Mecliste çifte söylem:
"... demokratik sistem, hukukun evrensel ilkelerine bağlı, hak arama yollarının açık olduğu, temel hak ve özgürlüklerin bireysel veya örgütlü olarak sonuna kadar kullanılabildiği bir yapıdır... Şiddeti beslemeyen her türlü fikrin serbestçe ve korkusuzca ifade edilebildiği bir açık toplum olma hedefinden asla sapmamalıyız...; özgürlüklerimize en hayati değerlerimiz olarak her durumda sahip çıkmalıyız". (Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk konuşması, 28.8.07).
"Temel hak ve özgürlükler konusunda ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde belirtilen esaslar uygulanacak, özellikle Kopenhag siyasi kriterlerine tam uyum sağlanacaktır. 'Sıfır tolerans' anlayışıyla işkence, kayıp, göz altında ölüm, faili meçhul cinayet gibi demokratik hukuk devletinde kabul edilemez insan hakları ihlallerinin üzerine ... kararlılıkla gidilecektir". (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hükümet Programı, 31.8.07).
İnsan Hakları Danışma Kurulu'ndaki (İHDK) söylemler: İnsan Haklarından sorumlu Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, "İHDK'dan somut öneriler beklediklerini" ifade etti (9.5.03). Adalet Bakanı Cemil Çiçek, "yeni bir anayasa hazırlanması konusunda İHDK'nm inisiyatif alabileceğini" belirtti (14.7.03). İHDK'yı sembolik olmaktan çıkarıp, sivil toplumun platformu haline getirdiklerini belirten Başbakan ise, insan hakları ortak duyarlılığının oluşmasında her kesimin katkısının önemine işaret etti (14.7.03).
"İnsan hakları alanında Devlet ile sivil toplum arasında güçlü diyalog platformu olan İnsan Hakları Danışma Kurulu faaliyete geçmiştir". (Ulusal Program, 2003).
...Ve eylemin bedeli
Devlet birimleri-sivil toplum arası köprü işlevi gören İHDK, en önemli İH sorunlarını masaya yatırarak, bir yılda üç önemli raporu kabul etti: İşkence, Kötü ve Aşağılayıcı Muamelenin Önlenmesi Raporu, Türkiye'de İnsan Hakları Raporu-2004, Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu.
Ne var ki, daha önce "somut öneri"ler talep edenler, bu raporları hazırlayanlara "marjinal entelektüeller", "entel fitneler", "hergele meydanında rapor dağıtıyorlar" gibi sıfatlar yakıştırdılar. Onları sanık sandalyesine oturtmakla yetinmeyip, Kurul'u da askıya aldıklarından, gündemde yer alan çalışmalar da (kadının insan hakları ve sosyo-ekonomik haklara ilişkin raporlar gibi) yarıda kaldı...
İktidar zırhı sürekli: "Kurul, iki yılı aşkın bir süredir toplanmamaktadır. .. Bu sonuca neden olanların aynı zamanda suç işlediklerini herhalde belirtmeye gerek yoktur". (Kerem Altıparmak, Bürokrasi ve İnsan Hakları, Türkiye Barolar Birliği, s. 48).
Abdullah Gül'ün "kayıp trilyon" davası nedeniyle yargıç karşısına çıkma olasılığı ise, dokunulmazlığının Cumhurbaşkanı seçilmekle devam ettiği görüşüyle gölgede kaldı. İnsan hakları mı dediniz? O da ne?
Mucizevi esnek kucak
Cumhurbaşkanı adayı Gül, seçildiği takdirde bütün Türkiye'yi kucaklama söylemini, çeşitli kişi ve kurumları ziyaret zincirinde tekrarladı. Ne var ki, İnsan hakları örgütleri bu zincir halkasının dışında kaldı. Acaba unutkanlık mı, yoksa mahcubiyet mi? Geçelim.
Asıl çelişki, 780.000 km2'lik alanı kucaklama esnekliğini yansıtan "gül"en yüzün altında gizlenen, 78 kişilik Kurul'u elinin tersiyle itebilme anlayışı. Bu, aynı zamanda İH gerçeği ile iktidarın dayanılmaz ihtirası arasındaki güç dengesizliğinin de bir göstergesi değil mi? Tıpkı, Erdoğan'ın seçim akşamı "Bütün Türkiye'nin Başbakanı olma sözü veriyorum" vurgusuyla sempati toplaması gibi. Ancak, bu geniş ölçekli Türkiye coğrafyası galiba dar gelmiş olmalı ki, kısa zaman sonra bir gazeteciye "vatandaşlıktan çık git" diyecekti, "anayasal yurttaşlık" söylemini kimselere kaptırmayan Başbakan...
Temel yerine çatı çalışması: İkinci kez, hem de Cumhurbaşkanını seçebilecek bir parlamento dengesi şansıyla iktidara gelen AKP, son 4,5 yılın muhasebesini yapmak yerine, can simidine (Anayasa) dört elle sarıldı. Anayasa çatı, insan hakları ise temel olduğuna göre, işe tersinden başlanmış oldu, hem de yanlış bir yöntemle. Yoksa, geçmişle yüzleşme dururken, söz konusu çatı çalışması, günümüz gerçeklerinden kaçışı mı ifade ediyor? Çatıda görünen ustaların acemiliğinin günbegün su yüzüne çıkması da cabası...
Eğer bu satırların yazarı, sadece üniversitedeki derslerle yetinerek resmî birimlerde gönüllü insan hakları savunuculuğuna soyunmasaydı, AKP iktidarının insan haklarını haklamadaki maharetini gözleme olanağına sahip olmayacaktı. Uzaktan seyir durumunda, söylemlerin eyleme dönüşme olasılığı üzerine daha umutlu olacaktı.
Gerçekten, yöneticilerde hukuk devleti bilincinin yerleşmediği bir siyasal aygıtta yasaya saygısızlık ne kadar kolaysa, taban yerine çatıdan başlamanın da insan haklarının güvencelenmesini zorlaştırdığı ortada. Bu hedeflere ulaşmak, üstelik demokrasi söyleminin dalkavukluğa dönüştüğü bir ortamda ne derece mümkün? Kurallar ve kurumlar değişse de, kafalar değişmedikçe, "gül"en yüzler ne denli yeterli olabilir?(İK/EÜ)