cezalarıyla yargılandı. Aslında bu örgüt genel olarak faaliyetlerini çok gizli yürütür ve üyelerinin güvenliğine çok dikkat eder, buna rağmen yürüttükleri çalışmalar İslam Cumhuriyeti istihbarat güçlerinin gözünden kaçmadı. Yukarıda söylediğim gibi öğrenci hareketi üniversitelerde özellikle Tahran’da zaman zaman mücadeleci dönemler yaşarken İslam Cumhuriyeti’nin tutuklamalarına maruz kalıp gerileme yaşayabiliyor. Bu baskılar, benzeri bağımsız işçi ve emekçi sendikalarına ve birliklerine de uygulanıyor.
İran'daki mücadele
Toplumsal muhalefet ile ilişkileri ne düzeyde? Örneğin savaş gibi olağanüstü dönemlerde onlarla bağ kurabiliyorlar mı?
Bu konuda biraz karamsar olabilirim, bunu baştan belirtmek istiyorum. Ama karamsarlığım, hiçbir çabanın veya çalışmanın olmadığı anlamına gelmemeli. Bir kere sosyalistlerin muhalefet ile ilişkilerini büyük ölçekte sınırlayan İslam Cumhuriyeti faktörü var. Her şeye rağmen yurt içinde olan sosyalistler genel olarak hep mücadelenin içindeler ve dünyanın birçok yerinde olduğu kadar da etkili olabiliyorlar. Fakat yurt dışında olan sosyalist parti, örgüt ve oluşumların toplumsal muhalefet ile ilişkisi ne yazık ki destek bildirileri yayımlamanın ötesine geçemiyor (burada Kürdistan temelli partileri bir istisna olarak görebiliriz). Sosyal medya üzerinden bazen gençlerle bir ilişki kurma olanağı sağlanıyor; fakat bu ilişkiler tesirli bir etkileşimle sonuçlanamıyor gibi görünüyor.
Son 10 yılda yoksulların ayaklanmasından Jîna ayaklanmasına kadarki süreçte sık sık bu etkin olamama durumuna şahitlik ettik. Örneğin Jîna ayaklanması sırasında sosyalistler büyük çabalarla yurt dışında gösteriler ve yürüyüşler düzenledi, İran’da mücadele edenlere destek mesajları gönderdi; fakat hareketin içinde etkili olamadı, ona yön vermeyi geçtim, görünür bir biçimde halkın yanında olmayı bile başaramadı. Haksızlık etmek istemem, aslında bu durumun bir kısmı uluslararası sosyalist hareketin de içinde bulunduğu durumdan farksız veya bağımsız değil. Fakat çalışmaya ve örgütlenmeye hazır bir zemin varken bile varlık gösteremeyen bir sosyalist hareketin böyle çok daha olağanüstü bir dönemde toplumsal muhalefete erişebilme şansının şimdilik olmadığını düşünüyorum. İlerideki süreçlerde bu durum değişebilir tabii ki. Bu arada bu çıkarımların, benim kişisel gözlemim olduğu gerçeğini de unutmamak lazım. Yer yer vurguladığım gibi İran’da her bölgenin ayrı bir dinamiği var. Özellikle etnik hareketlerin canlı olduğu, Türklerin yoğunlukla yaşadığı Azerbaycan illerinde, Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı Kürdistan illerinde, Arap ve Beluci bölgelerinde sosyalist harektin toplumsal muhalefetle ilişkisi çok değişebiliyor.
Bahsettiğiniz bazı örgütlerin 1980 İran-Irak Savaşı sırasında İslam Cumhuriyeti’yle yan yana konumlanmasının sonuçları ne oldu? Bugüne etkisi var mı?
Muhaliflere karşı kendi yapısını korumak ve hatta güçlendirmek için İslam Cumhuriyeti savaşın yarattığı vatanseverlik ortamından çok yararlandı. Savaşın başladığı ilk yıllarda her şeye rağmen İslam Cumhuriyeti'ne vefalı kalmayı başararak bir süre hayatta kalabilen genel olarak Tûde ve Halkın Fedaileri - Çoğunluk oldu. İslam Cumhuriyeti ilk önce küçük sosyalist örgütler ile güçlü olan radikal İslamcı Halkın Mücahitleri’ni İran’ın siyasi sahnesinden sildi, daha sonra da vefalı komünist destekçilerini... Ayrıca devrimin ilk yıllarında tutuklanan çoğu mücahit ve sosyalisti ise 1988 yılında hapishanelerde yargısız infazlarla katletti (idam edilenlerin sayısı 3000 ile 5000 arasında tahmin ediliyor). Bu katliamlar doğal olarak İran sosyalist hareketinin belleğine kazınmıştır. Bu yüzden de hiçbir zaman, böyle bir dönemde bile, bu saldırılara karşı çıkarken rejimin doğasına vurgu yapılmadan bir açıklama yapılmıyor. Bugün İran bir emperyalist saldırıya maruz kalırken, İslam Cumhuriyeti’nin geniş bir toplumsal destek görmemesi gerçek antiemperyalist güçlerin ortadan kaldırılmış ve bu duyguların halkın gündelik hayatından silinmiş olmasından kaynaklanıyor.

