Bir bataklık ekosistemi olarak isyan

Yine tarihsel bir kırılmanın eşiğindeyiz. Bu momenti yaratan, Orta Doğu’nun kıyısında, bataklığa dönmüş bir ülkedeki gençlerin umulmadık kıpırdanışı.
Dünyayı diplerinden birbirine bağlayan bu bataklık çürümeye yüz tutmuş Kıta Avrupa’sının sınır kapılarını oluşturuyor. O sınırlarda duvarlar günbegün yükselip kalınlaşırken sınırların ardındaki sulara her gün toksik atıklarla birlikte insan yükleri boşaltılıyor. Bataklık, dünyanın yağmalanan yepyeni kaynaklarını ve kapkara bir ekonominin kavşak noktasını temsil ediyor.
Gözden çıkarılmış bu ülkenin dağlarına siyanür havuzu patlayan madenler; kıyılarına denetimsiz termik, nükleer santraller; yakılan ormanlarına lüks tesisler ve oteller; ovalarına ilk sarsıntıda göçen, demiri çalınmış betondan evler; akarsularına HES’ler, zirvelerine RES’ler; mahallerine uyuşturucular ve kentsel dönüşümler; kültür varlıklarına göller, otobanlar ve tüneller bahşediliyor. Bataklığın bir tarafına sızdırmaz setler çekilirken diğer taraflarından taşlar eksiltilerek yepyeni kara para rotaları oluşturuluyor.
Silah, uyuşturucu ve insan ticareti; kaçak petrol, toksik atık ve cihatçı transferleri; hiçbir denetime tabii olmayan sermaye, ucuz işgücü; elbette savaş ihracatı ve ideoloji ithalatı yine bu rotalar üzerinde gerçekleşiyor. Her şey gelip bu bataklıkta, Kıta Avrupası’nın sınırlarında birikiyor. Hudutsuz sömürü, yolsuzluk, denetimsizlik, pervasızlık ve liyakatsizlik; zorbalık, taciz, bağımlılık; çocuğa, kadına, azınlıklara ve canlılara şiddet; intiharlar, açlık, yoksulluk, evsizlik; geleceksizlik, umutsuzluk ve giderek bir sosyal kriz… Ve pek tabii öfke ve isyan da yine bu bataklıkta birikiyor. İsyan eden gençler Avrupalıların “kapıları tutun, kapıları tutun!” dedikleri bu yerde yaşıyor.
İçinde yaşadığımız bataklığın sonsuz bir derinliğe sahip olduğunu sandığımız bir anda üniversite öğrencilerinin barikatları aşarak başlattıkları isyan Ursula K. Le Guin’in şu sözlerini getiriyor akla: “İçinde yaşadığımız kapitalizmin gücü kaçınılmaz görünüyor. Bir zamanlar kralların hakları da öyle görünüyordu. İnsan her güce karşı direnebilir ve bu güçler insanlar tarafından değiştirilebilir.”
Bataklığın diplerinden birdenbire insanlığın tükenmez kaynakları fışkırıyor. Umut yine tarihsel bir kırılma noktasında dipten çıkarılıp ansızın tavan yapıyor. Nicedir çalınan rüyalarımızın boşluğunda kolektif düş haznelerimizi, dipsiz imgelem kuyularımızı, bir toplumun harcı olan ortak bellek yataklarımızı coşkun yağmur suları gibi dolduruveriyor. Yeniden hayal kurabilmeye, düşleyebilmeye başlıyoruz. Sessizliğin çığlığından nicedir uykuya dalamayan çocuklar, oğul veremeyen arılar, kar hasretiyle yanıp tutuşan dağlar, sokakların gümbürtüsüyle bir anda düşlere dalıveriyor. Bu düşler, rüyalarımızı çalanların karşısında nasıl ayık kalabileceğimizi de gösteriyor.
