Kana susamış bir rejimin kefaretini ödemek zorunda kalmış suçsuz insanlar...
Sebepsiz yere tutuklanıp hapse atılmış, dayak yemiş, işkenceye tabi tutulmuş, hayatlarının geriye kalan bölümünü eksik beslenmenin sebep olduğu kalıcı arızalarla geçirmek durumunda olan "eksilmiş" varlıklar...
Kırk bini aşkın ölünün yanında, sayısı bilinmeyen kayıpların yasını bile tutamamış bir halk...
"Emir kuluyduk, saldırmaya hazır köpekler olarak yetiştirildik" diyor devletin maşası halindeki eski bir siyasi polis. Karşı karşıya geldiği kurbanlarından biri, kötülük yapmanın seçeneklerden biri olduğunu, tercihini iyilikten yana kullanmadığını hatırlatıp gaddarlığını yüzüne vuruyor.
Çad'ın kanlı diktatörü hakkındaki Hissein Habré, une tragédie tchadienne (Hissène Habré, Bir Çad trajedisi) adlı belgesel ilk olarak 2016 Cannes film festivalinde görücüye çıkmıştı. Ağustos ayında düzenlenecek Prizren'deki 15. Dokufest'in İnsan Hakları yarışmasında şansını deneyecek olan etkileyici yapımda, devrildikten 25 sene sonra olsa da, Senegal'de tutuklanıp yargılanan ve suçlu bulunan diktatörün icraatı kurbanları üzerinden teşhir ediliyor.
Özellikle kadın avukat Jaqueline Moudeïna'nın seneler süren çabaları sonucunda insan haklarını ihlal etme suretiyle, tecavüz, cinsel kölelik ve 40 bin kişinin ölümüne sebep olma suçlarından ömür boyu hapis cezası alan Hissène Habré, Afrika yakın tarihinin en korkunç liderlerinden biri olarak anılıyor.
Yönetmen Mahamat-Saleh Haroun, Çad/Fransa ortak yapımı 82 dakikalık belgeselde çoğunluğu Müslüman olan ülkesinin "yeryüzündeki cehennem" haline dönüştüğü yılları, insanı içine yavaş yavaş çeken bir anlatımla aktarıyor. Adaletin askıya alındığı mevzubahis dönemin yaraları yıllardan sonra bile pek iyileşmiş gibi görünmüyor.
Hafızadan asla silinmeyen acılar
Osmanlı'nın bir zamanlar el attığı diyarlardan Çad'ın Müslüman nüfusuna askeri eğitim vermek üzere bir birlik gönderdiği tarihi bilgiler arasında. Askerlerden bazılarının dönmediğinden, oralara yerleştiğinden ve günümüzde Osmanlı torunu olduklarını belirten insanların varlığından da bahsediliyor. Bir ara Fransız sömürgesi haline gelen Çad'ın bitmeyen çalkantıları, Habré rejimi öncesi ve sonrasında da derin izler bırakmış durumda.
Belgeselde, 1982 ile 1990 yılları arasında ülkesinde cumhurbaşkanlığı yapmış Habré'ninkanlı rejimine destek veren ülkeler arasında ABD ve Fransa'nın dışında Mısır, Irak ve Zaire'den de bahsediliyor. Çad halkının dehşetle hatırladığı siyasileştirilmiş polis DDS'in zalimliği, insanlık dışı muameleleri, cinayetleri, aradan geçen uzun yıllara rağmen kesinlikle unutulmuş değil. Fiziksel izler dışında, psikolojik travmalardan mustarip rejim mağdurları hapishanelerde aç, susuz bırakıldıklarını, tırnaklarının söküldüğünü, kırbaçlandıklarını anlatıyorlar. Koğuş arkadaşlarının büyük bir kısmını şahsen gömmek zorunda bırakılmış bir mahkum ölülerin rüyalarında hala karşısına çıktığını belirtiyor.