“Üçüncü yol”
İranlı sosyalist örgütler emperyalizme karşı çıkarken İslam Cumhuriyeti’nin baskıcı yapısını nasıl ele alıyor? “Üçüncü yol” diye tanımlanan çizgi, onlar için stratejik olarak geçerli bir konum mu?
Az evvel de belirttiğim gibi ne olursa olsun İslam Cumhuriyeti’nin doğası (doğru veya yanlış, tam veya eksik) yapılan somut durumun somut tahlilinde bir şekilde kendini gösteriyor. Sosyalist örgütlerin bir kısmı İran’a gerçekleşen bu saldırıyı İslam Cumhuriyeti’nin genel olarak hatalarına ve yapısını korumak için İran dahil Ortadoğu’yu bir savaş alanına çevirmesine bağlıyor. İran sosyalist hareketi mensuplarının büyük bir kısmı bu devleti sadece baskıcı değil, aynı zamanda kapitalist bir düzenin çok gerici bir uzantısı olarak görüyor. Bu bakış açısına göre İslam Cumhuriyeti gerici doğasına rağmen uluslararası meşruiyetini ABD emperyalizmi ile onun uzantısı olan İsrail’e karşı çıkma üzerinden kazanıyor. Bu yüzden İran sosyalist hareketinin bu kesimi bölgede gerçek bir antiemperyalist mücadelenin verilmesini İslam Cumhuriyeti’nin toplumsal muhalefet eliyle ortadan kaldırılması koşuluna bağlıyor. Bu da İran sosyalist hareketinin bir kısmını en azından teorik zeminde saldırı altındaki İran’da bağımsız bir mücadele örgütlemeye sevk ediyor.
Bu bağımsız mücadeleyi örgütleme imkânı var mı?
Bu doğal olarak tartışılır. Fakat bu imkânın olup olmaması onun gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Pratik yönden bakarsak da içerideki toplumsal muhalefetle bağları güçlü olmayan bir sosyalist hareketin böyle bir dönemde yazılı olarak bile İslam Cumhuriyeti’ne yönelik bir destek metni yayınlaması toplumsal muhalefeti karşısına alama anlamına gelir. Üçüncü yol veya bağımsız devrimci mücadele pratik olarak gerçekçi bir yol olmasa da sosyalist hareketin karşısına tek teorik önerme olarak çıkıyor. Pratik olarak olası olmasa bile üçüncü yoldan vazgeçmek İran Sosyalist hareketini herhangi bir alternatif mücadele hattı oluşturma ve bir kurtuluş yolu çizme olasılığından mahrum bırakıyor. Sosyalistler olarak bir gün bu barbarlık seviyesine ulaşmış kapitalist düzeni yıkma ve yerine sınırsız, sömürüsüz (her anlamıyla), özgür bir dünya inşa etme umuduyla yaşıyoruz. Türkiye sosyalist hareketinin bir kısmı doğru bulmasa da, İran sosyalist hareketi büyük bir kısmı sömürü düzenine karşı verdiği mücadelesinin yanında sürdürdüğü antiemperyalist mücadelesini genel olarak İslam Cumhuriyeti’nden bağımsız bir biçimde yürütme yolunu seçiyor.
