Marmara, Karadeniz, hatta Akdeniz boyutlarındaki su alanlarının birer çöle dönüştüğü ve kendini yenileyemediği malum; su ürünleri tüketicilerini tatmin edebilmek üzere arsız düzenin temsilcileri uzun süredir okyanuslara dadanmış vaziyette.
Türkiye’nin pazarlarına da girmiş, ne şekilde muhafaza edildiği ve hangi seviyede tazeliğini koruduğu meçhul okyanus balıklarını yerel balıklardan ayırabilen kaç kişi var ki zaten!
Kapitalizmin güçlü oyuncuları kendi coğrafyalarından çok uzaklardaki noktalara merhametsiz balıkçı filolarını yönlendirip çarkların aynen dönebilmesi için gözlerini karartmış durumdalar. Bu arada, gayet zor şartlara dayanabilecek erkeklerden oluşan mürettebat da ucuz iş gücünün acımasızca sömürüldüğü bir çalışma alanına dönüşüyor.
Okyanusun ortasında aylarca memleketlerinden, arkadaş çevrelerinden ve ailelerinden uzak yaşayıp genelde dış dünyayla temas kuramayan balıkçılık tutsakları, gemilerdeki tecrit şartları yüzünden genelde kaderlerine sessizce razı oluyorlar.
En azından, geçtiğimiz ay İsviçre’nin Nyon kasabası merkezli festivali Visions du Réel’in programında yer almış Balık Gözü (Fish Eye) belgeselinde yansıtılan manzara bu minvalde. İranlı yönetmen Emin Behruzade kameramanlık kökenli estetik bakışını filme yedirirken çevreci ve sosyal mesajlar vermeyi de ihmal etmiyor.
Gemide sınıf farkı
Mürettebatın bazı fertlerini, ağlarla gerçekleştirilen balık avlama sekansları dışında, ağları tamir ederken, gemiye bakım yaparken, boya işleriyle uğraşırken, halatları düzenleyip örgü teknikleri uygularken izliyoruz; bazılarının görevi ise yemek hazırlığı ve servisidir. Takriben 20 kişilik mevzubahis kadro Afrika kökenlilerden müteşekkildir. Denizcilik ve motorla ilgili teknik işlerden mesul olanların ten rengi beyaza çok daha yakındır. Gemide herkesin sorumuluğu belirlenmiştir ve hiyerarşi itinayla korunmaktadır. Bir iki istisna dışında, üstün olarak kabul edilen kadro ile alt kadrodaki emir kulları arasında ilişkiler kısıtlıdır.
Fakat emsalleriyle karşılaştırıldığında Balık Gözü belgeselinin çekildiği gemide uyumlu, huzurlu ve tıkır tıkır işleyen bir tertipten bahsedebiliriz.
Aylar süren seferler yüzünden geminin kumanyası en başta olmak üzere tüm ihtiyaçlar okyanusun ortasında buluşulan başka bir gemi tarafından karşılanmaktadır. Ender olarak kullanılabilse bile, cep telefonları için sim kartları ve ilaçlar, heyecanla beklenenler listesinin zirvesinde!
Fazlasıyla gelişmiş teknik donanımın görüş alanına aniden girmiş ve genelde kaçma şansı pek kalmamış balıkların peşinden gidilip avın gerçekleştirildiği anlar dışında gemiye monoton bir hava hâkim. Yemek salonunda buluşmak, topluca dua etmek, televizyon seyretmek ve bu arada dinlenmek gündelik rutinin birer parçası. Televizyonda gösterilen bir filmden etkilenip gözleri yaşaran da var, yemeği hazmederken nispeten havasız ortamda içi geçen de! (Yoksa bu, hafızamın bana oynadığı bir oyun mu?)
Derken tıraş ve duş gününün geldiğini görürüz. Kahramanlarımızı bir heyecan kaplar; beline beyaz havluları sarmış çıplak bedenlerden libido fışkırmaktadır. Kameraya kaslı vücutlarını teşhir etmekten asla gocunmazlar; erkek erkeğe olunan tüm dinamiklerdeki gibi homoerotik haz çoktan tetiklenmiştir. Akabinde ekstra bir dinamikle karşı karşıya olduğumuzu anlarız.
Geminin desenli muşamba kaplı masalardan oluşan yemek salonunda yılbaşı kutlanacaktır. Aşçının özenle hazırladığı tepsi büyüklüğündeki çikolatalı pasta coşkuyla karşılanır, eğlencenin içeceği Tuborg markalı teneke kutulardaki biralardır.
Aralarına karışmayı seven yönetici kadrodan biriyle bilek güreşi yapılır, şarkılar söylenirken eller çırpılır, keyiflendikçe ortam ısınır; danstaki maharetlerini teşhir edip ortalığı iyice şenlendirenler de vardır.
İzole edilmiş hayatlar
Emsallerine göre çok daha iddiasız olan Balık Gözü belgeseli, başlığında ima edilen geniş açılı spektrumunu tam olarak yakalıyor mu, bilemem. Belki de mevzuyu bilhassa balıkların gözünden görmemiz gerektiği hatırlatılıyor. Geminin pruvasında tepeden görüntülenmiş yarışçı yunusun veya gemiye adeta yol gösteren yelpaze biçiminde onlarca yunusun hürriyet duygusu ile güvertede son nefesini vermekte olan köpek balığının gözü arasındaki trajik farkı görmemiz gerektiği kesin!
Hurafelerden yola çıkılarak güya tıbbi alanlarda kullanılan köpek balığı yüzgeçlerine ulaşmak için insanlığın, zaten korku öznesi olan bu türü de yok etmeye giriştiği biliniyor.
Filmde kanlar içinde üst üste yığılmış binlerce torik, az sayıdan müteşekkil olsa da ağlara topluca yakalanmış bir lambuka sürüsü veya geniş güvertede yan yan yürüyerek suya kavuşmaya çalışan bir yengeç de görüyoruz.
Dünyadaki su alanları çoktan alarm vermiştir fakat sadece şu andaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere istikbali düşünmeyen insanlar dipsiz kuyulara dalmakla meşguldür.
Hepimiz aynı geminin içindeyizdir ve gemi muhakkak ki su almaktadır.
Görüntü yönetmenliği dışında müzisyenlik de yapmış olan Behruzade’nin filmine dingin bir ritm ve atmosfer hâkim. Video sanatı ve fotoğraf estetiğiyle flört ederken ölçüyü kaçırmak istemiyor, hikâyenin kötü karakterleri olmalarına rağmen kahramanlarına insaflı bir bakış atıyor. Bunda çeşitli diyarlardan gelip okyanusta ekmek parası kazanmaya çalışmalarına duyduğu hürmetin payı yüksek.
Sonuçta zaman boyutunun değiştiği, bazılarına göre uzadığı, bazılarına göre kısaldığı, sınırları mutlaka bellli, uzun süreler boyunca aynı monoton manzara tarafından kuşatılmış, eldeki az şeyle idare edilmesi gereken izole bir ortamın duygusunu seyirciye hissettiriyor, tam da pandemi yüzünden benzer dinamikler hepimize empoze edilirken…(MT/EMK)