Barış mücadelesinin en büyük engelleri neler ?

Geçtiğimiz günlerde, PKK lideri Abdullah Öcalan’dan tarihi bir çağrı geldi. Öcalan, PKK’ye silah bırakma ve kendini feshetme çağrısında bulunarak, bölgede barış ve demokratik çözüm adına önemli bir adım attı.
Öcalan’ın çağrısına PKK Yürütme Komitesi de karşılık verdi, çağrının gereklerine uyacaklarını ve ateşkes ilan ettiklerini açıkladı.
Bu gelişmeler, uzun yıllardır süregelen çatışmalı sürecin sonlanmasına dair önemli bir dönemeç oluşturuyor.
Bu süreci daha derinlemesine analiz etmek ve olanları anlamak amacıyla, barış çalışmaları ve toplumsal değişim konularına odaklanan, aynı zamanda barış mücadelesi veren akademisyen Prof. Dr. Neşe Özgen, bianet için değerlendirdi.
Özgen, "Savaşan taraflar için de aynı etik gereklidir: Sorumlu konuşacak ve sorumlu davranacaklar” diyor.
1984'te Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden mezun olduktan sonra Ege Üniversitesi'nde yüksek lisans ve doktora yaptın. 1993'te "Kalkınma ve Girişimcilik" tezininle Yunus Nadi Sosyal Bilimler Ödülü'nü kazandın. 2007-2008'de Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Biga İİBF Dekanı olarak görev aldın. Wikipedia sonrası, Dut Ağacı Kolektifi ve Avrupa Özgürlük ve Barış Formu'nda sosyal bilimler alanında çalışmalar yaptık. Wikipedia'nın bıraktığı yerden sonra, yolculuğuna neler eklemek istersin?
Wikipedia, biliyorsunuz kadınların en az görünür olduğu yerlerden birisi. Bunu kırmak üzere bir grup kadın yazılımcı kadın sanatçı, araştırmacı, akademisyen, sanatçı, mühendis, vb. bizleri görünür kılmayı hedefleyen bir kampanya yaptı. Bu şekilde Wiki’de biz de göründük. Emeklerine sağlık.
Arada çalıştım ben, çok çalıştım. Zaten çok çalışırım, ama dilediğim kadar iyi dilediğim kadar nitelikli ve dolu çalışamadım. Kader utansın, ne diyeyim!
Yaklaşık 20 yıl sınır özellikle kara sınırlarını çalıştım, Sınırda devlet şiddeti, sınırın vatandaşlık burcu, sınır vatandaşlığı, sınırın politik ekonomisi vb. konularda Türkiye'nin tüm kara sınırlarında çalıştım. Sınır çalışmalarını özellikle de eleştirel sınır çalışmalarını dünyada ve Türkiye’de aynı anda başlamasına vesile olanlardan birisiyim. Bununla gurur duyuyorum.
Tüm bu akademik ve özellikle müdahil aktif akademi çalışmalarımdan dolayı defalarca sorgulandım, en sonunda en kıymetlilerimle, Barış Akademisyenleri olarak devletin Kürt illerindeki şiddetine karşı gelen ve uyaran bir bildiri yayınladığımız için, biliyorsunuz hepimiz ‘’beyaz ölüm’’le tehdit edildik. Beraat etmemize rağmen ben ve bazı arkadaşlarımıza yönelik soruşturmalar durmadı. Ben bu soruşturmalar sırasında 301’le yargılandım özel olarak. İktidarın sınırda olan bitenleri akademik ve sosyal kamuyla paylaşana düşmanlığı ve özellikle de eleştirel akla düşmanlığı, bağımsız yargıya ulaşmaktaki güçlüklerimiz, benim çalışmalarımda ısrarcı olmam hepsi üst üste gelince sürgüne çıktım.
Dünya’nın en iyi üniversitelerinde çalıştım ve çalışmaktayım hala. İktidarın şiddeti akademik heyecanımı da çalışmamı da bitirmeye muktedir değil. Sınırlardan konuşurken sınırdan konuşmakta direnenler, yani bizler, Dünya’nın her yerinde birbirimize destek olmayı ve genç akademisyenleri desteklemeyi de sürdürüyoruz. Olan Türkiye’de kalan öğrencilerimize oldu. Maalesef.
Bir süre su sınırlarını çalıştım, Ege’nin iki yakasında, mülteci deposu olarak nitelendirilen ‘’hotspot’’ları inceledik bir grup araştırmacıyla. Şimdi bir süredir mülteci kamplarını çalışıyorum ve kamplarda çalışıyorum. ‘’Yunanistan ve Almanya’daki kamplar mültecileri nasıl görünmez kılıyor, yükselen faşizmi nasıl görünmez kılıyor, kamplarda durum nedir’’. Bunlarla ilgiliyim.