Türkiye sosyalist hareketinin tutumu
İsrail-İran savaşı bağlamında Türkiyeli sosyalistlerin açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye sosyalist hareketi içinde İslam Cumhuriyeti yönetimindeki İran’ı tanımlayanları genel olarak üç kategoride değerlendirebiliriz. Bir değerlendirme salt antiemperyalizme dayalı. Nasıl olursa olsun hedef sadece emperyalizmi yenilgiye uğratmak olduğundan, İslam Cumhuriyeti’ni (antikapitalist olup olmamasından bağımsız olarak) antiemperyalist olarak tanımlayan bu güruh herhangi bir dış müdahaleye veya toplumsal mücadele yoluyla zayıflatılmasına karşı, kayıtsız şartsız İslam Cumhuriyeti’nin yanında yer almayı seçiyor. Taliban’ı bir kenara bırakırsak bölgede emperyalist düzene karşı çıkan gücün İran önderliğindeki direniş ekseni olduğundan bu pozisyon alma taktiksel bir pozisyon almaktan ziyade stratejik bir konumlanma haline gelmiştir. Bu tahlili yapanlar İran’da (etnik ayaklanmaları örnek olarak vermeye gerek bile yok, doğrudan emperyalizmin uşağı olarak görülüyorlar) bir işçi-emekçi ayaklanması olduğunda bile onu bir şekilde emperyalist güçlere bağlayabiliyor, İslam Cumhuriyeti’nin toplumsal muhalefet elindeki yenilgisini emperyalizmin kazanımı olarak görebiliyor. Sonuç olarak 80 milyonluk bir ülkenin iç çelişkileri uluslararası çelişkiler açısında önemsiz hatta suni olarak nitelendirebiliyor. Bu bakış açısından enternasyonalist dayanışma sadece İranlı kardeş örgüt varsa onunla olan ilişki seviyesinde, emekçi halkla dayanışma akla hiç ama hiç gelmiyor. Beki Jîna ayaklanmasında bu konumu alan bazı sol yapılar biraz halktan yana tavır alabilmiştir.
İkinci kategoride İslam Cumhuriyeti’nin baskıcı yapısına vurgu yapıp duruma göre pozisyon alanlar var. Bu grup toplumsal muhalefete yazılı olarak destek veriyor; fakat yine dış müdahale söz konusu olduğunda ne olursa olsun bir üçüncü yol imkânı tanımdan emekçileri İslam Cumhuriyeti’ni savunmaya çağırıyor. İlginçtir, bu grup içinde antikapitalist olmadığı için Chavez Venezuela’sını antiemperyalist olarak tanımlamayanlar da var. Fakat konu kendi yaşadığımız coğrafya gelince demek ki tanımlamalar ve sınıflarnırmalarda bazı esneklik payı tanınabiliyor. Son olarak da İslam Cumhuriyeti’nin gerici ve baskıcı doğasını vurgulayıp hem dış müdahaleye karşı çıkıp hem de emekçiler ve devrimciler ekseninde bir üçüncü yolu desteklemeyi seçenler var. Bence burada önemli olan İslam Cumhuriyeti'ni sadece bir baskıcı devlet olarak değil, İranlı sosyalistler gibi Marksist anlamıyla bir gerici yapı olarak da tanımlamaktır. Uzatmamak adına sadece bir örnekle soruyorum, tahminlere göre, 800’ü aşkın kayıtlı şirketinde 150 bin civarında çalışanıyla İran’da özel sektörün en büyük işvereni olan, bu yasal ekonomik faaliyetleriyle yetinmeyip karaborsayı ve yasa dışı ticareti de kontrolü altında tutan DMO ne kadar antiemperyalist mücadelenin askeri gücü olabilir?
Bazen bir örgüt belki bir kategoriden diğerine geçiyordur; fakat genel konumlanma saydığım esaslarda gerçekleşiyor diye düşünüyorum. Türkiye’deki çoğu örgüt İran’ın iç dinamiklerini bilmiyor, isimlerini duyuyorsa da DMO’nun nasıl bir ordu olduğunu ülkedeki askeri ve ekonomik ağını çok iyi bilmiyor. Değerlendirmeler bazen “İran büyük bir devlet, İran eski bir uygarlık, İran öyle İran böyle” gibi, Marksist olmayan, bazen gerçekliği bile olmayan ezber argümanlara dayanabiliyor. Bu yaklaşım parti ve örgütleri tek yönlü bir değerlendirmeye götürüyor. Bu durumu değiştirmek için çok fazla çaba harcayan İranlı sosyalist gördüm. Fakat İran ile ilgili herhangi bir gelişme olduğunda hep aynı tartışmalar hiç yapılmamış gibi hep baştan yapılıyor ve hep aynı noktada bitiyor. İslam Cumhuriyeti’nin doğası örgütler içinde zamanla değişmez bir tanıma ulaşmış, başlarda tartışma yaratan bir yanı olsaydı da artık pek tereddüt içermeyen bir kalıba sokulmuştur. Bu yüzden bu bakış açılarını değiştirmek çok olası da görünmüyor. Genel olarak enternasyonel bir bağ olmadığından, bu pozisyon pozisyon alma çabalarının bir somut karşılığı olmadığını da düşünüyorum. Fakat bazen İran sosyalist hareketinin zayıflığından dolayı bu değerlendirmeleri yukarıdan bir bakış olarak değerlendiriyorum.

