Kimi siyasi partiler 12 Eylül hukukunun yarattığı tüm hukuksuzluğu ortadan kaldıracakları vaatleriyle insanlardan oy istediler. Kimi hükümetler ise 12 Eylül hukukunu savunarak meşrulaştırılmasını sağladı.
Anarşinin ortadan kaldırılması için hep birlikte mücadele etmenin en önemli görev olduğunu sürekli tekrarladılar. Özgürlükleri savunan herkese karşı güvenlik için özgürlükten neden vazgeçmemiz gerektiğini "Yoksa siz 12 Eylül 1980 öncesine mi dönmek istiyorsunuz?" sorusu ile korkutmaya çalıştılar.
Bir amaçları vardı elbette ve Türkiye hukuk yerine "korkuların" hâkim olduğu bir ülke oldu.
Açıklık, "gün ışığında yönetim" kendi toplumundan sır saklamayan yönetimdir. Yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrılığı demokrasinin özüdür. Yasama faaliyeti, egemenliğin halk adına kullanılmasıdır.
Yürütme organı, "gün ışığında yönetim" ilkesine göre yargı denetimine açık olmalıdır, hukuk önünde hesap verebilmelidir. Yargı, ancak bağımsız olursa; yürütmenin ve yasamanın işlemlerini denetleyebilir. Çünkü hukuk devletinde yargı, demokratik toplum düzeninin olmazsa olmaz gücüdür.
12 Eylül 1980 darbesi yasama, yürütme ve yargıyı cebir yoluyla ortadan kaldırdı. "Milli Güvenlik Konseyi" adını alan beş generalin sevk ve idaresinde uygulandı. Türkiye'de yaşayan insanların üzerine bir kâbus gibi çöktüğünde hiç kimse yaşanacakları tahmin bile edemiyordu...
Yıllar geçtikçe 12 Eylül 1980 darbesinin; sadece beş generalin üzerine yıkılamayacak kadar önemli bir suç dosyası olduğu anlaşıldı. Ortaya çıkan hukuka, temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı "hukuksuz demokrasinin" toplumda yarattığı tahribat, 12 Eylül mantığının devamından yana olan suç faillerinin ne kadar da çok olduğunu kanıtladı.
Kıyısından, köşesinden böyle bir düzenin sürmesini isteyenlerin aslında ne kadar da istekli ve çok olduklarını gösterdi.
Toplumsal, sosyolojik, siyasi, ekonomik, ahlaki ve vicdani boyutlarda 12 Eylül sürecin yarattığı tüm hukuksuzluklardan hesap sorabilmek için örneğin "hakikat komisyonlarının kurulması" istendi ama Meclis bu isteklerin tümünü reddetti.
12 Eylül 1980'in geçmişte ve günümüzde yarattığı sorunlara çözüm bulunması, 12 Eylül'den hesap sorulması ve yarattığı hukuka aykırı düzenin ortadan kaldırılmasının gerekli olduğu konusunda kimsenin kuşkusu yok. Ama bu zihniyetle hukuk ve demokrasi yoluyla yüzleşmek için istek de kalmamış gibi...
12 Eylül 1980 tarihinden sonra ilk genel seçimler sonucu toplanarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanının oluşturduğu 6 Aralık 1983 tarihine kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk Milleti adına kullanmak üzere darbe yapan ve ülke yönetimine el koyan Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı artık "yargı yolu" açık...
Hatta bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar haklarında da yargı yolu açıldı.
Hesap vermemek ve yargılanmamak için 12 Eylül 1980 ve sonrasında "emir ve komuta zinciri" içinde yönetime el koyanlar, her türlü kararı alanlar ve kayıtsız şartsız bu kararları uygulayanlar kendileri hakkında "cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiasının ileri sürülemeyeceği ve bu nedenle herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağı hakkındaki" 1982 Anayasasının Geçici 15 inci maddesi, 5982 sayılı kanunla Anayasadan çıkarıldı ve 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan "halk oylaması" ile kabul edilerek yürürlükten kaldırıldı.
Suç işleyen bir kişiyi yargılamak yerine, verdikleri emirlerle yüz binlerce insanın yaşamlarını kâbusa çevirenleri yargılamak çok zordur.
Geçmişi ile hesaplaşmamış ve geçmiş tarihinin acılarını dindirmek için, acılara neden olan dönemin sorumlularını yargı önüne çıkaramamış bir ülkede geleceğin demokratik hukuk devleti kurulamaz. Türkiye, 12 Eylül 1980 darbesiyle yüzleşmelidir.
Galiba artık kimse geçmişi hatırlamak bile istemiyor. Geçici 15. Maddeden kurtulmak bile devam eden hukuksuzlukları ve sorunları azaltmadı ama çoğaltıyor.
Referandumun 12 Eylül ile hesaplaşmak olduğunu söylüyorlardı... Halk oylamasını seçime çevirdiler. Halk neyi oyladığını bilmeden siyasi partilere "oy" verdi ve "Evet" oyu verilmesini istediler... Büyük bir çoğunlukla ve halkoyuyla Anayasayı değiştirdiler... Yetmez ama "evet" dediler...
Sanki Türkiye böylece "yasaklar ülkesi" olmaktan veya 12 Eylül'den kurtarılmış mı oldu?
Tam bu noktada, İlhan Selçuk'un eski bir yazısını hatırladım.
Kurtarıcılardan kurtulmak zordur. (Fİ/EKN)