Yine kış geldi. Güzel havaların gitmesiyle beraber evden bunalıp kendini sokaklara atmalar da bitti. Şimdi sıcacık evimizde, battaniyenin altında oturuyoruz.
Sosyalleşme hallerimizde mevsimsel bir döngü var sanki, yazın iş çıkışı bizi arkadaşlar beklerken, kışın televizyon ekranındaki arkadaşlar bekliyor.
Yaşasın diziler! Onlar da olmasa boş vakitlerimizi nasıl dolduracağız.
Dizilere bağımlılık...
Dizi izlemenin en sevdiğim yanı, kendimle kaldığımda ne yapmam gerektiğini düşünmek zorunda olmamam. Kendime birlikte takılacak sanal arkadaşlar edinmem, belki arkadaştan öte bir aile.
Bağımlı olmaya meyilli kişilerdenseniz, derdinize derman oluyor dizi izlemek. Bazen kendimi saçma sapan bir diziye bakarken buluyorum, ama bırakamıyorum. Basiretim bağlanıyor, kumandanın tuşuna basamıyorum. Adım gibi de bilsem ne olacağını –ve hatta koskocaman bir sezonun nasıl biteceğini-, içimdeki bağımlı ekrana kilitlenmeme sebep oluyor. Ve bu her hafta tekrarlanan bir ritüele dönüşüyor.
Takip ettiğim diziler ekrandan kaldırıldığındaysa imdadıma sezonluk halde satılan dizi DVD’leri yetişiyor. Akşam işten gel, koy diziyi yatana kadar izle; haftasonu gir yatağa bütün gün ve hatta gece dizi izle.
Sanki dizi karakterleri kankanız...
Tabii dizileri yoğunlaştırılmış halde izlemenin bazı yan etkileri de yok değil. O dizinin ruhuna bürünmek, sanki dizi karakterleri kankanızmış gibi hissetmek, rüyalarınızda dizinin bir parçası olmak başınıza gelebilecek şeyler.
Bir dönem Nip/Tuck adlı ahlaken yozlaşmış bulunabilecek estetik cerrahlarının maceralarını anlatan bir diziye takılmıştım. İkinci günün sonunda kendilerini İstanbul’da sahip olmadığım ailem gibi hissetmeye başlamıştım. Tabii biraz sapkın bir aile, yok aslında çocuğun babası başka biriymiş, çocuğun sevgilisi de aslında biyolojik annesiymiş gibi tuhaf ensest durumlar falan vardı.
Sex and the City, Lost...
Neyse ki elimdeki sezonlar bitti de, ilişkimiz biraz mesafelendi, ben de kurtardım kendimi böylesi bir aile yapısından.
Sex and the City’i izlediğim dönem oldukça zordu. Tüm sezonları on gün gibi kısa bir sürede tamamladıktan sonra, kendimi New York’ta yaşamadığıma ve çuval dorusu param olmadığına inandırmak hayli zaman aldı.
Sonra Lost çılgınlığına kaptırdım kendimi. Uçak kazası ne kötü bir şeydir, bir adaya düşsem ne yapmam gerekir, bugünün dostu yarının düşmanı olabilir gibi birtakım yararlı bilgiler öğrenmenin yanı sıra oradakileri de sevdim. Onlar da benim arkadaşım oldu, iş çıkışında takıldığım. Sawyer, Kate, Jack, Locke, Sayid, Charlie ve adını sayamadığım diğer dostlarla geçti nice akşamlar.
Hani bir gün de maceradan maceraya koşmak yerine, birlikte King oynasak fena olmazdı ya, neyse. Bu kadar kusur, kadı kızında da olur.
Dr. Gregory'le tanıştım...
Lost’un tatile girmesiyle oluşan boşluktan istifade ederek Dr. Gregory House’la tanıştım. Kendisi huysuz, kimselere güvenmeyen, başının dikine giden bir doktor. Ama iyi biri aslında. Umutsuz durumdaki, kimselerin tanı koyamadığı hastaları ona gönderiyorlar. O da hastalığı tespitleyip, ölümcül bir durum yoksa hastalarını kurtarıyor. Kendisiyle bir kere tanışınca insanın tıp ilmine ilgisi artıyor.
Çocukları doktorluk mesleğine özendirmek için okullarda eğitim amaçlı gösterilse, eminim sonuç tıp fakülteleri için bir kazanç olur. Bir yandan da Dr.House’un zekasıyla yarattıklarını görünce ondan başkasına muayene olasın gelmiyor. Hani utanmasam hastaneye gidip “Dr. House’la randevum vardı. Ne, öyle biri yok mu? Ne biçim hastane burası” diyeceğim.
Hastaneler ve doktorlarla aram hep iyi olmuştur, severim burnum aktığında, ateşim 37 olduğunda kendimi doktorların güvenli kollarına bırakmayı, steril hastanelerin hemşirelerle dolu güzel koridorlarında oturmayı. Oysa artık Dr. House’un olmadığı bir hastane bana güven vermiyor.
Geçen hafta öksürük, hafif ateş ortalarda dolanıyorum, çevremdekiler doktora gitmemi tembihliyor. Sonunda düştüm hastanenin yoluna, tam acilin kapısında aklıma Dr.House geldi. O olsa bir bakışta koyardı teşhisi, yazardı ilacı, gönderirdi beni eve.
Oysa şimdi girsem acilin kapısından dünya kadar test yapılacak, röntgen çekilecek ve sonunda en az iki saatimi hastanede geçirmiş bir şekilde geniş spektrumlu antibiyotiklerle evime döneceğim. İşte tam o anda, bana bir şey oldu, hastanenin kapısına arkamı döndüm ve doğrudan eve Dr. House izlemeye yönlendim. Yalnız bir şartla, Dr.House’cum bir bölümde de beni bu dizi bağımlılığından kurtararır mısınız? (EK/NZ)