Savaşın ve İran'ın akıbeti
Savaşın gelişimine dair öngörünüz nedir?
Görünen o ki savaş bir süre daha devam edecek ve İsrail ile ABD, İran’ı bombalamaya devam edecekler. ABD 22 Haziran’da İran’ın üç önemli nükleer tesisine saldırarak savaşın doğrudan bir parçası oldu. Trump, İran müzakere masasına geri dönmezse saldırılar devam edecek dedi. Bu arada hatırlayalım, İran müzakere masasını terk etmemişti, Maskat’taki müzakere gününe iki gün kala İsrail İran’a saldırı düzenledi, böylece müzakereler yapılmadı. Bu saldırıdan sonra da yeni bir müzakere masasına oturma olasılığı neredeyse ortadan kalkmış gibi görünüyor. Bu yüzden İran, ABD ve İsrail’in geri adım atmasını bekleme umuduyla misilleme gücünün yettiği kadar savaşı olduğu gibi devam ettirmek isteyebilir ya da Trump’ın niyetlerine göre savaşın yönünü değiştirebilir. İslam Cumhuriyeti çok kritik bir dönemden geçiyor.
ABD’nin saldırısından sonra İslam Cumhuriyeti yetkilileri bu saldırıyı cevapsız bırakmadı ve birkaç saat içinde İsrail’e görece etkili bir füze saldırısı düzenledi. İran yetkilileri füze saldırılarının İsrail devleti ve toplumu üzerinde ağır maddi ve özellikle psikolojik yükünden haberdar. Bu yüzden savaşı uzatma pahasına olsa bile az sayıda füze ile etkili saldırılar düzenleme umuduyla İsrail’i yıpratıcı bir sürece sokabilir. Bir yandan da Trump kendi muhafazakâr tabanına bir Ortadoğu savaşına daha girmeyeceklerinin sözünü vermişti. Bu yüzden belki çok fazla uzatmadan bu savaştan ayrılmak ister (gerçi kendi muhafazakâr tabanını ne kadar dikkate alıyor, bilemiyorum) ama emperyalizmin doğası gereği de işler böyle ilerlemiyor. ABD istediği gibi bir sonuç almadan bu savaştan ayrılırsa, bu bir başarısızlık ve yenilgi anlamına gelebilir. Bu yüzden Trump’ın alacağı karar da burada önemli. Mesela Trump çok daha saldırgan davranıp rejim değişikliği gibi bir yola girerse (ki Rıza Pehlevi’ye sözler verilmiş gibi duruyor; zira babası ve dedesi gibi el pençe divan durup yukarıdan emir bekliyor) İslam Cumhuriyeti kendini bu çıkmazdan kurtarmak için süreci enerji savaşı gibi başka yönlere sürükleyebilir. Fakat böyle bir savaş en çok Körfez'deki komşularına ve bölge petrolüne ihtiyaç duyan, müttefiki saydığı Çin’e zarar verecektir. Bu da, Çin ve komşularıyla var olan veya yeniden inşa etmek için çabaladığı ilişkilerini kötüye götürebilir. Bu da ayrı bir sorun olarak kendisine dönebilir.
Bu senaryoların hepsi hava savunma sistemi çok fazla zayıflatılmış İran için bir süre daha İsrail ve ABD’nin bombalamalarına maruz kalmak demek. Savaş şimdi bile durdurulsa, İran, askeri ve sanayi tesislerini tekrar inşa etmek için uzun bir zamana ve maddi kaynağa ihtiyaç duyacak. İran zaten ambargo altında olduğundan eski sanayi ve enerji altyapısını yenilemekte zorlanıyordu. Bunun üzerine şu an bir de savaşın getirdiği tahribat eklenmiş olacak. Bu yeniden inşaların yükü de doğrudan İran halkının üzerine binecek. Zaten ekonomik olarak zor bir dönem geçiren İranlılar savaş bittiğinde daha büyük bir ekonomik zorluğun içine girecek. Bu yüzden ABD ve İsrail’in çıkardığı bu emperyalist savaş, uluslararası toplumsal bir baskıyla durdurulmalı. İslam Cumhuriyeti’ne rağmen bu savaş kınanmalı, ona sert bir şekilde karşı çıkılmalı. (TY)