Her zaman aktif akademiyi, müdahil akademiyi savundum. Bu nedenle çalışmalarını en önce en kırılgan gruplarla paylaştım.
Akademik olarak yayın yapmayı pek de umursamıyorum ama örneğin çalışma sırasında mülteciyi, kırılgan grupları güçlendirebilecek herhangi bir fırsat varsa, bir haber, bir gelişme varsa yayınlamadan önce bunu mutlaka kırılgan gruplarla paylaşmanın akademik etiğin en önemli veçhesi olduğunu düşünüyorum.
Hatırlattığın gibi Dut Ağacı Kolektifi örneğin, yolumuzun kesiştiği ilk yerdi ama sonrasında birbirimizi hep izledik, kolladık. Birbirimizle konuşarak, dayanışarak ilerlemenin bizim hafızamızın temelini oluşturduğunu, bu kopmaz bağın bizi geleceğe bağlayan en önemli bağ olduğunu görüyorum.
Bu nedenle zaten EFFP’yi kurduk(1). Yaklaşık 80’e yakın grup, inisiyatif, yapı, kooperatif, oluşum, vakıf, dernek, vb ve kişisel katılmalarla da bir aradayız. Zaman zaman genişleyen zaman zaman daralan bir koordinasyon ekibimiz var. Barış, demokrasi ve özgürlük çalışmalarının Avrupa ayağını oluştururken aynı zamanda diaspora siyasetinin yeni dönem çalışmalarını da geliştiriyoruz.
"Kendi içimizde de iç demokrasi yollarını arıyoruz"
Avrupa Özgürlük ve Barış Formu ile başlangıçtan günümüze kadar ne yollardan geçtiniz, neler yaptınız, sözünüzü nasıl ve nelere dair kurdunuz? Bunlara dair neler söylemek istersiniz?
2019’da başladı bu yolculuk(2). Berlin’deki Demokrasi ve Özgürlük Forumu her kesimden sürgünün Avrupa’dan ülkeye ses vermesi, güçlendirmesi ve aynı zamanda Anadolu ve Mezopotamya halklarının ve sürgünlerinin içinde bulunduğu koşulları değiştirme çabalarının işaret fişeği oldu.
Covid hepimiz duraklattı, ama iktidarları duraklatamadı. Daha şiddetlenen şartlar karşısında yeniden bir araya geldik, atölyeler halinde çalışma kararı aldık ve sonrasında çeşitli Avrupa şehirlerinde forumlar, paneller ve konferanslarla devam ettik.
Hem network genişletmeyi amaçlayan hem de EFFP içindeki farklı seslerin birbiriyle görünür tartışma kanallarını yaratan; ayrıca Avrupa içinde de hepimizi kendi koşullarımız konusunda meslektaşlarımızla ve siyasetçilerle bir arada tutmayı hedefleyen bir oluşum bu. Bir lobi faaliyeti değil, dahası geleneksel bir diaspora siyaseti değil. Kendi içimizde de iç demokrasi yollarını arıyoruz.
"CHP’yi aşırı sağın kalesi yapmaya meraklı bir grup var, başarılı olamayacaklar"
1 Ekim 2024 sabahı ‘kapatılsın DEM Parti, kapatmıyorsa Anayasa Mahkemesi de kapatılsın’ diyen Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına yürümesi ve sonrasında kurdukları cümleleri ilk duyduğunda tepkin nasıl oldu, nasıl karşıladın, bu duruma dair duygu ve düşünce dünyana dair neler söylemek istersin?
Barışa geçiş, pazarlıkların en azından başlaması, artık çatışılmayacak olması bence birçok kesimden destek buluyor. Birçok çelişki barındırsa da CHP’nin tutumunu da olumlu ve önemli buluyorum. Güveniyorum demiyorum, kendi alabildikleri mesafe açısından, şimdiye kadar yapabildiklerinden daha fazlasına talip oldular.
AKP sonrasında bu tutumlarının halkın demokrasi ve refah anlayışına daha çok yanıt verebilecek bir döneme evrilmesini temenni ediyorum. CHP’yi aşırı sağın kalesi yapmaya meraklı bir grup var elbette, ama başarılı olamayacaklarını düşünüyorum.
