Lyotard da artık akademik makalelerin dipnotlarına kadar düşmüş olmalı; hani bir zamanlar popüler bir adam vardı, hatırlıyoruz babından bir dipnot. 1991'de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) savaş uçakları Irak üzerinde uçarken, Baudrillard TV'de, CNN'den canlı olarak izlediğimiz şeyin aslında bir savaş değil simülasyon olduğunu söylüyordu.
O sıralar, emek gücünü bir miktar yüksek ücrete satanlar - onlara genelde orta sınıf deniyor-; ekrandakinin savaş olmadığına inanmaya pek meyilliydiler. Öyle gibi görünüyor ama bu yazının konusu savaş değil.
Bu dünya orta sınıfa da yetmiyor?
Ally McBeal'i izliyor musunuz? İtiraf edeyim, ben, izliyordum. Şu an televizyondan mahrum olduğum için izleyemiyorum sadece, ama, geniş zamanda, izlerim, diyebilirim.
Amerikan sosyal bilimi, gündelik hayatın sosyolojisi diyebileceğimiz, kültürel inceleme ile sosyolojinin kesiştiği bir yerlerde gezinen; çoğu kez gazete köşelerine malzeme üreten bir disiplin üretti. Bu disiplinin Ally McBeal üzerine, lehte veya aleyhte onlarca yazı, bir düzine kapsamlı makale ürettiğine eminim. Şu anda hiçbirini okumuş değilim, bunu da itiraf edeyim ki, olmaz ya, birileri yazımı okuyup, "ne alakası var" demesin. . .
Şu kısımlarını da hızla geçeceğim: Ally güzel mi değil mi, starın gerçek adı, hayatı, vd. magazin konuları benim ilgi alanımda değil. Ama Ally McBeal, aynı yapımcı ve senaristin elinden çıkan diğer (Chicago Hope vb. ) diziler gibi Amerikan orta sınıfı üzerine bir dizi.
Belki abartıyorum ama şöyle görünüyor: Evet iyi bir işiniz var, eh, güzelcesiniz de, hayattan keyif almayı da biliyorsunuz, küçük şenlikler içinde yaşıyorsunuz ama yaşadığınız dünya sizi tatmin etmiyor. Ally üstüne devam edelim. Başarılı bir avukat, o kadar adam var, çoğu yanı başında, buna rağmen aşık olamayan, zaten aşk da değil mesele, huzurlu olmayan bir tip. Benim çıkardığım sonuç şu: bu dünya, artık orta sınıfa da yetmiyor.
Feminist Eleştiri
Amerikan sosyal bilimi ayakta tutan dinamiklerden biri de feminist eleştiridir. Feminist yazarlardan birkaçı mutlaka Ally McBeal'de kadınlıkla ilgili bir sorun tespit etmiştir. Hadi ben uydurayım: Mesela, biri, mutlaka demiştir ki, Ally McBeal başarısız, çünkü kadın.
Bu da egemen bakış açısını yansıtıyor; kamu alanında görünür kılınan kadının başarısız ve mutsuz olacağı, ancak evine kapanan kadının huzur bulabileceği fikri aşılanıyor. Emin değilim, bu tür eleştiriler yapılabilir. Haklıdır da.
Ancak benim içine girmeye çalıştığım sorun alanı bakımından bu eleştiriler o kadar önemli değil, çünkü, Ally'nin huzursuzluğu Chicago Hope'ta da vardı. Başka bir deyişle, arayış içindeki orta sınıf, bu dizilerde gezinip duruyor. Kanaatim şu ki, bu tür başarılı diziler, bir tür kendiliğinden gerçekçilik taşıyorlar.
Kendiliğinden Gerçekçilik
Marksist estetikte böyle bir kategori yoktu. Biliyorum, haddimi aşmak istemem ama katkımız olsun; kısaca, "bilim çevrelerinin kendiliğinden felsefesi gibi, yapılan işin maddi koşullarının yarattığı" bir sonuç olarak gerçekçi estetik.
Bu dizilerin yapımcıları izlenme oranı kaygısı güttüklerinden; izleyenlere kendilerini anlatmak stratejisini güdüyorlar, böylece bir tür gerçekçi estetiğin izini sürüyorlar. Buna mecburlar, aksi halde, bu tür diziler izlenmiyor.
