Sıradan bir kilometre taşı değil 12 Eylül. Geçici bir engelleme, Türkiye ezilenlerine atılan sıradan bir sille de değil. Bugüne uzayan derin izleri, etkileri olan bir travmadan söz etmeliyiz. Ve 12 Eylül'ü konuşurken uğursuz bir dönemi lanetlemek gibi bir duygusallıkla kalmamalı, bugün yaşadığımız sorunlarda 25 yıl öncesinin kırılma anının etkisini görebilmeliyiz.
12 Eylül'ün bana göre, Türkiye'deki sınıf mücadelesinde sermayeye yarayan en önemli hamlesi, emek hareketine, onun örgütlenmelerine, onun etrafında örülen "başka bir dünya" özlemine vurduğu darbedir.
12 Eylül deyince hatırlanması gereken ikinci bir tarih 24 Ocak'tır ve 12 Eylül, 24 Ocak'ın eksik kalan yanlarını tamamlamak için atılmış adımdır. IMF programıyla başlatılan istikrar programının, ama daha altta yatan içe dönük birikim tarzından, ucuz emeğe dayalı ihracata yönelme modelinin olmazsa olmaz şartı "anti-sendikal düzen" ancak 12 Eylül ile mümkün oldu. Ve emek hareketine, emek eksenli politik hareketlere karşı işkenceleri, zindanları,infazları ile zulmeden 12 Eylül bu kılıç darbesi ile son 25 yıla damgasını vuran bir dikensiz gül bahçesinin de kapısını aralamış oldu. O tarihten bu yana, kısmi kabarmaların dışında, sistemi rahatsız edecek ne bir işçi hareketi, ne bir grev dalgası -ve en önemlisi- ne yeniden etkin bir emek hareketi, emek örgütlenmesi var.
O 12 Eylül travmasıdır ki, dönemin en militan işçi örgütlenmesi DİSK'i bugün 12 Eylül kınama mitinglerinden, "provokasyon" gerekçeleriyle uzak tutacak kadar sindirmiş, "terbiye" etmiştir.
O 12 Eylül darbesidir ki, 1980'de tıkanan sermaye birikiminin yolunu ucuz, örgütsüz, uysal, giderek işsizlikle terbiye edilmiş bir emek sömürüsü ile yeniden açmış, birikim çarklarını yeniden işler hale getirmiş ve bunu 1982 Anayasası ile kurumsallaştırarak emeğin bütün gardlarını alaşağı etmiş, onu sonraki yıllarda da kum torbasına, bir tür şamar oğlanına çevirmiştir.
Özallı, Özalsız ANAP iktidarları, 12 Eylül'ün yedeğe çektiği Demirel'in 12 Eylül sonrası kurduğu koalisyonlar, ona ortak olan CHP ve türevi partiler, hep 12 Eylül mirasını tepe tepe kullandılar. 12 Eylül ve eseri olan 1982 Anayasası, 12 Eylül'ü, dış patronları ile birlikte çağıran TÜSİAD dünyası için 1980'ler ve 1990'lar boyunca bir tür hayat yastığı olageldi.
12 Eylül ile zoraki yüzleşmenin AB zoruyla olması ise tarihin bir cilvesi. 1982 Anayasası ve onu yaratacak 12 Eylül darbesi için, 1980 öncesi ve sonrası bir hayli ter döken TÜSİAD, sermaye birikiminin sürme kanunlarının gereği, AB üyeliğine yanaştığında, o bir dönem sıkı sıkıya sarıldığı 12 Eylül Anayasasını, orasından burasından tadilata sokmaya razı göründü ve hatta "bayraktarı" bile oldu.
Ve biz şimdi çeyrek yüzyıl sermaye birikimine rüzgar olmuş o yasaları "uyum yasaları" adı altında güya değiştiriyoruz. Ama 12 Eylül ruhu yaşarken oluyor bunlar...
Rüzgar eken fırtına biçiyor... 12 Eylül, çeyrek yüzyıl önce zulüm ve şiddetle, daha adil bir dünya taleplerini ezerken yeni fırtınaların da tohumunu attığının farkında mıydı? Soğuk Savaş döneminin ABD destekli son darbesi olan 12 Eylül, PENTAGON'a yaslanmanın, 'Roger Planı' çerçevesinde Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşüne onay vermenin Türkiye'yi Batı'ya yaklaştıracağını sandı, AB'yi es geçti, SSCB'deki çözülmeyi ve ardından gelebilecek değişimleri göremedi.
1980 darbesiyle görece demokratik görünümünü bile kaybeden Türkiye, Akdeniz ülkelerinin gerisine düştü. İspanya, Portekiz, Yunanistan gibi Akdeniz kuşağı ülkelerinde faşizm sonrası işbaşına gelen 'sol' iktidarlar ülkelerine AB yolunu açarken Türkiye, 12 Eylül mirası insan hakları ihlalleri, işkenceleri, anti-demokratik anayasası ile yüzleştirildi.
12 Eylülcüler, beyhude bir çabayla, geleneksel sağ-sol siyaset denklemini bozmaya kalktılar. Üniversiteleri dağıttılar, 1970 kuşağı ile 1980 kuşağı arasındaki köprüyü koparıp bellekleri silmeye çalıştılar.
Güneydoğu'da 1980 sonrası cezaevlerindeki toplu ölümlerin PKK'ye hayat öpücüğü olacağı hesaba katılmış mıydı ? Dinin bir dalga kıran olarak kullanılmasının politik İslam'a merdiven olacağı düşünülmüş müydü ?
12 Eylül'ü planlayanlar ve uygulayanlar 25 yıl sonra geriye baktıklarında kazanç hanelerinde ne görebilirler? Koca bir çeyrek asrın sonunda varılan yeri geçtiğimiz günlerde açıklanan UNDP İnsani Gelişme Endeksi'nde Türkiye'nin yerini bularak anlayabilirsiniz: Dünyadaki 117 ülke arasında 94'üncü sırada Türkiye. Ya da tersinden okursak 117 ülke arasında "insanlıktan çıkmada" 23. sırada Türkiye. Son 25 yılda onca acıya, fedakarlığa karşılık varılan yer burasıdır. Ve bundan sonrası da tam bir serüvendir.
Ağır bir borç yükü, sıcak paraya bağımlı kılınmış bir ekonomi çarkı ve azalmak bilmeyen bir işsizlik ve gelir uçurumu... İşsizlikle terbiye edilmiş, ucuza çalıştırılan, sosyal güvenliği bile elinden alınan, sosyal devlet hizmetlerinden mahrum bırakılmış, örgütsüz, tepkisiz, teslim alınmış kimi işsiz, kimi yarı aç geniş bir emek yığını. Bu, onlar için tek kazanç. Bütün sermaye, bütün kazanım şimdi bu. Ama bu teslim alınmış görünen yığının biriken öyle bir öfkesi var ki, kime nasıl patlayacağı bilinmez... Ne yazık ki, gergin, asabi, mutsuz, kutuplaşmalara meyilli bir toplumdur 12 Eylül'den geriye kalan.. (MS/TK)