MHP’ ise bu süreçte en çok karşı çıkabilecek kesimdi: o yüzden barış çağrısını Bahçeli’ye söylettiler. MHP bir siyasi ideoloji taşıdığından değil, zira çok uzun süredir MHP zaten sermayenin kirli işlerini yaparken kendisi de kazanan bir tür kirli çıkarlar ağının biriktiği yerdir. Bir ideolojisi olup da itiraz edeceklerinden değil, ancak en çabuk da boyun eğecek olduklarından bunu yaptırdılar. Kaldı ki ideolojisi olan ama etkisiz olan ZP gibi bir grubu da zaten zorla bastırıyorlar.
Bahçeli’nin bu duruma dair bir duygusu olamaz zaten, benim de kendisine karşı herhangi bir duygum yok.
‘İç cephenin tahkim’ edilmesi üzerinden başlayan ve adı konulmayan bir ‘süreç’ yaşıyoruz. Buradan barış ve çözüme dair bir yol çıkar mı? Neler söylemek istersin?
Evet, Erdoğan sonrası dünyaya dair planlar ve programlar geliştirmeliyiz. İşin en umut verici, en çoşkulandırıcı ve en kolay kısmının burası olduğunu düşünüyorum. Ve bunun da en kısa zamanda başlamasını temenni ediyorum.
Ki, sırtımıza giymek zorunda kaldığımız birçok deli gömleğini de bizler de bir an önce çıkartalım: Mesela ben kadın olma hakkımı, akademi hakkımı, işçi olma haklarımı, araştırma özgürlüğümü savunmaktan öylesine nefes alamaz oldum ki, başka haklarım konusunda düşünce bile geliştiremiyorum. Diğer kimlikler de öyle. Çoğunlukla.
Neden sürekli bir tek kimlik üzerinden yaşamak zorundayız: mesela ben belki aylak veya sanatçı da olmak isteyebilirdim. Buna hakkımız olmalı. Sistem, iktidar bizi en temel haklarımıza indirgeyerek, sıkıştırdı.
Bu etnisite, din, inanç, beden, cinsiyet… tüm bunların zorunlu hapsinden kurtulabildiğimizde, bunlara dair kazanılmış haklarımızın zaten yerinde olduğuna kani olabildiğimizde, toplum da geleceğine çiçek gibi açılacaktır.
Bu sürece giden yol hakkında ise endişeliyim. Zor olacaktır. Hep söylediğim gibi, şu andaki iktidar kendisini ayakta tutan bağları giderek kriminalize ve gayet illegal formlardan seçmeye devam ediyor. Bunlar da giderek daha çok uluslararası illegal kanallara bağlanan ve devasa korporasyonlar. Bu imkansız Amok koşusu onun hem sonunu hazırlıyor hem de vereceği zararı artırıyor.
27 Şubat tarihli Öcalan mektubu geniş yankılarıyla hala “aslında bunu söylemek istedi”, “satır aralarında başka şeyler var”, “mektup değil de ek not olarak verilen mesaja odaklanmak lazım” çıkarsamalarına dair neler söylemek istersin? Bir sayfalık Öcalan mektubunda senin dikkatini çeken neler oldu, nelerin üzerinde daha çok bir tartışma yürütmeli?
Önemli bir eşik aşıldı diye düşünüyorum: Pek üzerinde durmuyoruz ama, bu son masa hallerinde, taraflardan hangisinin güvenilir olacağına dair kamunun kararını pekişmiş görünüyor. Farkındaysanız, bu görüşme – karşılıklı alış-veriş başladığı andan beridir halkın, en sağından en soluna kadar, hatta iktidar memuru medyaya kadar tamamı Öcalan’ın söylediklerinin Erdoğan’ın dediklerinden daha hakiki ve meselede daha karar alıcı olduğunu düşünüyor.
Erdoğan’ın kimi zaman şiddeti kışkırtan, kimi zaman özür dileyici, kimi zaman da ikna edici zeminde konuşmasının kendi iktidarını sağlamlaştıracak çabalar olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Ama asıl olarak Öcalan’ın sözünün barışı belirleyeceğinden, Öcalan’ın söylediklerinin yapılacağından ve o yolun izleneceğinden kimsenin kuşkusu yok. Mesela Erdoğan’ın negatif ve dengesiz politikaları için ‘’Akp iç çelişkileri, partinin çeşitli kesimleri, vb. mazeretler bulunurken, hele de şimdi artık Öcalan’ın ateşkes sözünün hakikatinden kimsenin kuşkusu yok.
Erdoğan bu masada 1-0 yenik başladı. Süreç de böyle gidecek. Biz bu kazanımın pek farkında değiliz: Halka "kimin sözü daha güvenilir?" diye sorsanız, herhalde Erdoğan demeyecek. Halk Erdoğan’ın sözlerine güvenmiyor, dahası buna karşıt olarak Öcalan’ın mektubuna odaklanıyor.