Bazen bu gerçekçilik dozu o kadar arttırılıyor ki, dizilerdeki kahramanlar, başka dizilere misafirliğe gidiyorlar; denmek isteniyor ki, işte hayat. Ayrıca, bu dizilerin üretildiği maddi koşullar da, sinemadan farklı olarak,örneğin oyuncunun ilgili kahramanla daha fazla özdeşlik yaratmasını, senaryo yazarının dizi izlendikçe gerçek hayat enstantanelerine daha fazla bulaşmasını getiriyor.
Bu nedenle, ben bu dizilerdeki ideolojinin sorgulanabileceğini düşünmekle birlikte; Bu dizilerdeki kendiliğinden gerçekçi estetiğin bize sunduğu bilginin daha önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii bu bilgi, sanatsal bilginin bütün sınırlılıklarını içeriyor.
Kaçmak Duygusu
İkinci Savaş ve sonrasında kurumlaşan dünya sistemi korku jeneratörü gibi çalışıyordu. Nükleer savaş korkusu, devrim korkusu, karşı-devrim korkusu, iç savaş korkusu, gelecek korkusu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB), elbette, içindeki kapitalist restoratör dinamiklere yenildi, ama burada korkunun da küçük bir payı var; bir korku imparatorluğu ayakta duramaz, Stalin ülkeyi bir korku imparatorluğuna çevirmişti.
Yeri ve zamanı değil ama genel hatları ile katıldığım Lukacs'ın Kafka eleştirisinin arkasında, eleştirinin dozunu iyice artmasında, Stalin'in korku imparatorluğunun sosyalizm sanılmasının da payı olmalı; Şato ve Dava'daki kahramanlar, temelde bürokrasi ile yüzleştiriyor bizi. Dünyada korku o kadar büyüdü ki, işte dünyanın çatısının açılmasından AIDS'e kadar, her şey hizmet etti buna.
Kıta Avrupası ve ABD insanı için (refah devletinin güvencesindeki oburlar için) bu korku sisteme bağlanmayı sağlıyordu. Keza SSCB vatandaşları için de. Sonra SSCB yıkıldı, nükleer savaş tehdidi azaldı, AIDS bile sevimli hale geldi vd. vd.
Artık ozona zararlı gazlar içeren ürünleri tüketmiyoruz,küreselleşiyoruz falan derken, korku geri geldi. 11 Eylül korkuyu yeniden diriltti, ama bambaşka bir şekilde, bu korkunun imkansızlaştığı bir nokta.
11 Eylül, dünyayı dünyada yaşayan ortalama insanların gözünde popüler bir sorun haline de dönüştürdü. Ally McBeal'in 11 Eylül'den önce de yayında olduğu kesin, zaten, bu açıklamalar Ally McBeal'le ilgili değil. Ondaki sorun çoktan bu sınırları aşmış bulunuyordu.
Canlı bombaları sıradan kılan bir çağda,küçük şenlikler içinde de yaşasanız kurtulamadığınız bir duygu egemen hale geliyor: kaçmak. Kaçılan şeyin ne olduğu o kadar önemli görünmüyor, ama orta sınıfın memnuniyetsizliğine bulabileceği yegane çözüm bu gibi görünüyor. Ally McBeal'de, fonda egemen olan his bu imiş gibi geliyor bana: bu dünya kaçılacak bir yere döndü. Ama nereye?
Kaçanlar
Bugün küreselleşmeye karşı muhalefetin çeşitli biçimleri içinde, orta sınıf kaçakların büyük rolü yok mu? Bu hareketlerin tarihsel anlamı bu yazının konusu dışında; refah devleti döneminin korku duygusu, orta sınıfı "devrimsiz" çözümlere yeni toplumsal hareketlere yöneltmişti, şimdinin kaçmak duygusu başka yeni biçimler yaratıyor.
Sadece tespit etmeye çalışıyorum, o yüzden fazlaca indirgemiş olabilirim, ama Ally McBeal'deki kaçmak halinin çok gerçek olduğunu sanıyorum.
