Muktedir kültürün yaygın ve her daim gündem tutan acısının pazar(lık) metaına dönüştürülmesinin adı olmuş “şehit” edebiyatı! Bu cümleyi elbette küçümseme ya da yok sayma anlamında kullanmadım. İşin siyaseten zuhur etme halidir meramım.
O halde şu vurguyu akabinde yapma hakkım olmalı; mağdurun, mazlumun da onca ölüsü ve yitiği orta yerde duruyorken! Hem de hoyratça ve adeta “leş” muamelesine tabi tutularak orta yerde duruyorken! Şehitler arasında ayrım mı yapacağız!
Veya şöyle de bakma ihtiyacı duyacağız:
Kesilmiş kulaklardan maskot ya da boyunbağı mı istersiniz!
Yoksa asit kuyularından çıkarılmış kemik yığınları mı?
Şanslı olanlar ölüsüne kavuşabilenler, onların da mezarları / mezarlıkları tahrip ediliyorken!
Veya henüz bedeni bulunamadığı için bin küsur haftadır sadece fotoğrafı üzerinden akıbeti sorgulanan!
Bunlar da konuşulmalı sanki!
Bir söz vardır; “En anlamlı barış; kazan-kazan şeklinde olandır”. Yani çatışan iki tarafın da kazandığına inanarak yol yürüme sürecini sürdürme hâli.
İşte budur sanki aslolan.
Bir yeni dile şiddetle ihtiyaç var. Bu sebeple; terörist, terörist başı, bebek katili / katilleri yerine; Bahçeli’nin “kurucu önderlik” vurgusu Kürt cephesinde tahmin edilemeyecek kadar karşılığı olan bir ifade.
Tercih edilmesi gereken dil; eşitler arasındaki ilişkilenmenin, aynı ülkenin yurttaşı olunduğunun zihinlerde yaratacağı algıyı pekiştiren bir dili gündelik hayata yayan bir üsluba dönüşmesi ile kıymetlenir.
Biz, hemen her gün, herhangi bir saatte gece yarısı ya da şafak vakti odalarımızın içinde dahi o dehşet gök gürlemesi gibi uçak (jet) seslerini duyduk. “Yine gidiyorlar, bombalamaya” dedik kendimize, yıllarca.
Ve aynı gün resmi açıklama; şu kadar “terörist etkisiz hâle getirildi”. Öldürülmenin adı “etkisiz hâle getirilme” oldu yıllarca. Ya annelerin, o “etkisiz hale” getirilenlerin içinde acaba kendi çocukları var mı! diye adına “Özgür basın” dedikleri yazılı ve görsel yayınlarda “ ölü” takibi yapmalarının hüznü!
Bir şarkı sözü misalidir tragedya;
“Bir ah çeksem karşıki dağlar yıkılır”.
Birçok annenin bağrında birer “dağ” yıkıldı yıllarca. İşte şimdi artık o dağların yıkılmaması / yıkılmayacağının bilinmesi bile kıymetlidir. Bunu ancak analar bilir.
Ve “yarım elma, gönül alma” misali onurlu insanın gönlünü kazanmanın vaktidir. Usta şair Ahmed Arif diyor ya;
“Dünya gördü,
Bizi boğazladılar.
Tutma gözyaşlarını
Onur da ağlar…”
Evet tam da şimdi onuru ayaklar altında çiğnenen; cesetleri buzdolabında bekletilen, dışkı yedirilen, cinsel uzvuna ip bağlanıp köy meydanında süründürülenlerin toplum nezdinde artık “özgür” yurttaşlar olarak itibar göreceği zamanlar olmalı, o zamanlar gelmeli artık.
Ya ben, benim kendime dair ahım; işte onu ne siz sorun ne de ben söyleyim.
Kürt meselesi sanıldığının aksine “apolitik” bir meseledir. Biliyorum, kimileri için şaşırtıcı bir belirleme. Ama doğru!
Şu sebeple; Kürt meselesi insani bir mesele! İnsan olarak, insan olmaktan kaynaklı bütün temel hak ve özgürlüklerinin gasp edilmesi, yok sayılması nedeniyle kimliksizleştirilme, kişiliksizleştirilme meselesi de ondan.
Dilinden vazgeçirtilerek, başka bir dilin milliyetçiliğini dayatma meselesi. Bunların hiçbiri aslında politik değil! Olsa olsa üst bir aklın politik olarak dayatılıp kullanılma biçimi.
İşte tümüyle bu sebeple artık “Kürt milli gururu”nun tezahürü hâl ve vakitlerini yaşıyoruz. Bediüzzaman Seîdê Kurdî “Siyasette lafız, mananın zıddıdır” kelamını boşuna dile getirmemişti, bilmem farkında mıyız?
(HA)