Bu pazarlıklar anlaşılan, negatif barış dediğimiz tarzda sürecek: Devletin şiddeti kesmediği ve tarafların da birbirine güvenmediği zeminlerde yol alacak.
Erdoğan’ın tüm halka yönelik baskıyı anormal bir şiddetle artırması ama daha çok haraç mezat elde kalan son vatan kırıntılarının, toplumsal değerlerin, moral yaşamın elden çıkartılmaya çalışılması onun nasıl bir telaşla kendisini iktidarda ve yargılanmaksızın tutmaya çalıştığının, çevresine alabildiğine makam, mevki, kâr, para, iltizam ve ayrıcalık dağıtmasında acınacak kadar çaresiz bir durum da var: hem artık dağıtılacak pek bir şey kalmamasında hem de çevresindeki çemberin artık neredeyse sadece suç odaklı zeminlerde pay ve ayrıcalık talep ediyor olmasında acınacak (mecazi anlamda) bir durum da var.
Ama çok dikkatli olmak lazım: savaş ekonomisi dünyanın legal illegal tüm ekonomilerinin en tehlikelilerinden bir tanesi. Kolay kolay bu sadık partnerlerini harcamak istemeyeceklerdir.
Kaldı ki emekçiler, işsizler, yoksul köylüler, kadınlar, LGBTİ+lar, doğa savunucuları, inançlarını özgürce yaşayamayanlar, eşit vatandaşlık hakları isteyenler, geleceklerinden kaygı duyan gençler, yok sayılan kadim halklar bu barışta öznedirler.
Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihli "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" ve 9 Mart'ta Avrupa Özgürlük ve Barış Formu tarafından paylaşılan metinde, bu çağrıyı gerçekleştirecek güç olarak Anadolu ve Mezopotamya'nın emekçileri, kadınlar, LGBTİ+lar, doğa savunucuları, yoksullar ve diğer kesimler belirtiliyor. Böyle bir güç birliğiyle yola çıkarken, neler yapılmalı ve nelere dikkat edilmelidir?
Benim görüşlerimin EFFP’yi temsil etmediğini söyleyerek başlamak isterim, Zira aramızda çeşitli siyasetlerden, ideolojilerden, görüşlerden ve taleplerden gelen çok farklı sayıda yapı ve insan var. EFFP tüm bunların kendisine yer bulabildiği ve sayısız farklı alanda farklı taleplerin de konuşulabildiği bir platform. 80’in üzerinde kurum, kuruluş, birlik, vakıf, dernek vb.nden ve sayısız kişisel temsilden söz ediyoruz. Dolayısıyla şimdi söylediklerim benim kalbimin söyledikleri olacak.
Evet, biz çağrımızda bu savaşın kurbanlarının savaşın esas öznesi olduğunu ilan ettik. Diğer bir deyişle Anadolu ve Mezopotamya halkları. Bir süredir sadece Türkiye’de değil dünyada artık siyasi haritalar üzerinden değil sınır ötesi yapılar, yani bölgesellikler dahilinde siyaset gelişiyor. Türkiye uzun bir süredir Ortadoğu’nun ayrılmaz bir parçası.
En çok etkilendiği alanlardan birisi. O yüzden savaşın kurbanları da Mezopotamya ve Türkiye halklarıdır. Ve bu halklar barış sürecinin esas aktörleri olmalı. Olacak. Kaldı ki emekçiler, işsizler, yoksul köylüler, kadınlar, LGBTİ+lar, doğa savunucuları, inançlarını özgürce yaşayamayanlar, eşit vatandaşlık hakları isteyenler, geleceklerinden kaygı duyan gençler, yok sayılan kadim halklar bu barışta öznedirler. Yaşam onların sırtından yükseliyor, o zaman gelecek hakkında karar ve söz yetkisi Türkiye ve Mezopotamya halklarıdır.
Dikkat edeceğimiz üçüncü mesele şudur: Bu aktörlerin söz ve karar haklarının sadece kısıtlanmaması değil dahası seslerini duyuracakları her tür adalet zemininin, aracının ve platformunun da yaratılması ve güçlendirilmesi gereklidir.
Bizlerin şimdiye dek en fazla talebi seslerin kısıtlanmaması olabildi. Bu kısıtlılık dahi, ne kadar boğucu bir siyasi iklimde ve ne kadar uzun yıllardır yaşadığımız göstermiyor mu? Haklarımızın kısıtlanmaması talebini dahi aşamadık yıllardır.