O kadar gerçek ki, bu dizi ne zaman bitecek bilmiyorum ama ancak Ally'nin kaçışı ile bitebilir. Başka türlü sahici olmaz. Nereye kaçar Ally? Diziyi yapanlar Amerika'ya inandıklarına göre; Amerika içinde yakınlarda bir yere.
Amerikan orta sınıfı huzursuz
Söylemek istediğim şu: bu diziler de gösteriyor ki, Amerikan orta sınıfı huzursuz, mutsuz, arayış içinde. Elbette, bundan muradım, Amerikan orta sınıfında ileri damar aramak değil; o tür işler Teslim Töre'ye yakın benden uzak dursun. Muradım açık, küreselleşme masalına inanmaya meyilli ve masalı yaşayışıyla da inanılır kılan temel toplumsal dinamik çöküş içinde.
Buna bir çok itiraz gelecektir. Malum, orta sınıfı örgütlü kapitalizm (refah devleti) dönemi ile açıklayan bir çok kuramcı, diyecektir ki, orta sınıf Teatcherizm ve Reaganizmle zaten çökertilmeye yüz tutmuştu. Ya da daha Marksistler, sermaye temelli olmayan bu analizimizi fazla "kültürel" ve sonuçtan yola çıkan bir açıklama tarzı olarak niteleyecektir. Hepsine tamam da, mesele o değil, Gramsci'nin dediği üzre, fordizm yerleştiğinde dünyanın tüm çehresini (siyasi, kültürel vd.) etkilemişti.
Kısacası şu: Ally McBeal, kişisel kanaatim o ki, en az Balzac'ın kahramanlarının çağını yansıttığı kadar çağımızı yansıtmaya muktedirdir ve aynada görülen şey, Amerikan toplumunun yeniden üretilmesinin ciddi güçlükler taşıdığıdır.
Yeni Bir Estetik
Burjuva devrimi, yeni bir estetik yaratmıştı. İşçi devrimleri, gerçekçiliğin -görüldüğü üzre kendiliğinden bile uygulanabilecek- bir sanatsal yöntem değil de estetik bir değer olduğu yanılgısına vardılar. Bu uzun bir tartışma, sonraya kalsın; şimdi gereken, yeni bir dünya kurma işinin dünyayı anlama ve yeniden düşünme tarzlarının hepsinde köklü bir değişiklik yapma iddiasını da içermesi gerektiği, yoksa yeni kurulamıyor.
Ben, burjuva devrimini anlatacak olsam, diğerleri yanında mutlaka şu iki edebi metni de salık verirdim: Stendhal'in Kırmızı ve Siyah'ı, Goethe'nin Genç Werther'in Acıları.
Nedeni basit; burjuva devrimi, nesnel bir temel üzerinde yükseldi ama insanlık o nesnel temelin açtığı yoldan, dünyayı değiştirmek için yeniden düşündü. Bu arada kendisini de yeniden düşündü; aşk'ın içeriğini bile değiştirdi. Bana öyle görünüyor ki, insanlık, dünyayı komünal temelde yeniden düşünmek için yeterli nesnel temele sahiptir ve meselenin önemli bir kısmı, bu yeniden düşünmeyi başarabilmekten geçmektedir.
Ally, bana göre, gerçektir (gerçekliği temsil kabiliyeti taşıyan bir kahramandır, Baudrillard'ı bundan yad etmiştik,onun zamanında böyle şeyler söylemek yasak derecesinde hor görülürdü). Ally gerçek olduğu için, tüm orta sınıf gibi, başarısızdır, gerçek olduğu için aşık olması mümkün değildir; çünkü, burjuva devriminin insanlığı yeniden düşünürken mümkün kıldığı aşk, çoktan ölmüş bulunuyor.
Öyle sanıyorum ki, yeni bir dünya kurmak isteyenlerin, orta sınıfa egemen olan bu kaçmak duygusunun çeşitli biçimleri ile aralarına gerçek bir mesafe koymaları ve onları da kurtaracak tarihsel bir iş yapmaları, yeni bir Genç Werther'in Acıları yazmayı başarabilmeleri gerekiyor. Kapital buna yetmiyor, gibi. (MBM/EK)