Sevgili okuyucular, bu sorum hepinize.
Gül gibi geçinip, resmi tatillerde beraberce çimlerde uzanmak, her gün tavla oynamak, hafta sonları dizi izlemek, boş zamanları birbirinle doldurmak, alışveriş merkezlerinin kalabalığında birlikte daralmak varken, neden üzüyoruz sevdiğimizi.
İnsan hayattan ne bekler? Daha çok para mı? Daha çok sevgi mi? Daha iyi bir kariyer mi? Peki eski Türk filmlerinin bize öğrettiği gibi parayla saadet olmuyorsa, ihtiyacımız olan güzel bir sevgi değil mi?
Çok sıkışınca arkadaş sohbetlerinde “yalnız ama güçlüyüm” diyoruz, oysa “yalnız ama mutluyum” diyenine ben pek rastlamıyorum. Siz?
Orta okul ders kitaplarında da vurgulandığı gibi, insan sosyal bir canlı. Yani yalnızlık bünyesine aykırı. Baharla gelen flörtöz haller boşuna değil o zaman.
Yüksek Sadakat adlı filmi hatırlayalım beraberce. Esas oğlan, daldan dala atlayıp skor peşinde koşarken yaşı 40’a dayanıyor. Yeninin peşinden sürüklenirken de, yerinde giden bir beraberliği çöpe atıyor.
İstesek yok mu daha genci, daha güzeli, akıllısı; bir değil bin tane var, arayınca bulunuyor.
Peki bu arayışın bir sonu var mı?
İnsanlar üremeye devam ettiği sürece, elbet bu arayışın doğal bir sona ermesi imkansız. 50’sinde, 20’lik kızların peşinde dolanan adamların neması da bu.
Saadet noktası nedir?
Hadi onlar vampir, gençlik sevdası lanetleri olmuş; bu uğurda bir yanılsamanın içinde savruluyor. Ya diğerleri, onların saadet noktası nedir?
Gençken bilinçsizce dahasını istiyoruz, ama yaş ilerleyip beden size bir son olduğunu, hayatın sabit durmak yerine hızla aktığını hatırlattığında kanaat etmek saadetin anahtarı oluyor.
Şu ölümlü dünyada aynı yastığa başkoymaktan huzur duyacağın birini bulmak hiç kolay değil. Bulup kaybetmekse apayrı bir acı.
Yaşadığım kentte, yalnız ve mutsuz bir sürü kadın ve erkek var. Kadınlar kendilerini işe, erkekler kendilerini içkiye veriyor. Hepsinin aklında, gönlünde pişmanlıkla hatırladığı, beraberinde kabus gibi taşıdığı ilişkiler var; bittiğinde dayanaksız kaldığı, anlamını, yaşamayı unuttuğu.
Kadınlar sarih; güven ve mümkünse çocuk veren bir adam istiyorlar. Adamlar içinse durum çok karışık, çünkü hayatta neyi tutsalar gözlerini öteki alıyor.
30 yaşa kadar olan ilişkilerinde mutlu sona eremeyen kişiler için sonrasında fazla titizlenmemek, tesadüflere müsaade etmek gerekiyor. Mesela hastane kuyruğunda arkanızda bekleyen adam, ya da otobüste her gün yan yana oturduğunuz kişi siz şimdilik bilmeseniz de müstakbel eşiniz olabilir.
Artık yorulduysanız...
Hem zamanla seversiniz de birbirinizi. Saygı, sevgiyi doğurur. Sonra çocuk gelir, hoşça bir aile olursunuz. Tatillerde birlikte piknik bile yaparsınız.
Artık top peşinde koşmaktan yorulduysanız, terlemek size iyi gelmiyorsa, sırtınıza havlu koyan biri de kalmadıysa işte bu aradığınız fırsat. Gönül kapılarınızı açın. Size gülümseyen birine siz de gülümseyin, gerekiyorsa bir çay kahve için. Bunu da denemenin zararı yok.
Sonra baktınız olacak gibi, hemen içinizden şu cümleyi tekrarlayın, gerekirse kırk kere: Sevmek varken, kırmak niye? Sevmek varken, kırmak niye? Sevmek varken, kırmak niye? Sevmek varken, kırmak niye?.. (EK/NZ)