Bataklığın dili
Bataklıktan çıkışın yollarını sokak sokak, kampüs kampüs arayan öğrenciler ortak düşleri gümbür gümbür uyandırırken bataklığın dilinden konuşuyor. Kapıların ardına sıkışmış, bataklıkta çırpınıp durmaya alışmış çoğunluk, bataklıkta doğan bu gençleri anlamakta zorluk çekiyor. Bataklıkta yüzmeyi öğrenmiş gençler yepyeni bir karşı kültür oluştururken çoğunluğun göremediği ya da artık bakmayı bıraktığı çıkış kapılarını da görebiliyor. Daha doğrusu kapıların var olabileceğini, olmak zorunda olduğunu, duvarların tünelsiz olamayacağını, Ursula’nın işaret ettiği gibi kaçınılmaz olan güçlerin ancak bir görüş kaybının sonucu olduğunu bize gösteriyor. Çünkü genç kuşaklar yaşamlarını kapılara göre kurmak zorunda. Hiç kimse bir duvar düşü görmüyor ve duvarların içinde yaşamak istemiyor; çünkü duvarlar bir kâbusun konusu olabilir ancak.
Bu satırlar yazılırken Uludağ’da yine bir otel yanıyor, insanlar içinde mahsur kalıyor; içerden haber alınamıyor. Vaktinde binaların, yurtların, göçüklerin, yanmış ormanların, denizlerin, batık teknelerin ve daha nicelerinin içinden haber alınamadığı gibi… Çok uzun süredir bataklığın dili olmuştu bu cümle: içerden haber alınamıyor. İşte gençler artık habersizce gelen bu dili konuşuyor. Bu sırada ODTÜ’de öğrenciler yaka paça gözaltına alınıyor ve bataklığın her yerinde öğrenciler, gazeteciler, bataklığı seslendirenler içeri alınıyor ve içerden haber alınamıyor. Dışardakiler içerdekilerden mahrum kalırken, giderek kendi içlerinden de yoksun kalıyor. İşte gençler bu yoksunluğun dilini konuşuyor. Yoksunluk arttıkça bu dil de giderek büyüyor, şekil değiştiriyor, bir bataklık diline dönüşüyor.
Gezegen en kurak dönemlerinden birini yaşıyor. Suriye’de katliamlar devam ediyor, Filistin’de ateşkes anlaşması ihlal ediliyor, gözlerin görmediği başka bataklıklarda nice cinayetler işleniyor. Bütün bataklıklar diplerinden birbirine bağlanıyor ve gezegen kocaman bir bataklığa dönüşüyor. Bataklıklarda yüzmeyi öğrenen gençler Sırbistan’dan Yunanistan’a Türkiye’den Gürcistan’a, İran’dan Meksika’ya görünmez kılcallarla birbirine bağlanıyor; hepsi yepyeni bir ekosistemi seslendiriyor. Bataklığı yaratanlar bütün bu isyanlarda organize bir teşebbüs, bir dış güç arıyor; birbirine diplerden bağlı ince sucul kökleri görmezden geliyor. Gezegenin yüzey sıcaklıkları yükselmeye devam ediyor; bu yeni iklimde yepyeni bir karşı kültür filizleniyor. İklim grevlerinin yaratıcısı Greta Thunberg ve yol arkadaşları bütün dünyada 22 yaşına giriyor.
Boğulamayan sesler
Diplerden çıkarılan düşler diğer düşlere ince ince ve kendi dilinde bağlanıyor. Bu yepyeni bataklık ekosistemi, ılık ve nemli, karmaşık ve çok sesli, sık ve dikenli, boğuk ve kasvetli… Ama yine de çamurların arasından çıkmanın bir yolunu buluyor. Bu sırada bu biricik dil, eski kalın ve detone sesler tarafından yeniden kapatılmak, hapislerde, meydanlarda ya da sandıklarda boğulmak isteniyor. Eski dünyaya ait milliyetçilik soslarına bulanıyor, bataklığı kutsallaştıran söylemlere hapsediliyor. Bataklığa hiç kimse bataklık diyemiyor. Bataklığın yaratımına ortak olanlar, gençlere güvenli bir isyan deneyimi hizmeti sunuyor. Bu sınırlandırılmış deneyimin içinde, seslerin boğulduğu diplerden, kapalı kapılardan ve içerilerden başka hiçbir şey vaad edilmiyor. Ne var ki lotuslar, nilüferler ve bambular diplerde artık boğulamazlar. Dip bitkilerinin gözü artık yüzeyden başka bir şey görmüyor.
İçerden ses alınamıyor ya da içerden ses ancak böyle alınabiliyor. Diplere kapatılmış olanlarımızı da, ancak diplerden gelen bu sesler çıkarabilir.
(HA)