Sadece haklarımızı hatırlatabiliyoruz, haklarımızdan geri düşmemeye çalışıyoruz. Oysa radikal demokrasi zemini, mevcut hakların savunulmasından çok daha ötesi, yeni bir adalet yaratmayı talep etme hakkını savunmaktır. Adalet meselesinin tarihinde şimdiki haklar da onlar talep edilmeden, dile getirilmeden önce aslında olmayan haklardı. Örneğin çocuk hakları, kadın hakları, kent hakları, işçi hakları, işsizlerin hakları, vb. biz dillendirmeden önce var değildi.
Dolayısıyla şimdi en önemli görevimiz en çok üzerinde durmamız gereken mesele, yeni bir adalet talebi, yeni haklar manzumesini dile getirmemiz ve bunun için her türlü güçlendirme mekanizmasını da talep etmemiz.
Biz, EFFP, yani bunu yeni bri demokrasi pazarlığı olarak da geliştirmeye çalışıyoruz. Örneğin sürekli atölyeler halinde çalışıyoruz. Farklı gruplardan gelenlerin bu atölyelerde çalışmalarını süreklileştiriyor ve böylece farklı grupları birbirinin taleplerini açıkça anlamasını sağlıyoruz. Toplantılarda örneğin ‘’Senin kahraman önderin benim halkımın katilidir’’ de denebiliyor, ‘’Seni öldükten sonra da nitelikli, dimdik, sözünün eri ve kendine güvenen bir lider olarak hatırlayabilmelerini, sabahları evden çıkarken seni derleyip toplayan bizlere borçlusun’’ da. Ve herkes bunların gerçeğin sesi olduğunu kabul ediyor.
Bu barışa taraf olmayı göze alan, geleceklerinden ve hatta yaşamlarından bu uğurda vazgeçmiş, daha iyi bir gelecek için ömrünü adamış, bazen mezarsız kalmış tüm gençlerimizin aziz anısına saygıyla bitirmek istiyorum. Onlara layık olduğumuzu ve boşuna can vermediklerini söyleyebilelim onlara.
"Savaşan taraflar için de aynı etik gereklidir: Sorumlu konuşacak ve sorumlu davranacaklar"

Çağrı metninde, Avrupa Barış ve Özgürlükler Forumu (EFFP) sürecin, tüm halkların ve inançların özgürce kimliklerini yaşayabileceği bir ortamda gelişmesi için tarafları sorumlu, sağduyulu ve öngörülü olmaya çağırıyor. Bu davranışlar konusunda derinleştirirsek, neler söylemek istersiniz?
Bu önemli bir mesele, biliyorsunuz: Sorumlu konuşmak! Bir önceki kısımda söylediğim farklı çıkarların ve seslerin birbirini duyacak kalp kulağına sahip olma şartıydı. Şimdi ikinci temel meseleye geldik: Bu avazı seslenmek için de sorumlu konuşma etiğini talep ediyoruz.
Sadece büyük toplumsal varlıkların değil, radikal demokrasinin olmasa olmazı, kişisel alanlarda da karşımdakinin en az benim kadar acı çekmiş, hırpalanmış olduğunu ve sağalmayı talep hakkını kabul etmek de var. Ve karşımdakinin en az benim kadar akıllı, çözüm geliştirebilen ve evrensel ahlak ölçülerine sahip olduğunu, nitelikli olduğunu kabul ederek başlamak da var.
Savaşan taraflar için de aynı etik gereklidir: Sorumlu konuşacak ve sorumlu davranacaklar.
Barış yolunda işçiden, kadından, kırılgan olanlardan yana taraf olmak isteyenlerin tamamını da söz üretmeye, çare üretmeye, müdahil olmaya çağırıyorum. Yeni bir dil üretmeye, çatışmasızlığın, savaşsızlığın, barışın dilini üretmeye çağırıyorum. Bizsiz olmaz. Siz olmadan olmaz.
Bu barışa taraf olmayı göze alan, geleceklerinden ve hatta yaşamlarından bu uğurda vazgeçmiş, daha iyi bir gelecek için ömrünü adamış, bazen mezarsız kalmış tüm gençlerimizin aziz anısına saygıyla bitirmek istiyorum. Onlara layık olduğumuzu ve boşuna can vermediklerini söyleyebilelim onlara.
(EJA/EMK)
- https://forumforpeace.eu/about/
- https://bianet.org/haber/avrupa-ozgurluk-ve-baris-forumu-umut-etmek-ve-baris-ihtimalini-buyutmek-istiyoruz-301966#google_vignette
- https://forumforpeace.eu/baris-ve-demokrasi-mucadelesini-yukseltelim/
Ercan Jan AKTAŞ