İnsanları birbirine bağlayan, evrensel olmayı başaran tek müşterek dil müzik.
Üstelik mevzu kadın sesinin icra ettiği müzik olunca akan sular durur.
Oysa 1979’dan beri, dinin bir baskı unsuru olarak sömürüldüğü İran’da kadın sesi yasaklılar arasına girmişti.
Fakat internetin ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla kadınlar artık seslerini duyurmaktan daha az çekinir oldular. Videolarını sanal ortamda yayımlayanlar, aile çevresinden daha geniş ortamlarda şarkı söyleyenler, hatta sahneye çıkanlar da çoğalmakta.
İran’dan etno-müzikolog Yelda Yazdani ve Almanya’dan yönetmen Andreas Rochholl güçlerini birleştirerek İran’ın gayet geniş kültürel ve müzikal değerlerini bir belgeselde irdelemeye girişmişler.
Ülkenin dört bir yanından kadın solistlerle temasa geçip her birinin yerel gırtlağını, şarkı geleneğini, müzikal hazinelerini yeraltından çıkarmaya soyunmuşlar.
2020 Almanya yapımı 76 dakikalık İran’ın Kadın Sesi (The Female Voice of Iran) başlıklı belgesel, etnografik unsurları ön planda, kurmacaya göz kırpan iddialı bir film. Muhtelif efektlerle mucizevi sekanslara da yer veren, oryantalist, hatta kiç bir estetik yaklaşıma sırtını dayamış belgesel, mevzuyla alakadar olmak isteyenler için geniş bir başlangıç spektrumu sunuyor denebilir.
Mozaik gibi memleket
Milliyetçi bakış açısına inat, İran’ı oluşturan farklı etnik zenginlikleri şimdiye kadar görmediğiniz ölçüde duyumsuyorsunuz. En başta Acem olmak üzere, Kürt, Kaşkay, Azeri, Arap, Türkmen ve daha birçok kültür filmde adeta resmigeçitte. Kadınlar için bunlar ayrıştırıcı birer unsur değil, aksine onları birleştiren, besleyen ve geliştiren faktörler. Yıllar süren istibdat sebebiyle dış dünyaya açılan pencereleri sayılan çehreleri aşırı ihtimamdan mustarip görünse de müzik onlar için artık esas özgürleştirici faaliyet. Kameralara rağmen başörtülerinde gittikçe artan gevşeklik de dikkat çekici.
Filmden edindiğimiz ana duygu şu: Bugün kadınlararası dayanışmayla düzlüğe çıkmanın, susuzlukları gidermenin zamanı. Vakit izolasyondan çıkıp bağlantıya geçmenin, birleşmenin, ümidin yollarını hızla döşemenin vakti.
Kürt halk müziği şarkıcısı Jivar Şeyhülislami, “Kadınların şarkı söylememesi veya hissetmemesi öngörülseydi Allah’ın onları dilsiz yaratması gerekirdi” diyor. Zahedan’lı Münire Khodabandeh hayat tecrübesini “ Herkes sevdiği şeyi yapmalı, yasak da olsa yapılıyor nasılsa, çünkü hayallerinin peşinden gidiyorsun…” cümleleriyle aktarıyor.
“Gerçek bir kadın kendine güvenir ve bağımsızdır. Hislerini korkmadan ve ‘Başkaları ne düşünür’ü kale almadan dile getirir” gibi cesur ifadeler de yer buluyor fazlasıyla renkli belgeselde.
Hale Seyfizade sesin insan ruhunu ortaya çıkaran bir enstrüman olduğunu belirtiyor.
Karizmatik Zühre Gholipour “Sevgi başlangıçtır, sondur ve de aradaki her şeydir!” diyor.
Filmde memleketin bir ucundan diğerine savrulurken karşılaştığımız kadın şarkıcıların güzel sesleri dışında özlü sözleriyle de bizi ihya ettiği kesin!
“İnsanlar farklı farklı dinlerin vecibelerini yerine getirir, fakat hayatta tutku ve neşeye de ihtiyaç vardır.”
“Kadın olmayı seviyorum, şarkı söylemediğim zaman bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorum.”
“Eminim ki istikbalde her şey daha güzel olacak!”
Kaşkay’lardan selam var bizlere
Filmin sonlarına doğru İsfahan’daki bir bahçede, coğrafyanın muhtelif diyarlarından gelmiş kadın kahramanlarımızın sabırla beklediğimiz toplu dinletisine kısaca da olsa şahit oluyoruz. Hatta akabinde aynı kadınların Berlin’deki bir festivalde muhtelif dinletiler gerçekleştirdiğini internetteki kısa bir araştırmadan öğrenmek zor olmadı.
Bir ara prodüktör Sebastian Leitner’in ekibe katılmasıyla taçlandırılan kapsamlı proje, mevzumuz olan süslü belgesele dönüşmüş.
Şimdiye kadar hakkında yazı yazdığım en folklorik belgesel olarak nitelendirebileceğim İran’ın Kadın Sesi’nin en sonunda Kaşkay Türkleri’nden Masume Gorginpour’a ithafla karşılaşıyoruz. 97 yaşında, hasta yatağında olmasına rağmen hayat enerjisini muhafaza edip kameraya şiir ve şarkı söyleyen Masume filmin kesinlikle en çarpıcı karakterlerinden biri.
İran’da Azeriler’den sonra en kalabalık Türk boyu sayılan Kaşkaylar, hayat tarzları olan göçebelikten zorla alıkonmaya çalışsalar da gelenek ve değerlerini dirayetle korumayı sürdürüyorlar. 2019 yılında vefat etmeden kısa bir süre önce, aynı zamanda aşiret reisi de olan Masume’nin şahsen yazıp bize okuduğu şiir de bunun ispatı:
Hissediyorum bahar yakında gelecek
ve toprak lalelerle dolacak.
Ah! bunu affetmem ne mümkün!
Dünyaya aşkla geldim
onsuz gidiyorum şimdi.
Bazısına krallık tahtı nasip olur
başkasına balıksız bir deniz.
Birisi heyula gibi sarayda yaşar
diğeri kara toprakta!
(MT/EMK)