"İnsan haklarına ilişkin olarak ilgili Devlet kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları arasında iletişim sağlamak ve insan haklarını kapsayan ulusal ve uluslararası konularda danışma organı olarak görev yapmak üzere,..." İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK) oluşturuldu. (Kanun no.4643, 12.4.2001, ek md.5).
Üyeleri belirleme, çalışma ve işleyiş ilkelerini düzenleyen İHDK Yönetmeliği((15.8.2001), 8.6.'02 ve 20.2.'03'te kısmen değiştirildikten sonra, Kurul ilk toplantısını 26 Şubat 2003'te, Başbakan yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır'ın çağrısı üzerine yaparak 66 üye ile çalışmaya başladı. İnsan hakları sorunlarını gündemine alan Kurul, ekim ayına kadar gerçekleştirdiği 5 toplantı ile kurumlaşma yönünde hayli yol aldı.
"Gizlenen Yönetmelik değişikliği"
23 Kasım 2003 günlü yönetmelik değişikliği ise, Kurul'un yapısında ve hedefinde ciddi bir sapma yarattı. Neden ve nasıl? Bir kez, Kurul'a üye alımına ilişkin ölçütleri yeniden belirleyen Yönetmelik, TBB gibi bazı kuruluşların kontenjanını azalttı ve yeni üye alım yolunu açtı. İkinci olarak ve daha önemlisi, değişiklik, İHDK dışlanarak kotarıldı; İHDK üyeleri ve başkanlık divanına haber bile verilmedi. Kurul başkanı olarak yeni düzenlemeyi Resmi Gazete'den öğrendim.
Bu operasyonla Kurul'a alınan 16 yeni üye arasında, Birlik Vakfı, Hukukçular Derneği, Hukuki Araştırmalar Derneği-HUDER, Türkiye Yazarlar Birliği, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile Deniz Feneri Derneği vardı.
Bunlar, değinilen yasa maddesinin "insan hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları temsilcileri" sıfatıyla İHDK'ye alınmıştı, yine Kurul tamamen dışlanarak.
Bu nedenle, Kurul'un 9 Aralık 2003'te yaptığı toplantıya, Yönetmelik değişikliği ve yeni üye alımları üzerine yapılan "kavga", damgasını vurmuştu.
İnsan Haklarından sorumlu Başbakan yardımcısı Abdullah Gül ise, bu sorunları kendisine anlatmak için İHDK üyeleri ile görüşmek bir yana, 30 üyenin ortak mektubuna yanıt bile vermedi (...). (İlgili tutanak ve yazışmaların da yer aldığı ayrıntılı bilgi için bkz. İnsan Hakları Danışma Kurulu Raporları, İmge kitabevi, 2006).
Hükümet ve basın
Ya bugünkü kavganın nedeni? Hükümet'in "öz evladı" konumundaki Deniz Feneri'nin Almanya'daki adaşı, orada topladığı paraları Türkiye'de amaç dışı dağıtması ve bu işe –en hafif deyimiyle- AKP'nin de bulaştırılması...Fakat işin özünden çok bunu medyanın kamuoyuna yansıtması, soruna dönüştürüldü.
Oysa, kamuoyunun toplumu ilgilendiren sorunları bilme hakkı, medyanın bunları iletme ödevi ile gerçekleşir. Özellikle iktidar partisine ilişkin haberlerin, eleştirilerin ve bunlara gösterilen sert ve hükümet çevrelerini rahatsız eden tepkiler, ifade özgürlüğünün en geniş halkası. Buna karşılık AKP'nin tepkici tavrında, Deniz Feneri ile ilişkileri ve bunun yolsuzluk ağında gündeme gelmiş olması belirleyici. Burada başlıca dört sorun, iç içe :
İktidar-medya ilişkisinde yanlış niteleme, medya yapılanması, derneklerin amaçtan sapması ve piyasa ekonomisi.
3. erkin kılıcı
Yetki-görev ve sorumluluk üçlüsü, iktidarı; özgürlük-hak ve ödev üçlüsü ise, medyayı, yani görsel-işitsel iletişim özgürlüğünü (GİİÖ) tanımlar. Her iki alan arasında temel fark şu: Yöneticilerin işlem ve eylemleri, yasaların kendilerine tanıdığı çerçeve içerisinde mümkün. Medya faaliyetleri ise, kendilerine yasaklanan alanlar dışında serbest. Yani, biri iktidar, diğeri ise özgürlük alanı. Bu nedenle, ilki ikincisine müdahale edemez. Buna karşılık, 3. erk kılıcını, kendini 4. kuvvet olarak yanlış kefeye koyan medyanın ensesinde sallandırabiliyor.
Özgürlükler arası tekel riski
GİİÖ alanında düzenlemelerin ilk hedefi, medya tekelini engellemek suretiyle, dış çoğulculuk ve iç çoğulculuk ilkelerini sağlamak olmalı. Oysa bizde, bunu güvencelemek bir yana, medya sektörü ile diğer iktisadi faaliyetler, aynı bir kişi veya grupta birleşebiliyor. Tekel halkasını genişleten bu olanak, öncelikle GİİÖ'ye zarar veriyor. Şu anda GİİÖ çerçevesinde haklı olan Doğan Grubu için iktidar karşısında en zayıf halka bu.
"Derneklerin amaçtan sapması" ve bunun akçasal işlemlerde oluşması, dernek özgürlüğünün dışladığı bir alan ve dernekler hukukunun en katı yönü. Devlet bunu denetim yoluyla önler, aksi halde yaptırım uygular sonradan. Almanya'da görülen ve dün karara bağlanan dava bunu tipik örneği. Türkiye yetkililerinin tavrı ise, konuya yaklaşımdaki temel farkı ortaya koyuyor.
"Piyasa ekonomisi"nin kurallarına göre işlemesi, üstelik bir Kopenhag Kriteri(KK). İktisadi alanda iktidar sadece düzenleme yapar; özgürlük, bağımsız ve uzman kurulların gözetiminde kullanılır: SPK, BDDK gibi. Bunlar da yetersiz kalırsa, yaptırımı mahkeme uygular... İşte konunun en sorunlu halkası: Başbakanın, enerji ihalesi için, "Çalık grubuna söz verdik" sözü, serbest piyasayı sıfırlıyor. Ne KK kalıyor, ne de Ankara Kriterleri. Artık "Başbakancı Parlamenter Rejim" nitelemesi bile hafif kalır... (İK/TK)
* Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu'nun yazısı, 18 Eylül 2008'de Birgün'de yayınlandı.