Kimyasallar, ambargolu devletlere satılmış silahlar, zehirli maddeler, eroin, kokain ile daha birçok tehlikeli ve yasak yük, gemi taşımacılığı sayesinde kolaylıkla hedefine ulaşıyor. Günden güne genişleyen sektör sayesinde dünyanın öbür ucundaki diyarlardan gelen ucuz mallara sahip olmaktan halk da zaten gayet memnun.
Kuzey Kutup buzlarının erimesiyle yalnız petrolcüler değil, rotaların kısalmasını dört gözle bekleyen lojistik sektörünün ileri gelenleri de bayram ediyor. Gemilerin sayısı da, hacmi de durmadan arttıkça, devasa limanlar nedense gözden ırak bölgelerde inşa ediliyor.
Konteynırların muhteviyatı genelde geminin personeli veya taşımacılık şirketi tarafından bilinmiyor. Ne de olsa işletmeciler en ucuz ve doğaya zararlı yakıtları kullanarak esasen nakliyenin maliyetini düşürmekle meşgul, cezaevi şartlarında aylarca mesai yapan denizcilerin maaşları zaten yeterince yüksek sayılmaz.
Gemilerin battığı büyük çaplı kazalar bir yana, yılda 10 bin civarında konteynır yolculuk sırasında suya düşüp denizlerin, okyanusların dibini boyluyor ve içinden sızacak maddenin akibeti kimseyi ilgilendirmez oluyor.
Peki, mesela geçen sene Çin'in Tianjin limanında meydana gelen gayet şiddetli patlamanın arkasındaki gizem perdesini aralayan var mı?
Kyoto Protokolü ve çevre zirvelerinde gemi taşımacılığı ve gezegendeki etkilerinden neden bahsedilmiyor?
Ya Birleşmiş Milletler bünyesinde danışmanlık birimi olarak faaliyet gösteren ajans, Uluslararası Denizcilik Örgütü IMO'nun önde gelen üyelerinin bandıra elverişliliğini bir sanayi haline getirmiş olan Liberya, Panama, Bahama ve Marşal Adaları, hatta okyanuslara kıyısı bile bulunmayan Bolivya ile Moğolistan'ın olmasına ne demeli?
Bilişim dünyasının devleri Steve Jobs veya Bill Gates gibi isimler daima ön planda olmayı tercih ederken, en az onlar kadar zenginleşmiş gemi taşımacığı sektöründen Maersk misali güçlü şirket yöneticilerinin mümkün olduğunca medyatik olmaktan özenle kaçınmaları neden?
Tüm bunların müsebbibi engin, ulaşılmaz ve denetimsiz denizler ve okyanuslar, ortaya çıkan sonuç da "Deniz Körlüğü" denen sendrom olsa gerek!
Dünya prömiyerini ABD'de yaptıktan sonra geçenlerde Sheffield Belgesel Festivalinde boy gösteren Freightened - The Real Price of Shipping, yük gemileri sektörünün tavır ve boyutlarını afişe ederken, küreselleşme coşkusu içinde yerel ürünlere göre çok daha ucuza satılan malların, uzaklardan bize ulaştırılmasının gerçek bedeli konusunda seyirciyi uyarıyor.
İddialı yönetmen Denis Delestrac'ın Fransa/İspanya ortak yapımı fiyakalı belgeseli, karanlıkta kalmaması gereken uluslararası gemicilik faaliyetinin kontrolden muaf icraatını sorguluyor. Noam Chomsky'nin filmdeki varlığı ve her zamanki sağduyulu yorumları da cabası…
Piyasanın keyfi yerinde!
Şeffaflıktan uzak kalmayı tercih eden sektörün uluslararası gemicilik filoları dünya çapında takriben 60 bin gemiden müteşekkil. Vergi cennetlerinin sunduğu imkânlardan mutlaka yararlanan armatörler karanlık geçmişiyle tanınan Liberya veya halkın büyük bir kısmının fakirlik içinde yaşadığı Panama bandırasını tercih edebiliyor. Her sene gururla tertiplenen üst düzey fuarlarda bandıra elverişliliği sahibi ülkeler daha fazla müşteri kazanmak için kıran kırana yarışıyor, avantajlı kanunlarının promosyonunu yapıyor, toplantılar tabii ki müsrif kokteyllerle taçlandırılıyor. ABD, Avrupa veya Çin gemilerinin mevzubahis devletlerin bayraklarını dalgalandırmayı tercih etmesi kesinlikle bir tesadüf değil.
Filipin gibi ülkeler, insanlarını sektör için iş gücü halinde "ithal" ederek ekonomilerini ayakta tutmaya çalışırken açık denizlerde internet ve cep telefonu kullanımından mahsur bırakılan gemiciler ağır çalışma şartları dışında, uzun dönemler boyunca cezaevi psikolojisini yaşamak durumunda kalıyor. Çoğunlukla yorgun insanların hatasından kaynaklanan deniz kazalarının yıllık ortalama sayısı 120, hayatını kabedenler ise 2 bin civarında.
Sansasyonel petrol tankeri kazaları dışında zehirli maddelerin göze görünmeden suya karıştığı durumlar genellikle gizli kalıyor. Eksik yük yüzünden dengeyi sağlamak üzere bir limandan balast suyu olarak gemiye yüklenen su dünyanın bambaşka bir ucuna boca edilebiliyor: Toksik içerik dışında, koparıldığı coğrafyadan çok farklı bir ortamda kendini bulup yok olan canlılar olabildiği gibi çevreye agresifçe saldırıp yerel türleri tehdit edenleri de var.