"Yaşama coşkumu yitirdim", "Kendimi yarım insan gibi hissediyorum" veya "Bitkiye döndüm" kamera karşısında ifade edilen sözlerden bazıları. İşkenceden dolayı iş göremez halde olan, cinsel gücünü, görme veya duyma yetilerinin büyük bir kısmını yitirmiş, ayakta duramayan veya yürümeyen Çad'ın kayıp nesliyle karşı karşıyayız.
Adalet peşinde sağlam duruş
Dingin bir atmosfere sahip olan belgeselde yönetmen Haroun bazı kahramanlarının direkt kameraya konuşmasını sağlıyor, fakat çoğu sahne rejim kurbanlarıyla Clément Abaïfouta'nın sohbetlerinden müteşekkil. Hissein Habré Rejim Mağdurları Derneği'nin başkanı Abaïfouta'nın ziyaretine gittiği çoğu kişi, aralarındaki samimiyet sayesinde cesur itiraflarda bulunabiliyor.
Ölenlerin, kayıpların anısını yaşatmak, onlar için ağlayabilmek ve yasını tutmak arzusuyla adaletin yerine getirilmesi yönünde çabalayan ve sonucunu sabırla bekleyen Çadlılar, yıllar sonra inanılması zor neticeye ulaşıyorlar. Binbir çeşit uluslararası siyasi entrika ve diplomatik engele rağmen, başını Jaqueline Moudeïna'nın çektiği mağdur avukatları Hissène Habré'nin tutklanmasını, yargılanmasını ve mahkum edilmesini sağlıyorlar; üstelik sözkonusu karar bir devlet başkanının başka bir ülkenin mahkemesinde insan hakları ihlalinden mahkum edildiği ilk vakayı oluşturuyor.
Mütevazı ve saygılı duruşunu film boyunca koruyan yönetmen mevzubahis yargılamayı da mümkün olduğunca sansasyondan uzak bir tavırla yansıtıyor.
Diktatörü, daha çok sebep olduklarıyla tanımamızı isteyen tecrübeli sinemacı Habré'nin Dakar'daki duruşma salonunda kıyameti kopardığı, mahkemeyi gayrı meşrulukla itham ettiği ve onu kavramaya çalışan güvenlik kuvvetlerince yaka paça dışarı atıldığı anları filme eklemeden edemedi diye düşünüyorum. "Hem suçlu, hem güçlü" deyimini bize layıkıyla hatırlatan yüzsüz lider hakkındaki hukuki dava, belgeselin çekim aşaması bittiğinde ne yazık ki sona ermemişti.
Kadın azmi
Ülkesinin ilk kadın hukukçularından, insan hakları aktivisti avukat Jaqueline Moudeïna'nın metanet ve ısrarının süreçte önemli rol oynadığını da belirtmekte fayda var.
Moudeïna, devrildikten sonra diktatörün Senegal'de rahatça yaşadığı dönemde yedi Çadlı kadın adına açtığı dava sayesinde Hissène Habré'nin işkence ve barbarlıktan suçlu bulunmasını sağlamıştı. Bazı gizli güçler sayesinde karar bir sene sonra geçersiz hale getirilince Moudeïna diktatörün Belçika'da savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırımdan mahkum edilmesini sağlamış. Habré'nin ikamet ettiği Senegal'deki ilgili yetkili makamlar kendilerinden beklenen yükümlülükleri uygulamada epey nazlanmış.
Mutlu sona neyse ki 30 Mayıs 2016'da ulaşıldı, diktatör mahkum oldu ve adalet talebinde bulunan Çad halkının çabaları ve beklentileri, dünyanın diğer halklarına ilham verecek şekilde karşılık buldu. Yönetmen Haroun'un deyimiyle "Mağdurlar birer kahramana dönüştü"!
Dokufest'in programına buradan (http://dokufest.com/) erişebilirsiniz. (MT/HK)