Hırsızlık yaptıkları, uyuşturucu kullanıp sattıkları, hatta cinayet işledikleri için çocuk ıslah evinde bulunan İranlı kız çocukları 18 yaşına basmadan kendilerini ihtiyar hissedecek kadar yıpranmışlardır. Aile fertlerinden gördükleri kötü muamele, yedikleri dayak veya uğradıkları taciz yüzünden evlerinden kaçmak ve suça bulaşmak zorunda kalan kahramanlarımız, cezaevinden çıkacakları zaman kendilerini bekleyen belirsiz gelecekten de fazlasıyla tedirginler.
Ne de olsa ıslah evinde yaşıtlarıyla, belki ilk ve son defa olmak üzere yoğun bir dayanışma ve duygu paylaşımı içinde derin dostluklar kurabilmiş durumdalar.
İran sinemasının yüksek niteliğini bize bir kez daha tattıran Starless Dreams (Yıldızsız Rüyalar) adlı belgesel karanlık bir dünyadan bize cesurca sesleniyor. Ustalığını her karede konuşturan tecrübeli yönetmen Mehrdad Oskouei filmin kahramanlarıyla özdeşleşmemizi sağlarken dinî baskıyla yönetilen ülkesinde kadın olmanın zorluklarını da bir kez daha gözümüze sokuyor.
18.Selanik Belgesel Festivali sona yaklaşırken, Berlinale'de Uluslararası Af Örgütünün ödülü dahil olmak üzere şimdiden çeşitli ödüller almış 2016 yapımı Starless Dreams, sinemanın gücünü bir kez daha kanıtlıyor. Etkileyici yapıt yalnız belgesel festivallerinden değil, dünyadaki çeşitli kurmaca film festivallerinden de davet almayı sürdürüyor.
Belgesel deyince...
Yönetmen Oskouei sinemanın bir ucunda belgelemenin, diğer ucunda şiirin olduğunu ifade ederken yapımlarında mümkün olduğunca şiire yakın durmaya çalıştığını belirtiyor. Son eserinde bu duruşunu ıspatlarken katmanlı bir dil kullanarak seyirciyi adeta ıslah evinin içine sürüklemeyi başarıyor ve ülkesinin çeşitli gerçekleriyle bizi tekrar yüzleştiriyor; binbir zorlukla alınan izinler sonucunda çekilen belgesel tabii ki çeşitli kısıtlamalar çerçevesinde gerçekleştirilebilmiş.
Filmin çok başarılı montajı sayesinde 76 dakika boyunca gözlerimiz perdeye çivilenirken yakından tanıyormuşuz hissini taşıdığımız kahramanlarımızla empati kuruyor, hayal kırıklıklarını, acılarını, ümitsizliklerini paylaştığımız gibi kızların coşku dolu anlarına da dahil oluyoruz. Uyuşturucu kullanmış, sokaklarda yaşayıp başının çaresine bakmak zorunda kalmış veya annesi dahil evdeki tüm kadınların düşmanı halindeki babasını öldürmüş örnekleriyle kız çocukları, genç yaşta olgunlaşmak zorunda kalmış olmanın ağırlığını gayet bariz şekilde taşıyor.
Selanik'te yaptığımız sohbet sırasında yönetmen, ortaya çıkan eserde çoğunun büyük katkısından bahsediyor.
Meseleye hassasiyetle yaklaşan Oskouei ve ekibinin varlığı da belgeselin her anında hissediliyor. En başta gayet fotojenik koğuş olmak üzere, ıslah evinin çeşitli mekânları, muhteşem ışık yönetimi ve gerektiğinde kıvrakça hareket eden kamera ile sanki kurmaca filmlerindeki bir seti andırıyor. Zaten genelde kurmaca bir film seyrediyormuşuz hissine kapılıyoruz.
Yaşlarının getirdiği olağanüstü enerji patlamalarından biri sırasında topluca şarkı söylerken, kız çocuklarının tepeden seslerini kaydeden mikrofonu kapıp ses performansına girişmeleri bize tabii ki belgesel sanatının dahilinde, hatta yüksek zirvelerinde olduğumuzu unutturmuyor.
Belgeselin sınırı?
İlgili makamlar tarafından filmin çekimi için öngörülen kısa zaman süresine rağmen, ıslah evinde tutulan kız çocuklarının güvenini kazandığı anlaşılan yönetmen ve ekibi, çocuklukları ellerinden alınmış kahramanlarımızla yakınlık kurup çok özel itiraflarda bulunmalarını da sağlıyor.
Belgeselin sonlarına doğru Ouskouei'nin tüm film boyunca kız çocuklarına soru soran sesini bir kez daha duyuyoruz. Fakat bu kez geniş koğuşta ışıklar sönmüş, çocukların tümü uyurken bir tanesi ertesi sabah serbest kalmanın heyecanıyla gözlerini kapatamamaştır.
Her ne kadar İran'da insanlar genelde birbirlerine yumuşak ve zarif tonlamalarla seslense de yönetmenin hitap şekli bu sefer adeta insanın tüylerini ürpertiyor. Son yıllarda seyrettiğim en heyecan verici kurmaca, Pablo Larraín'ın The Club adlı filminde Marcelo Alonso tarafından canlandırlımış müfettiş Peder García karakterini hatırlamama sebep olan sahne, belgesel çekimlerinde insanların özel hayatına müdahaledeki ince dengeyi bir kez sorgulatıyor.
Buna rağmen Farsça adıyla Royahaye Dame Sobh, böylesine hassas bir konu hakkında çekilebilecek en estetik yapıtlardan biri. Çocuk cezaevindeki kız çocukları aracılığıyla baskıcı bir toplumun ve özellikle ailelerin sorumluluklarını ön plana çıkaran belgesel Türkiye'de de ilgi görecektir...(MT/NV)