Birkaç sene önce Avşa Adası civarında yüksek miktarda görülen, küçük boyutlu olmasına rağmen uzun dokungaçlarıyla insan tenine değdiği zaman dehşet saçan deniz analarını unutmak ne mümkün? Hafta içinde The Guardian'da yayımlanan bir haberde ise zehirli Aslan Baliği örneklerinin Kıbrıs ve Türkiye sularında görüldüğü yazıyordu.
Sahil Güvenlik botları genelde ufak teknelerin rengi solmuş bayrağı konusunda balıkçıları uyarmakla meşgulken, uluslararası ticaret yapan gemiler biraz ötede bildiklerini serbestçe okumaya devam ediyor.
Külüstür gemilerin, en kirli ve ucuz ürünlerin taşımacılığında tercih edilmesi en sık rastlanan ve çevreye en büyük zararları veren kazalara sebep olması tesadüf değil. Bu arada, teknoloji ilerledikçe devasa deniz taşımacılığı araçlarına yönelik yakıtın spektrumu gittikçe genişliyor, rafinerilerin atıkları konumundaki en kaba yakıtı da rahatlıkla yutabilen motorların çevreye yüklediği fatura malum.
Yaşadığımız çevrede duyulabildiği taktirde, ABD kanunlarına göre insanların kesinlikle kulak koruma teçhizatı takmasını gerektirecek seviyedeki desibellere ulaşan tankerlerin motor veya devasa pervanelerinin gürültüsü, suyun altında aşırı akustik kirlenme yaşatıyor; özellikle balina ve yunusların bundan muzdarip olduğu artık herkesçe kabul edilen bir gerçek.
Bangladeş ve Hindistan'da yoğunlaşan gemi söküm çalışmalarının etkileri de gayet tehlikeli boyutlara ulaşırken, tüm dünyada bu tip sanayinin olduğu mıntıkalarda ve liman çevrelerinde yaşayan insanların sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu da biliyoruz, mesela Aliağa!
Hızlı belgeselci
Yönetmen Delestrac geçen sene Sandrine Feydel ile beraber IDFA'ya katılan Banking Nature (Doğaya Yatırım) adlı belgesel sayesinde hepimizi şaşırtmıştı. Afrika'da sayısız ağaç dikimlerinin, yağmur ormanları veya nesli tükenmekte olan canlıların çevresinde oluşan yatırım furyasının iç yüzünü teşhir eden yapım, ekolojik felaketlerin bazıları için fırsata dönüştüğünü kanıtlıyordu.
Çalışkan sinemacı Delestrac 2013 yılında ise Sand Wars (Kum Savaşları) adlı belgeselle yine çoğunluğun farkına varmadığı, insanın gezegendeki doğal kum sömürüsüne dikkat çekmişti.
Günümüzde saldırgan inşaat sektörünün kapasite olarak eskiye göre fazlasıyla katlanmış olması bir yana, örnek vermek gerekirse tüm çocukluğumuz boyunca İstanbul'un Prens Adalarının çevresinde, denizin dibinden kum çıkarılmasının verdiği zararları unutmak ne mümkün? Gayet iptidai teknolojiyle de olsa, Burgazada'nın Kumbaros kayası civarında, geleneksel takalarla denizin dibinden çalınan kum, bölgedeki istakoz yataklarını yok etmişti. Belgeselde ise kendi plajları için komşu ülkelerden kum çalan Endonezya gibi turizm cennetlerinin içyüzünü öğreniyoruz.
Mutlaka seyredilmeli
Hava veya karayolu ile kıyaslandığında nakliyenin çok daha ucuza mümkün olduğu gemi taşımacılığı hakkındaki Freightened - The Real Price of Shipping popüler bir dil kullanılıyor olduğundan geniş kitlelere seslenebilecek yapıda bir belgesel. Gemilerden limanlara indirilen pek az konteynırın ilgili makamlar tarafından teftiş edildiğini görüyoruz, ne de olsa azgın kapitalizmin çarkları hızla dönmeye devam etmeli, tüketim çılgınlığında ucuzundan pahalısına, her türlü malın alıcısı hızla tatmin edilmeli!
Filmde kazanç konusunda gözü doymayanların üzerine atladığı dâhiyane bir fikirden bile bahsediliyor. Alternatif enerji kaynaklarından en revaçtaki birkaç doğal kuvvetten biri olan rüzgar acaba koca yük gemilerinin daha da ucuza hareket etmesine yarayacak mı?
İlk bakışta çevreye duyarlı bir tasarım gibi görünse de aslında yük gemilerinin sahipleri, yamaç paraşütü şeklindeki yelkenin yakıt masraflarını ne kadar düşüreceğini ve gemilerin hızını ne kadar artıracağını düşünüyor. Hamburg merkezli yelken şirketinin reklamı vaziyetindeki görüntülerde, verim alınabilmesi için geminin rotasından bağımsız olarak rüzgarın arkadan esmesi gerektiğinden veya daima risk altında çalışan gemicilerin daha da tehlikeli dinamiklerle karşı karşıya kalabileceğinden pek bahis yok.
Türkiye'ye dönmek gerekirse aklıma tabiatı ve özellikle denizi hiç sayan AKP atılımlarından, mesela dev Çandarlı Limanı geliyor. Yalnız güzelim körfezi değil, tüm çevredeki doğayı ve yerleşim merkezlerini etkileyecek agresif girişimi sorgulamanın ve gerekli önlemlerin alınması için mücadeleyi sürdürmenin şart olduğunu düşünüyorum.
Yüzyıllardır dört bir yanı denizlerle çevrili bir coğrafyada yaşayanlar olarak, denize çöplük muamelesi yapmaktan vazgeçmemizin vakti geldi de geçiyor. (MT/YY)