İktisatçı Mustafa Sönmez, 12 Eylül 1980 darbesinin yarattığı yaşamın içine doğan kuşaklar için şunu söylüyor: "12 Eylül takvimde bir tarih gibi anlatılmamalı. Üç beş general çıkıp da durduk yerde darbe yapmadı. Bir rejim, toplumsal yapı olarak hayatımıza sokuldu, yerleştirildi. Bugün karşımıza demokrasi havarisi olarak çıkan sermaye kesimi, TÜSİAD, gazeteciler, sivil geçinen kesimler darbeye ideolojik destek verdiler. 12 Eylül'ün bunlarla beraber inşa edilmiş bir hayat tarzı olduğunu görmek gerek."
Ekonomi üzerinden okunduğunda, 24 Ocak 1980 kararlarının ve arkasından gelen darbenin niteliğini şöyle özetliyor Sönmez:
"24 Ocak, bir tür içe dönük ekonomiden 'dışa saçılma' kararlarıydı. Amacı, kontrollü mal ve sermaye hareketlerinin iyice liberalleşmesi. iyice yabancı sermayeye açılmak, dünya ekonomisiyle bütünleşmekti. Ama bu tali, bağımlı bir entegrasyondu; daha da önemlisi ve ucuz emek üzerinden bir entegrasyon.
"Bunun sürekli olabilmesi için de sendika ve demokrasi karşıtı yapının kurumsallaştırılması gerekiyordu. Böylece birikim, 80'lerden itibaren Keynezyen birikim tarzından neoliberal birikim tarzına evrildi. Bütün mal ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, piyasanın hakim kılınması, başta sağlık ve eğitim olmak üzere sosyal devletin askıya alınıp hizmetlerinin ticarileştirilmesi esastı. Bu sermaye birikimine yeni su yatakları açılması anlamına geliyordu. Türkiye'deki yapı da buna evrildi."
Koç'un Evren'e mektubu
Sönmez'in deyişiyle, darbeden sonra başbakan olacak Turgut Özal'ın müsteşar yapılmasının ardından, 24 Ocak'la "girizgah" yapıldı.
"IMF programını hemen uygulayıp dehşetli bir devalüasyon ve zam yağmuruyla ilk hücumu gerçekleştirdiler. Ama karşılarında halk muhalefetini, 85 bine ulaşan grevcilerin çadırlarını görünce, kendi ifadeleriyle şartları biraz daha olgunlaştırdılar, 'sağ-sol çatışması' na ordunun müdahalesi adı altında, 24 Ocak'ın eksik kalan ayağını 12 Eylül darbesiyle tamamladılar. Ve gelir gelmez DİSK'i kapadılar, grevleri yasakladılar. Türk-İş genel sekreterini hükümete alıp yanlarına çektiler. Partileri kapadılar, en ılımlılara bile kan kusturdular."
Sönmez, Vehbi Koç'un 3 Ekim 1981'de darbenin lideri Kenan Evren'e yazdıklarını anımsatıyor:
"Şimdi faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek Türk işçisini istismar ediyor propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar, taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk devletini ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler göz önünde bulundurulmalıdır... İşçi sınıfını ayaklandırmak amacıyla, Komünist Parti'nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır. Bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri muhakkak engellenmelidir... Basının kalemine tenkit fırsatı verilmemelidir."
Bir de dönemin işveren örgütü liderlerinden TİSK Başkanı Halit Narin'in söyledikleri:
"Bugüne kadar işçiler güldü bizler ağladık, şimdi gülme sırası bizde."
Gazetecilerin darbe desteği
Sönmez, darbeye gazetecilerden ve medyadan gelen ideolojik desteği de anımsatıyor:
"Şimdinin 'darbesavar' medya mensuplarının bir zamanlar ne denli 'darbesever' olduğunu unutabilir miyiz? Mehmet Barlas'ın, cuntayla sıkı fıkılığından dolayı 'Mehmetçik' diye anıldığını, Nazlı Ilıcak'ın, işkenceleri meşrulaştırmak için 'Efendim, mesela bir terörist bir şehri havaya uçuracak bombayı yerleştirdikten sonra ele geçirilmiş, şimdi bu şehrin insanlarını kurtarmak için ona işkence yapılmasın mı?' diye yazılar döktürdüğünü unutabilir miyiz? 12 Eylül zihniyetinin hizmetinde, devrimcilere küfür eden 'Sudaki İz' gibi paçavraları kaleme alıp şöhrete bu küfürlerle ulaşan Ahmet Altan'ı unutabilir miyiz? Devletin resmi ideolojisi Türk-İslam sentezi olarak belirlenip bunun kadroları oluşturulurken Sızıntı dergisinde Kenan Evren'e 'kurtarıcı bir melek' diye övgüler düzen Fethullah Gülen'i, 12 Eylül bahsinde unutmak olur mu?"
Hayatın paradigmaları değişiyor
Sönmez sonra neler olduğunu, 12 Eylül'ün sonrasındaki sürecin nasıl bir hayat algısı yarattığını şöyle özetliyor:
"Piyasa her şeye kadirdir, devletçiliğin modası geçti, herkese fırsatlar var, herkes fırsatları değerlendirirse köşeyi dönebilir, gemisini kurtaran kaptan, çalışırsan sen de kazanırsın, bakış açısı egemen oldu. Girişimcilik yüceltildi.
"Çocuklar eğitim, bilim yapmanın yerine, kısa sürede paralar kazanma, mal mülk edinme, daha çok tüketmeye motive edildiler.
"Örgütlenme bilinci, fikri aşındırıldı, buna güven azaltıldı. Onun yerini 'kendini bireysel olarak kurtarırsın' aldı.
"Her şeyi devlet yerine özel sektör yapacak, denerek ticarileşme ve metalaşma amacına ulaştırıldı.
"Sonuç, ciddi bir örgütsüzlük, devamında müthiş bir antidemokratikleşme, bütün demokratik değerlerin yitmesi, sosyal devlet nosyonuna inançsızlık ve uzaklaşma, kolektif hayata kayıtsız kalma oldu. Bunları zaten hedefliyorlardı, gerçekleştirdiler."
Bu sürecin ekonomik/politik adımlarını da şöyle sıralıyor Sönmez:
Önce sendikal yapı antidemokratikleştirildi. Grevler yasaklandı. Örgütlenme yasal olarak zorlaştırıldı.
Yabancı sermayeye hızla serbesti tanındı.
Özelleştirmeler yapıldı. Devletin hızla küçültüldü.
Sağlık, eğitim gibi alanlar ticarileştirildi; piyasalaştırıldı.
Dolaylı vergilerde vergi yükü daha çok halka bindirildi.
Harcamalarda yeni birikime uygun teşviklerle, öncelikle sosyal harcamalar azaltıldı.
Ucuz emeğe dayalı bir ihracat ekonomisi oluşturuldu.
"AKP 12 Eylül'ün düzleminde devam ediyor"
Sönmez, yaklaşık yedi yıldır hükümette olan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 12 Eylül'ün "nimetlerinden yararlanmayı" sürdürdüğüne dikkat çekiyor:
"AKP 12 Eylül'de inşaatına başlanmış düzleme devam ediyor. Sonuna kadar neoliberalizmi uyguluyor, en ufak geri dönüş olmadı. Tersine takip ettiler. Bunu yasal olarak da sürdürmeye çalışıyorlar. Sağlık sigortası, emeklilik sisteminin ticarileştirilmesi, sendikal haklarda da adım atılmaması bunun göstergesi." (TK)